Heinrich Böll ve medyadaki dilsel şiddet
Dil, özünde iyiliği de kötülüğü de, yapmayı da yıkmayı da barındıran, varlığı hem yaşatan hem tehdit edebilen bir araç; dolayısıyla şiddet üretebilir ve büyük tahribata yol açabilir. “Tîg-i düşnâm-ı zebânın yâresi bulmaz devâ” (Dil kılıcının yarası bulmaz şifa) denmesi boşuna değil.
Kanaatimce dili kullanarak bireyi/toplumu biçimlendirme gücüne sahip en önemli iki araç, devlet kurumları ve medya. Çünkü geniş kitlelere sesleniyorlar, genelde ‘verici’, hatta ‘buyurgan’ konumdalar ve maalesef şiddet aracına dönüşebiliyorlar. Örneğin medya; gerçekte olumlu anlamda eğitme, bilgilendirme ihtiyacından doğmuşken, -ki bizde Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendilerden başlayıp, Ahmet Rasim, Refik Halid, Refii Cevat Ulunay, Burhan Felek, Hasan Pulur gibi gazetecilere değin gelen süreçte genelde böyledir- günümüzde daha çok dezenformasyon ve manipülasyon aracına dönüşmüş durumda. Ve tabiî iktidar savaşlarının en etkili ‘baskı’ ve ‘algı’ silâhlarından biri. Kuşkusuz bu, sonuçta dilsel bir şiddet üretiyor!
“Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru” (Can Yay., 2019) adlı romanında Heinrich Böll, tam da bu konuyu; dilin hem devlet kurumlarında -özellikle polis soruşturması/sorgulaması sürecinde- hem de medyada (Zeitung gazetesi) nasıl bir şiddet ürettiğini, bu şiddetin insan hayatını nasıl tahrip ettiğini anlatır. Romanın başkahramanı, kendi hâlinde sade bir hayat sürdüren Katharina Blum’dur. Ancak bir akşam, danslı bir partide tesadüfen Ludwig Götten adlı aranan bir suçluyla tanıştıktan sonra tüm hayatı alt üst olur, polis tarafından sorguya alınır, gerek sorguda, gerekse medyada dilsel şiddete maruz kalır. Genç kadının tüm mahrem hayatı; geçmişi, ailesi, evliliği, sosyal çevresi, ekonomik durumu, mektupları, fotoğrafları didik didik edilir, telefonları dinlenir.
Eserde medya (Zeitung gazetesi), dilsel şiddetin ana figürüdür ve hem dezenformasyon hem yargılama işlevi görür. Uyguladığı dilsel şiddetin ilki, kişiyi siyasî bir kategorizasyona tâbi tutarak dışlama ve suçlu ilân etmedir. Katharina’ya ve yakınlarına yakıştırılan solcu, komünist ve kızıl sıfatları bu türden; üstelik kitleleri de arkasına alan doğurgan bir şiddettir. İkincisi ise, cinsel içerikli dilsel şiddet. Genç kadının karakolda ve gazetede, erkeklerle ilişkilerinin çarpıtılarak teşhiri, cinsel içerikli kaba söz, soru ve mektuplara muhatap olması bu şiddetin örnekleri…
Böll, eserinde medyanın tacizkâr, suçlayıcı; ama yeri geldiğinde ‘karartıcı/gizleyici’ şiddetinden de söz ediyor. Örneğin masum olmasına rağmen Blum’a “Haydudun Sevgilisi”, “Katilin Nişanlısı” denmesi veya aksine Katharina’yı taciz eden Alois Straeubleder’in korunması gibi…
Sonuçta Katharina’nın gerek sorgulama sırasında ve medyada maruz kaldığı dilsel şiddet, bir kitleye de yayılıp çoğalarak genç kadının ve yakınlarının ruhsal yapısında, toplumsal ilişkilerinde, iş hayatlarında ve ekonomik durumlarında büyük bir tahribata yol açar. Nihayet bir gazetecinin, ağır hasta olan annesinin ölümüne yol açması bardağı taşıran son damla olur ve roman, Katharina’nın bu haberleri yapan gazeteci Werner Tötges’i öldürmesiyle sona erer.
Kısaca Böll’ün “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru” adlı eseri, medyadaki dilsel şiddeti, şiddetin birey ve toplumda yarattığı tahribatı ve bir insanı cinayete nasıl sürüklediğini anlatan ve medyayı eleştiren politik bir romandır.
Dilsel ve simgesel şiddet, Türk medyasının da büyük sorunu. Maalesef kültürel gazeteciliğin yerini sansasyonel gazetecilik aldı ve tıpkı romandaki Werner Tötges gibi yeni bir gazeteci tipi doğdu.
Hâsılı “gazeteler tutuklamış dünya kelimesini” ve o dünyadan “öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir”. Bence büyüdüler bile!..