Kurtarıcılardan kurtulan naralar
Canavar düdüğü’ sirenler yokken yangın söndürmeye koşan itfaiyeciler, gür naralarla yolu açardı.
O zamanlar adları ‘tulumbacı’ydı.
Karada aslan, denizde kaplandılar, heeyt ulan, var mıydı onlara yan bakan!
Sadece gelişleri değil dönüşleri de pek havalı, pek yamandı. Dönüş yolunda zafer naraları basarlardı, “Yaman geliriz yaman gideriz” diye.
Halk sokağa fırlar, kurtarıcılarının yangınla mücadele ve zafer şovunu hayran hayran izlemeye koyulurdu.
Nara; kükremek, haykırmak, böğürmek anlamına gelen Arapça bir kelime. Osmanlı mahalle tulumbacılarının ağzından meşhur oldu.
Mahalle tulumba takımları, gönüllülerden oluşurdu. Ve gür sesli naracıları olurdu.
İki anlamıyla da hakkını verdiler, narayı dilimize onlar kazandırdı. Hem uyarı sesi hem de külhanbeyi kükremesi olarak.
Tulumbacı ağzının, ipten kazıktan kurtulmuş bozuk külhanbeyi ağzı olması tesadüf değildi.
Mahalle tulumbacılığı yani fahri itfaiyecilik, hamam külhanlarını mesken tutan yersiz, yurtsuz külhanbeylerinin gözde mesleğiydi.
Gönüllü yazılırlardı ama bedavaya kahramanlık yapmazlardı. Geçim kapısıydı ayak takımının. Yalın ayak, baldırı çıplak yangın söndürmeyi, bir gösteri sanatına çevirirlerdi.
Yangınlardan koruyup kurtardıkları halk, haliyle diyet borçlandırdı. Bu borcu da bahşiş adı altında bir nevi haraca kesilerek öderdi.
Hatta vazgeçilmezliklerini hatırlatmak için, bazı yangınları tulumbacı külhanilerin kasten çıkardığı bile söylenir.
Tulumbacıların, gözlerine kestirdikleri kimi konakları, sırf yangın kargaşasında soyabilmek maksadıyla kundakladıkları da rivayetler arasındadır.
Kurtarıcılık hizmetinin halka maliyeti, giderek büyüdü. Hep olduğu gibi.
Zamanla mahallenin namusu da tulumbacı külhanilerden sorulmaya başlandı.
O kadar yaygınlaştı ve palazlandılar ki cüretleri arttı, Saray’a kafa tutup memleket idaresine bile göz koydular.
Şarlatan din hocalarınca da ‘kurtarıcılar baldırı çıplak olacak’ gibi tariflerle külhani tulumbacılar kışkırtıldı. Ve Patrona Halil İsyanı patladı.
İsyancılar önce başardı. Kelleler aldılar, padişah 3. Ahmed’i devirdiler, damadı Sadrazam İbrahim Paşa’yı harcattılar. Zevküsefaya dalıp lüks, şatafat ve israfa gömülen saltanatın Lale Devri’ni bitirdiler.
İsyan bastırıldığında da bu kez elebaşları kellelerini kaybetti, hamamlar basıldı, ayaklanmacılar dağıtıldı, kimi kaçtı, kimi yakalanıp cezalandırıldı.
Kurtarıcılığına soyundukları halkın başına bela olmuşlardı.
Ama Osmanlı’nın mahalle tulumbacıları, Arjantinli yazar Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ kitabına girecek kadar kötü kurtarıcı değildi.
Allah, Borges’in ‘Zalim Kurtarıcı Lazarus’ karakteri gibi, özgürleştirmek için kaçırdıklarını kendine köle yapıp parayla satan kurtarıcılardan korusun. Kuzu postuna bürünmüş kurtun oynadığından daha tehlikeli bir kurtarıcı rolü yoktur.
1924’te yasaklanan tulumbacılar, naraları kabadayılara devrederek tarihe karıştı.
Halk, zorbalaşan eski kurtarıcılarından nihayet kurtuldu.
Fakat ‘yaşasın yeni kurtarıcılar ve naraları’ da diyemedi, rahat bir nefes alamadı.
Kabadayıların attığı naralar, eski tulumbacı naralarını çok arattı.
Hem tarihçi, yazar Reşat Ekrem Koçu’nun ‘İstanbul Tulumbacıları’ kitabından şu anlaşılıyor: Tulumbacı naraları daha derindi.
“Çalgılı kahveleri ve buradan doğmuş koşmaları, semaileri, ayaklı manileri ve destanlarıyla, destanlara geçmiş aşk ve cinayet vakalarıyla renkli, sisli bir alem”in naralarıydı onlar.
Bu cumartesi, şarkı yerine size bulabileceğiniz herhangi bir tulumbacı türküsü ısmarlıyorum.
Göreceksiniz; kulağa en hoş gelen nara, kurtarıcılardan kurtulan naradır.