Fonzede futbolcuların Bakan'ı
Dolandırılan iki futbolcunun, Cumhurbaşkanı'na gittikleri yalanlanmamıştı. Ama bankayı sanıldığı gibi o aramadı, duyunca şaşırmayacağınız bir bakan aramış.
Fonzede futbolcular, bir banka müdiresine kaptırdıkları milyon dolarları kurtarmak için, önce mahkemeye gitmiyor.
Hukukun, üstünlerden üstün olduğu düzenlerde akıllarına ilk gelmesi gereken şey, en son geliyor.
Mahkeme kapısı yerine nereye mi gidiyorlar? Devlet büyüklerinin kapısını çalmaya.
En fonzede Arda Turan'la Emre Belözoğlu, iddiaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ulaşıyor.
Bu iddia, yalanlanmadı.
Ama hayır, foncu müdire Seçil Erzan'ın çalıştığı Denizbank'ı, Cumhurbaşkanı aramıyor. Cumhurbaşkanlığından da arayan yok.
Gazeteci Lûbe Ayar'dan sonra Gazete Pencere de doğrulatmış. Fonzedelerin alacaklarını tahsil için bankayı arayan aracı, bir bakan.
Adını hâlâ duymadıysanız kim, diye sormazsınız herhalde. Bu işlerde nam salan kaç kişi tanıyorsunuz?
Bittabii önceki İçişleri Bakanı Soylu. Başka kim olabilirdi!
Dikkat buyurun, bir dolandırıcılık olayından söz ediyoruz. Yasal bir fondan, kayıtlı bankacılık işlemlerinden değil.
Gerçek olamayacak kadar yüksek faiz vaadine kanıp kayıt dışı bir fona, bir saadet zincirine varlarını, yoklarını yatırmışlar.
İbret dolu bir üçkâğıt...
Sahtekârla tamahkâr birbirini tez bulur, deyimini doğrulamakla kalmıyor.
Bir şeyi daha doğruluyor, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzene geçemediğimizi...
Malum, bu da AK Parti'nin ve Erdoğan'ın en büyük vaadiydi. Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçecektik.
Hukuk, üstünlerin üstünde olsa fonzede futbolcular, üstünlerin kapısına değil daha üstteki mahkemeye koşmaz mıydı?
Kazara üstünlerden birine dert anlatmaya kalkarlarsa da alacakları cevap; duymamış olayım, gibilerinden öteye gitmezdi. Ve mahkeme yolu gösterilirdi.
Elden, kayıt dışı bir para ve kazanç dönmüş. Vergiden, stopajdan kaçırılmış yani. Mali suç değil mi?
İçişleri Bakanı'nın, duyar duymaz, mali polisle vergi dairesini değil de bankayı mı aramasını gerektirir?
Dolandırılan futbolcular bile bu sebeple hemen mahkemeye koşamıyor. Araya, sözü geçecek üstünlerden birini koymayı deniyorlar.
Fon, legal değil. Dekont, diye el yazması not pusulularını mı mahkemeye sunacaklardı? Vergisi, stopajı sorulmayacak mıydı?
Attila İlhan, bir kitabında müstehcenlikten yargılandığı dava için kemâl-i rezalet, demişti. Dört dörtlük rezalet.
Ona benziyor. Yukarı tükürsen bıyık, aşağısı sakal...
Böyle düzenlerde davacının akıllısı, üstünleri tanıyan mübaşire dert anlatır. Devreye girmesi ricasıyla.
Kimse de çaresiz kiracıya, yasal oranı aşan kira artışından şikayetçiysen niye üstün birini arıyorsun, mahkemeye ver, o seni korur, yukarılardan kimseyi tanıyıp ne yapacaksın, demez.
Fatih Terim Fonu olarak anılıyor.
Fatih Terim'se fona adını karıştıranlara karşı, tarihin en büyük hukuk davasını başlatma tehditleri savuruyor. Egosunun büyüklüğüne de bu yakışır evelallah, küçük işler beklenmez ondan.
Fakat Hoca'nın adı, mahkeme dosyasında, ifadelerde geçiyor. Banka müdürüyle görüşmeye gittiğinden koyduğu parayı fazlasıyla aldığına kadar, hepsi tarafların ağzından yansıyan şeyler. O ne olacak?
Büyük olmasa da olurdu; Hoca, o davayı baştan açacaktı. Geçmiş olsun. Sadece fonzedelere değil, üstünlerin hukukuna tabi hepimize.
HAMAS'IN KELÂM RÜŞVETİ
İsrail'le esir takası ve Gazze'de insani ateşkesi sağlayan aktörler belli. Asıl teşekkürü, Katar'la Mısır ve ABD aldı.
Yine de Hamas, başarının birazını paylaştırarak diğer aktörleri de dışlamayacak bir yol buldu.
Selam yollayarak rüşvet-i kelâm dağıttı, denilebilir.
Taylandlı esirleri Erdoğan için, Rus'u Putin için bıraktıklarını açıklamak gibi.
"Erdoğan'ın, Putin'in "çabalarına cevap olarak serbest bırakıldılar", şeklinde ince bir jest ifadesi kullanıyorlar.
Gönül alıcı bir iltifatla övünç payesine başkalarını da ortak etmeleri, akıllıca. Yanlarında duranlara, teşvik teşekkürü gibi.
Fakat bu, iktidar propagandasının bazı unsurlarını kesmiyor, teselli etmiyor.
Star gazetesi meselâ, Hamas, bütün esirleri Erdoğan'ın hatırına bırakmış gibi yansıtıyor.
Algı için gerçeği çarpıtan, halkı yanıltıcı haberlere Dezenformasyonla Mücadele Merkezi bakıyor ya, onlara havale etmiştim.
Niye Türkiye değil de Katar başardı?
Tam da bu yüzden. Katar'la Mısır, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kriterine uyduğu için.
Kriteri hatırlarsınız: Hamasatten ve şovdan arındırılmış, tükürdüğümüzü yalatmayacak, eyleme geçirilebilir, gerçekçi ve somut olmalı söylenecekler.