Siyasetin Diyanet ve cemaatlere faturası
Siyasi iktidar mücadelesiyle din mücadelesini karıştırmanın yıpratıcı etkisini gördünüz mü, anketi çıktı.
Dini kurumlarla hocalara duyulan güven ölçülmüş. Toplumdaki yerleri, karşılıkları, itibar ve saygınlıkları geriliyor.
İstanbul Politikalar Merkezi ile Ankara Enstitüsü, Panorama Türkiye'ye sipariş etmişler. Araştırma sonuçları, önceki gün yayınlandı.
Adı, Türkiye'de Dindarlık Algısı...
Buyurun, Diyanet'ten başlayalım...
Kuruma karşı yüksek bir güvensizlik çıkmış. Ankete katılanların yüzde 41'i, güvenmediğini belirtiyor. Güvenenlerse sadece yüzde 35,4.
Dini tarikat ve cemaatlere gelirsek...
Yüzde 59,5'lik bir kesim, olumsuz kanaate sahip. Güvenmediklerini gösteriyor. Katılımcıların yalnız yüzde 13,9'u, dini kurum ve cemaatlere güven bildirmiş.
Peki ya cübbelisi, cübbesiziyle hocalar...
Onların güven karnesi de hiç parlak değil. Yüzde 44,5, dini kanaat önderlerine güvenmiyor. Güvenenler, yüzde 23,1'de kalmış.
Laikliğe bakış mı?...
Katılanların yüzde 61,7'si, laikliği din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olarak görüyor. Demek ki laikliğe güven, Diyanet'le cemaat ve hocalara güvenden çok daha fazla.
Dinin, siyaseten kullanılması nasıl karşılanıyor; o da sorulmuş.
Toplumun yarıdan fazlası, siyasi partilerin dini söylem kullanmasından rahatsız. Hem de yüzde 53 gibi bir oranla. Rahatsız olmayanlar, ancak yüzde 32,7.
Dikkatinizi çekerim...
Yüzde 93'ü kendisini Müslüman ve yarısı da dindar olarak tanımlayan, neredeyse yüzde 70'i cuma namazlarına düzenli gidip oruç tuttuğunu söyleyen bir toplumdan söz ediyoruz.
Bu sonuçlar neyin ve kimin eseri, derseniz...
Seçime giderken camide silahlanmaya bile çağıran, dini kullanarak muhalif seçmene karşı halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden partizan imamların payı var.
Vaaz kürsüsünden pervasızca nefret ve aşağılama suçları işlemek, suç değil. Şikâyetler, takipsizlikle sonuçlanıyor. Onu da ekleyin.
Cami avlusunda miting yapıp muhalefeti karalamak ve alenen halkı yanıltıcı propaganda serbest. Katkısı inkâr edilemez.
Antalya Emniyeti; Türkiye Yüzyılı’nı hedef aldığı, okulda siyaset yaptığı ve birlik beraberliğimizi zedeleyerek toplumu ayrıştırdığı gerekçesiyle bir öğretmeni gözaltına almıştı.
Emine Karakaş örneğinde sormuştum. Okulda, camide tersinden dik âlâsını yapanlar var. Kanun buysa TCK 216, onlara niye uygulanmıyordu?
Aynı soruyu başkaları da soruyormuş, demek.
Okul gibi camiye parti propagandası sokan hocalar, iktidar partizanıysa görevlerinin başında. Beklentileri karşılanıyor, göze sokularak bir de ödüllendiriliyorlar.
Başka ne olacaktı! Millet, gözünün önündeki bezirgânlığa, istismara, dinin alet edildiği nefret ve ayrımcılık suçlarına hiç mi tepki vermeyecekti?
2053'E KİM ÖLE KİM KALA
Türkiye Yüzyılı propagandası, gözünü 2053'e dikti. 30 yıl daha dişini sıkarsa millete, 2053'te yüzünü güldürmeyi vaat ediyorlar.
Önceki hedef, 2023'tü. Sonuç ortada.
Bu kez 30 yıl sonrasının hedeflerini belirliyoruz, deniyor. 10 yıl önceki hedefler tuttu mu ki!
30 yıllık, 100 yıllık planlar yapan, bununla gururlanabilir.
Ama 2023'te 2 trilyon dolar milli gelir hedefinin yarısını, o da zor belâ tutturabilmişseniz... 2053 hedefini 7,7 trilyon dolar milli gelire çıkardığınızda sessizlik olur.
Sözler, verilen sözlerin hep tutulduğunu söyleyerek tutulmuyor. 100 yıllık planlar, bir kere planlanınca artık gerçekleşmiş kadar olmuyor.
Millet yarınından emin değil, iktidar propagandasınınsa inandırıcılık sorunu var.
Berat Albayrak'ın, 3 yıl önce bakanlığa veda notunda söylediği gibi; Cenabıhak sonumuzu hayreyleysin.