Ustaların çıraklığa özlemi nedendir?
"Hohlaya hohlaya buz dağını erittik, şimdi ortalık bataklığa döndü".
Resmi ideolojinin dindarlar üstündeki baskısı gevşetildikten sonra ortaya çıkan şey; Necip Fazıl'a kötü görünmüştü. Yukarıdaki yakınmasını Ahmet Taşgetiren, köşesinde yorumluyordu geçen.
Buz dağı, daha kötü olsun diye eritilmemişti. Yanlış olduğu için eritilmişti. Ortaya çıkan bataklıktan da kendisi sorumluydu, niye eritenler olsun!
Bugünleri, dün doğurur. Ama dün de önceki günün sonucu değil mi?
Altın çağ, nedense hep geridedir. Mutluluğu; hatıralarda, arkada bıraktığımız zamanlarda kaldı sanırız.
Marcel Proust, 'hayat ileri doğru yaşanır ama geriye doğru anlaşılır' yaklaşımıyla koca bir otobiyografik roman yazdı. "Kayıp Zamanın İzinde", 7 cilt boyunca özlemle geçmişi yakalamaya koşuyor.
Kaybettiklerimizin değerini hep sonradan anlamak doğamızdansa, zaman avuçlarımızın arasından kayıp giderken bundan kaçış yoksa... Kaybedeceklerimizin kıymetini, onlar elimizdeyken bilmek imkansızdır zaten. Gelen de daima gideni aratacak demektir.
Mevcut iktidarın alternatifi, bundan mı yok?
Bugünkü iktidarı alternatifsiz kılan kural, kendisi için geçerli olmuyor bu durumda. Geçmiş ve gelecek iktidarlar arasında bir tek kendisi mi eskiyi aratmıyor, diğer hepsi aratmaya mahkum mu!
Nazım Hikmet, "en güzel çocuk: henüz büyümedi" diyordu.
Aynı şiirin diğer dizelerindeyse en güzel deniz, henüz gidilmemiş; en güzel günlerimiz, henüz yaşanmamış; sevgiliye en güzel sözlerimiz, henüz söylenmemiş olanlardı.
Yüzünü geleceğe dönerken bile gözünü geçmişten alamamış sanki Nazım.
En tatlı gelecek dahi çocukluk çağı safiyetinin yerini tutamayacağı için mi?
Murathan Mungan açıklamış olabilir: "Yenik düşüyor herşey zamana/Biz büyüdük ve kirlendi dünya".
Büyüyünce büyü de bozuluyor, dünyanın kirli yüzüyle tanışıyoruz.
Fakat görüp görebileceğimiz en iyiler, çocukluk masumiyetimizle birlikte iyi atlara binerek hep geçip gittiyse... Yaşar Kemal haklıysa; demirin tuncuna, insanın bozulmuşuna kaldıysak...
Bizden öncekiler, umuda nasıl yer açabildi peki? Onlar büyüdüğünde dünya kirlenmemişti de sıra bize gelince mi başladı bu uğursuz döngü?
İktidar, seçim müjdesi olarak konut kampanyası açtı; 500 bin konutla bir o kadar arsa ve işyeri için 5 milyon kişi başvurdu.
Erdoğan'a göre; milletin, devletine güvenini ve iktidarın alternatifi olmadığını gösteriyor. Bir eve sahip olma ihtiyacının şiddetini, yaygınlığını değil yani.
Saadet lideri Karamollaoğlu'na göre ise iktidar, oy için halkın umutlarıyla oynuyor. Çünkü 2019'da müjdelediği 100 bin TOKİ konutunu daha bitiremedi.
İhaleyi alan müteahhitler, bu enflasyonda sürekli değişen maliyetlerin altından kalkamadı ve eski projenin temelleri, Karamollaoğlu'nun dediği gibi çürüyorsa... Yüzyılın yeni konut projesi nasıl tamamlanacak?
Kılıçdaroğlu da hemfikir. "Varsın karşı çıktı desinler, başarılı olmasını istiyorum" diyerek iktidara çağrıda bulundu:
"Sana inanalım istiyorsan; Beşli çeteleri semirttin, asıl fakir fukarayı ev sahibi yapmak için Hazine garantisi ver. Destekleyeceğiz. Bir rezalet daha yaşansın istemiyoruz..."
