İstanbul'un kurtuluşu böyle mi kutlanmalıydı?
Bugün 100. yıl dönümü...
Yine Taksim Cumhuriyet Anıtı'na törenle çelenk konacak.
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan, İBB Başkanı İmamoğlu'na kutlama telgrafı gönderecek.
Yine kurtuluş günü mesajları yayınlanacak.
Yine İBB, kutlama etkinlikleri düzenleyecek. Halkı, Üsküdar'da konsere çağıracak.
Ve bununla mı kalacak yine?
İktidarla muhalefet, fetih günlerini ayrı kutluyor.
Bu sene seçim ertesine rastladığı için, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın katıldığı bir fetih şenliği toplanmadı. CHP'li Belediye Başkanı İmamoğlu'nu, şehrin fetih şenliğine çağırmama garabeti de tekrarlanmadı.
İstanbul, 5 yıllık düşman işgalinden 6 Ekim 1923’de kurtarılmasa 29 Mayıs'ta fethin 570. yıl dönümünü ayrı ayrı kutlayamayacaklardı. Fetih gününü kutlayacak bir İstanbul'umuz olmayacaktı. Fatih Sultan Mehmet ve ordusunu anacak yüzü de bulamayacaktık.
Fakat Taksim'deki resmi tören olmasa iktidarla muhalefet, İstanbul'un kurtuluş gününde de bir araya gelmeyecek.
Şöyle görkemli, coşkulu bir 100. yıl kutlaması yakışmaz mıydı?
"Biz birlikte Türkiye'yiz" sözünün, boş bir slogandan ibaret olmadığını dosta, düşmana göstermek için ideal bir fırsattı.
Fetih ve kurtuluş günlerimizi kavga ettiren çarpık tarih anlayışı, bizi bölüp ayrıştırmaya devam ediyor.
Siyaset, bu kutuplaşmadan yararlanmak için yanlış önyargıları körükledikçe de kavga sona ermeyecek.
Hem dış güçlerin, bugün İstanbul'u bizden almak için hâlâ işgal planları yaptığı paranoyası kaşınacak... Hem de aynı dış güçlerin; 100 yıl önce dinimizi elimizden alma karşılığında, tek kurşun atmadan, İstanbul'u kendi elleriyle bize geri teslim ettiği hezeyanları savrulacak.
Hazır işgal etmişken anlaşma karşılığı bize bıraktılarsa niye 100 yıldır elimizden geri almak için, hiç ara vermeden uğraştıklarını sorma zahmetine de girilmeyecek. Bu kadarcık zahmete gelemeyen sivri akıl sipsipullahlarla çilemiz bitmeyecek.
Yok, illerimizin kurtuluş günlerinin kutlanacak bir aslı var mıydı, yok muydu?
Yok, Kurtuluş Savaşı gerçek miydi, uydurma mı?
Yok, Mehmet Akif'in İstiklâl Marşı ile Halide Edip'in Ateşten Gömlek'i de göstermelik miydi, değil miydi?
Hepsi, bizi sahte bir kahramanlık destanına ve verilmemiş bir Milli Mücadele'ye inandırmak için yazılmış, anlatılıyor sanki...
Osmanlı, ecdat ama Anadolu'yu düşmandan kurtarıp Cumhuriyet'i kuran Osmanlı subayları ecnebiydi, bugün ezanlarımız okunuyor ve bayrağımız dalgalanıyorsa onlara rağmen sanırsınız.
Oturup enerjimizi; tarihi zırvaları düzeltmeye ve birbirimizi buna iknaya harcadıkça şahlanmayı, miladı unutun. Havanda su döverek kimliğimizi bulduğumuz zannıyla avunur dururuz böyle.
'BUNLAR ALLAHSIZ KİTAPSIZ' PROPAGANDASININ ETKİLERİ
İmam bilmem kim, depremde kaybettiğimiz canların 'ceset'lerine camiden hakaret ediyor. Yıkarken onlar pis kokuyordu ama bir Suriyeli kardeşimizden mis kokular yükseldi, diye.
Sonra sıkıştırınca bırakın cenaze yıkamayı, Hatay'a depremde ayak bile basmadığı anlaşılıyor. Cemaatin maneviyatını yükseltmek için uydurmuş, öyle savunuyor.
TRT'de iftar sohbetlerinden tanıdık bir sunucu; Suriyeli mültecilerden rahatsız olanları aslında Allah'tan, namazdan, peygamberden rahatsız olmakla suçluyor.
Milletin dinine, imanına, hatta cenazesine saygısızca dil uzatabiliyorlar. Bunu da yüce bir şuurmuş gibi satıyorlar.
İmama, Diyanet soruşturma açmış. Fakat bir, iki kişi meselesi değil, onun için isim belirtmek anlamsız.
Camiye siyaset sokmanın ve 'bunlar Allahsız, kitapsız, dinsiz, imansız' propagandasıyla dini, particiliğe alet etmenin etkilerini yaşıyoruz. Tek tek örneklerin üstüne gitmek, işe yaramaz. Doğrusu, siyasetten şu dilini, söylemini düzgünleştirmesini istemektir.