Dış güçlerle mücadele görüşünceye kadar!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Roma’dan dönerken uçakta soruları cevaplamıştı. Biden’la görüşmesiyle ilgili söyledikleri arasında dört detay dikkatimi çekti.
En müthişini en sona saklıyorum.
Biri, görüşmede büyükelçi krizi ve Kavala konusunun açılıp açılmadığıydı.
ABD’nin başı çektiği 10 ülkeye geri adım attırıp büyük zafer kazanmışız, hala sıcaklığını koruyor ama kimse konuşulup konuşulmadığını sormamış.
Beyaz Saray, hukuka saygı çağrılarının gündeme getirildiğini açıkladığı halde, bizimkiler ‘hamdolsun hiç gündeme gelmedi’ gibi yapmayı seçmiş. Neden?
Diğeri, hediyeleşilen kitapların konularıyla ilgili şu küçük ayrıntı:
“Gerek benim ‘Daha Adil Bir Dünya Mümkün’ kitabımı gerekse ‘Türkiye’nin Yeşil Kalkınma Devrimi’ kitabını Sayın Biden’a hediye ettim. Biz, bu kitapları verince o da ‘Ben de size kendi kitabımı takdim edeceğim.’ dedi. Onun da vefat eden oğlu hakkında yazdığı bir kitabı var.”
Koskoca ABD Başkanı, büyük iddialarla dünyayı kurtatacak reçeteler yazacağına kaybettiği oğlunu yazmış, bir yabancı ülke başkanına hediye edecek başka kitabı yok.
Üçüncüsü de Erdoğan’ın, görüşmenin süresini ne çok önemsediğini gizlemeyen samimi anlatımı. Sürenin uzatılıp uzatılmayacağını Biden’ın kaş, göz işaretlerinden şöyle takip etmiş:
“Bu görüşme için medya da ‘20 dakikalık bir görüşme olacak’ diyordu. Bizim görüşme 1 saat 10 dakika sürdü. Medyanın bizimle nasıl uğraştığını anlayın. Yani kendilerince ‘kabul etmeyecek, görüşmeyecek’ de derler, 20 dakikaya da indirirler ama bizim görüşme 1 saat 10 dakika sürdü. O sürede de protokol sürekli geldi gitti, geldi gitti. Biden, onlara bir iki kez kaş, göz yaptı.”
Ve geldik sonuncusuna. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Zirvesi sırasında New York’ta görüşememeleri üzerine Biden’a çok bozulmuştu. Selefleriyle hep iyi çalıştığını ama kendisiyle ‘iyi başladık’ diyemeyeceğini söylemişti. Hayra alamet bulmayıp ateş püskürmüştü. Öfkesinin nedenini açıklayan ayrıntıyı şöyle dışavurdu:
“Şartlar atmosfere göre değişiyor. BM sırasında farklı beklentilerimiz vardı. O farklı beklentiler olmayınca olay biraz daha farklı bir duruma doğru gitti. O gelişme farklıydı. Şimdi bizim Türkevi tam BM’nin çapraz karşısında. İnşallah gün ola harman ola. Misafir ederiz, orada da görüşmemizi yapabiliriz, o da olur, niye olmasın!”
Meğer BM’den yürüyerek karşıya geçip Türkevi’ni birlikte açmak hayal ve arzu edilmiş, görkemli bir hazırlık yapılmış, beklenti gerçekleşmeyince de hayal kırıklığı büyük olmuş gibi anlaşılıyor.
Neyse ki tatlıya bağlandı, istenen fotoğrafın verilmesi iktidar medyasını rahatlattı.
Gerçi Amerikan Başkanı’nın bir tebessümüne muhtaçmışız, yüzümüze gülmesi bile başarıymış gibi havalara uçmaları küçük düşürücü...
Ama bir fotoğraf için gemileri yakmayı, köprüleri atmayı savunmalarından iyidir.
Dış güçlerle mücadeleleri görüşünceye kadarmış, bir kez daha görüldü.
Yine de muhalefet rahatlamasın, onların durumu değişmeyecek: İktidar ABD’yle iyi geçindiğinde onlar Amerikan karşıtı olmakla, kötü geçindiğinde ise Türkiye’ye karşı Amerikancılık yapmakla suçlanmaya devam edecekler.
Ve günah keçileri uyanıyor
Rekabet Kurumu, zincir marketlere ‘fahiş fiyat’ cezası kesmişti.
Migros’tan sonra Şok ve BİM de cezaları yargıya taşıyor.
Fakat BİM’in tepkisi, başka bir şey daha söylüyor: Marketler, kendilerine biçilen role isyanda!
İktidarı sorumluluktan kurtarmak için günah keçisi gösterilmeyi kabule yanaşmıyorlar.
BİM’in açıklamasındaki şu cümle, durumu ifşa ediyor:
“Fahiş fiyat iddialarını, indirim market zincirleriyle ilişkilendirmek amacıyla verilen cezalar...”
Adı ‘ucuz market’e çıkmış zincirler, ‘pahalılığın sorumlusu’ diye cezalandırılırsa çıkarılacak sonuç budur.
Göçmen çocukların, provokatif muz yeme eyleminden gözaltına alınması da öyle değil mi?
Vatandaş, muz yiyememesini göçmen çocuklarından bilsin istiyorsanız, inandırıcılık katmalısınız.
Kötü yönetimden yöneticiler değil de Bay Kemal ve dış güçler sorumlu tutulsun istediğinizde de öyle..
Fakat mücadeleniz gerçekçi görünsün diye sergilediğiniz gösteriler, bir yerden sonra ‘artık yeter’ dedirtiyor.
Günah keçilerinin uyanışının başladığı nokta bu. Kitabını da yazmıştım: “O kadar da uzun boylu değil” noktası!