Muhalefet, bunları dediği için iktidarın verdiği umudu halka verememekle suçlanıyor.
Gerçi Bay Kemal'in suçu, biraz daha kabarık. Yetkisi yokken geçmişinde yaptığı bir hastane mi var ki, kalkmış iktidarın projelerini kötülüyor!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüzyılın konut kampanyasından rahatsız olanlara New York'tan seslendi:
"Çalışın siz de yapın, niye rahatsız oluyorsunuz".
Muhalefetin çalışarak yapabileceği şey, olsa olsa popülist vaatlerde iktidarla yarışmak olur. İktidara gelmeden icraatta nasıl yarışacak!
Boş umut verme yarışına katılabilirler. Kim ne veriyorsa 5 fazlasını, üste iki de anahtar vereceklerini söyleyebilirler.
Ama çömezliklerinden mi, çıraklıklarından mıdır... "Nereden vereceğiz, hangi kaynakla" diye gerçekçi bulmadıkları umudu, vermiyorlar. Söz vermek için tutmak, vaadi gerçekleştirmek şartmış gibi.
Sonradan anlaşılan şeylerden biri de popülizmin maliyeti. Acısı ileride çıkıyor. Muhalefetse bugünü kurtarmak için, milletin geleceğini feda edecek kadar ustalaşamadı daha siyasette.
Faizi enflasyonun altına indirip, borç rezervleri satarak doları tutmaya çalışmak; altını deldiğiniz kovayı suyla doldurma çabasına benzetiliyor. Kuyruğunu yakalamaya çalışan kediye, içtikçe susatan tuzlu suya... Ama seçmen, ekonomist değil ki baştan anlasın.
Seçimi atlatana kadar idare etsin, yetmez mi iktidara!
128 milyar doların boşa gittiği, ancak gittikten sonra anlaşılacaktı.
Kalfalıkta, çıraklıkta daha iyi olduğunu; ustalık dönemine girmeden en ustası bile anlayamayabiliyor.
2023 gelmeden tutmayacağı anlaşılmayan şahlanma hedeflerinin, 2053'le 2071 gibi yeni milatlara ermeden tutup tutmayacağı mı anlaşılacak!
Öyle olsa, dünyanın kirli bir yer olduğu çocukluktan anlaşılırdı, büyümemiz gerekmezdi.
Şarkımız Yeni Türkü'den: "Telli Telli"
İLETİŞİM BAŞKANLIĞININ PBS AÇIKLAMASI
"Amerikalılardan saklanan boş raf uyarısı" başlıklı yazım üzerine, İletişim Başkanlığından aradılar.
Şunu soruyordum yazıda:
Biz sanıyoruz ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’de rafların boş olduğunu ABD televizyonunda söyledi, sunucu da itiraz edemedi.
Oysa ABD'liler, bize duyurulan o sözleri hiç duymamış görünüyor. Röportajı PBS yaptı ama sitesindeki videoda ve deşifrede bunlar yok. Makaslandı mı? Sansürlendiyse niye yayınlanmış gibi yansıtıldı?
Şöyle açıkladılar:
30-35 dakika tutmuş çekim. Fakat programın süresi ve formatından dolayı, hepsinin yayınlanamayacağını biliyorlarmış. Nereden kesileceğini, PBS'e bırakmışlar. Onlar da kısaltarak yarısını yayınlamış, kendilerince daha önemli buldukları kısımları kullanmışlar.
İletişim Başkanlığının paylaştığı deşifre ise röportajın tamamını kapsıyormuş. Fark, buradan çıkmış. Yoksa çekim sırasında geçmeyen konuşmaların sonradan eklenmesi ya da çıkarılması, söz konusu değilmiş.
Kaydın kopyası ellerindeymiş, yayınlanmayan kısımları gerekirse izletebileceklerini de söylediler.
Tuhaflığın nedeni, açıklığa kavuştu böylece.
Kasıt olmasa bile ABD'de yayınlanmayan diyalogların, yayınlanmış gibi bize yansıtılmasını doğru bulmadığımı ilettim elbette. Bilginize.