Güçlünün kayyum hukuku
İçişleri Bakanı, gururla anlatıyor.
Bir gün Cumhurbaşkanı çağırmış. "Süleyman", demiş; "ben bu Güneydoğu’daki HDP’nin, PKK'nın belediyelerinden rahatsızım. Bunları derhal görevden alacaksın."
Soylu, ikiletir mi! Sonrası şöyle:
"Benim istediğim bir göz, Tayyip Erdoğan verdi bana iki göz. İki gün geçti, sabah sekizde hepsine bir operasyon, hepsini görevden aldık."
Seçilirlerse görevden alınacakları gözdağını zaten Erdoğan, HDP seçmenlerine bağıra çağıra veriyordu. Öyle de oldu.
Sandıkta seçildiler, idari kararla görevden alındılar, yerlerine de belediye meclisinden seçimle yeni başkan gelmedi, Ankara'dan kayyumlar atandı.
Diyeceksiniz ki hukuk, demokrasi, milli irade bunun neresinde? Hiçbir yerinde.
Erdoğan, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünü sağlayacaktı.
Soylu'nun anlattıklarından pek o çıkmıyor oysa.
Daha çok, güçlünün haklı olduğu bir işleyişe benziyor. Haklının güçlü olduğu değil.
Demirtaş'ın tutuklu yargılanmasında hak ihlali gören yargı kararları da tanınmadı. AYM'nin, AİHM'in birden fazla tahliye kararına rağmen hâlâ içeride.
Ve Erdoğan, yargının tahliye kararlarını uygulatma vaadinden dolayı Bay Kemal'i millete şikayet ediyor. "Selo'yu çıkaracakmış" diye.
Ona siyasetçilerin değil yargının karar vereceğini, Bay Kemal iktidara gelirse yargıya müdahale edeceğini söylüyor.
Ama Erdoğan kazanırsa Selo'yu çıkartmazmış.
Yargı kararlarına rağmen içeride tutmaya, çıkıp çıkmayacağına kendisi karar vermeye devam edecek yani.
Bunun için milletten şu şekilde yetki bile istiyor:
"Bu Selo, Diyarbakır’da 51 Kürt kardeşimizin kanına giren değil mi? Bay Bay Kemal, Selo’yu çıkartacağım diyor. Benim milletim, Erdoğan kardeşine 'yürü, arkandayız' dediği sürece çıkartamazlar."
Yedi yıldır tutuklu yargılanıyor. Peki Selo'nun, Kobani olaylarında 51 cinayetten veya terör örgütü PKK üyeliğinden bir mahkumiyeti var mı? Hayır.
Yine de bu, meydanlarda "katil", "terörist" ilan edilmesine engel değil. Mahkeme yerine geçip karar vermek sayılmadığı gibi, yargıya müdahale de olmuyor.
Kimin gücü kime yeterse demek. Bu düzen sürsün mü, sürmesin mi? Seçime konu ettiğine göre Erdoğan, buna da karar vermenizi istiyor.
KASET SİYASETİNİ KİM YAPIYOR ŞİMDİ?
"Seçimi kaybettiklerinde suçu bize atacaklar, bahaneleri kalmasın diye adaylıktan çekiliyorum."
Muharrem İnce'nin çekilme gerekçesi bu.
İnce, şunu da açıkladı; yayınlanan yatak odası videosu gerçek değil sahte, ucuz ve alçakça bir montaj.
Yani gerçek değil ki doğruymuş, İnce kabul etmiş gibi çekilmesinin kasetle ilgisi olsun.
Yine de iktidar fedâileri, sinekten yağ çıkarma peşinde. Dün Erdoğan'ın Pursaklar mitingindeki cazgır da öyle.
Güya İnce, kaset şantajıyla adaylıktan çekilmiş.
Yahu İnce; Kılıçdaroğlu lehine mi çekildi, destek mi açıkladı?
Aksine, hâlâ Kılıçdaroğlu'nun kaybedeceğini söylüyor. Kendisi de kazanamayacak. Bari muhalefet kaybederse kendisinden bilinmesin istiyor.
Sahte kaset olayını, onurlu çıkış için kullandı. Hepsi bu.
Kılıçdaroğlu mu ne yaptı? Yekten tavır koydu. Kaset tezgahı çevirenlere "operasyoncu pislikler" dedi. İnce'nin yanında yer aldı. Operasyoncu pislikleri de toplumdan, siyasetten birlikte temizlemeye çağırdı.
Siyaseti dizayn için kaseti kullanansa maalesef yine aynı taraf. Baykal kasetini meydanlarda kim kullandıysa o. Hiç ders almamışlar.
Dün Baykal olayında "özel değil genel, genel" diye yararlandılar. Bugün de Muharrem İnce'nin "sahte" dediği kasetten seçim fırsatı çıkarmaya çalışıyorlar. Sanki kasetle adaylıktan çektirilmiş gibi gösteriyorlar.
"Siyasetin tek limanı ahlâktır" diyenler, inanarak konuşsa kirli siyasete yüz verir miydi?
Erzurum'da şeytan taşladıklarını söylüyorlardı; ters tepince birden taşlayanlara 'şeytan' demeye başladıkları gibi...
Dön baba dönen, hacılara giden kimse kaseti siyaseten kullanan da o görünüyor.