İvo Andriç’in Lanetli Avlu’su ve Osmanlı

İvo Andriç’i Türk okurlar genelde Drina Köprüsü adlı romanıyla tanırlar. Andriç, Osmanlı tarihine ilgi duyan; hatta “Osmanlı Yönetimindeki Bosna Hersek’te Kültür Yaşamı” başlıklı doktora tezi de bulunan bir yazar. Bu itibarla romanlarında Balkanlardaki Osmanlı figürü önemli bir yer tutuyor. Hatta bu figürün çoğu kez ‘baskı, kibir ve şehvet’ sembolüyle özdeşleştirildiği de söylenebilir. Nitekim Boşnak Edebiyat Tarihçisi Dr. Muhsin Rizviç, Andriç’in Dünyasında Boşnak Müslümanlar adlı kitabında, yazarın eserlerinde Müslüman Boşnakların ve Osmanlının olumsuz bir biçimde ele alındığını, onu izleyen Sırp ve Karadağlı yazarlardaki Türklere ve Müslüman Boşnaklara yönelik ideolojik bakışın kaynağının da Andriç olduğunu belirtmektedir.

Andriç’in özgün adı Prokleta Avlija olan, Türkçe’ye Lanetli Avlu (2019) adıyla çevrilen -1984’te filmi de yapılmış- romanının arka kapağında; eserin İstanbul’da bir hapishanedeki mahkûmların öykülerinden meydana geldiğini okuyunca, daha başta İslâm/ Osmanlı karşıtlığına dayanan bir sembolizasyonla karşılaşacağımı düşündüm. Ama Andriç, doğrudan doğruya böyle bir sembolizasyon yapmasa da, romanda mahkûmları boğan bir atmosferin egemen olduğu, kapalı; hatta yer yer despotik uygulamaların görüldüğü ‘hapishane’ ile Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Sırp, Bulgar, Ermeni, Türk vb. çok uluslu ve dinli bir şahıs kadrosunun yer aldığı ‘lanetli avlu’nun Osmanlı Devleti’ni sembolize ettiği düşünülebilir. Bu elbette olumsuz bir Osmanlı imgesi. Nitekim yazar, öykü boyunca ‘avlu’nun boğucu, güvensiz ve mahkûmların psikolojisini bozan atmosferine vurgu yaparak; hatta avlunun “sanki mahkûmlara daha fazla işkence olsun diye tasarlan[dığını]” (s. 21) belirterek bunu ima ediyor.

Lanetli Avlu’nun öyküsünden, tekniğinden ve kimi karakterlerinden de kısaca söz edeyim. Eserde olaylar, bir kış günü Rahip Petar’ın gömülmesinden sonra başlar. O, bir hikâye anlatma ustasıdır. Ölümünden sonra eşyalarını listeleyen genç rahip Rastislav’a, uzun zaman önce İstanbul’da 2 ay tutuklu kaldığı bir cezaevinde gördüklerini, yaşadıklarını anlatmıştır. İşte romanda anlatılan öyküler bunlar. Andriç, geriye dönüşle, buradaki bazı mahkûm ve idarecilerin öykülerini anlatıyor.

Romanın ana figürü, Kamil adlı (Nedense kimi yerde Cemil oluyor!) İzmirli, Osmanlı tarihine meraklı, ayaklanma planları yaptığı iddiasıyla suçsuz yere tutuklanmış, aydın bir Türk. Kendisini Cem Sultan’la özdeşleştiriyor. Andriç, onun aracılığıyla tarih bilgisini konuşturuyor; Cem’le Beyazıt arasındaki taht kavgasına, Cem’in tutsaklığına, tutsaklığın yarattığı psikolojiye, tutsaklık üzerinden yapılan gayr-i ahlâkî antlaşmalara değiniyor.

Eserdeki ikinci figür ise, hapishane müdürü Latif Ağa (Karagöz). Kurnaz, zeki, daha önce suçlular arasında yaşadığı için mahkûmların ciğerini okuyabilen, despot biri. Andriç, gerek onunla, gerekse Kamil’i yok yere tutuklatan İzmir Valisiyle, kendince despot/ keyfî Osmanlı idaresine vurgu yapıyor. Onların yanı sıra İzmirli Yahudi Hahim; kaçık, geveze bir kalpazan Zaim, 2 Bulgar, romanın diğer mahkûm karakterleri.

Osmanlıda bir cezaevi, cezaevinin boğucu havası, farklı din ve ırklara mensup mahkûmlar, despot, kurnaz idareciler ve cezaevinde suçsuz yere ömrü heba olan bir Türk aydını… Özetle bu Lanetli Avlu.

Andriç’in romanın sonuna sıkıştırdığı; “Bir devleti ve yönetimi tanımak ve istikbalinin ne olduğunu bilmek istersen o ülkede kaç tane namuslu, masum insanın hapiste olduğuna ve kaç suçlu ve kötünün serbest dolaştığına bakman yeterli.” (s. 106) cümlesi, bakışını yansıtıyor aslında. Ama bu satırları okuyunca Bosna’da katledilen binlerce Müslüman geldi aklıma! Bakalım tabii ki!..

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum