Suriye, Libya vs...
“Bundan böyle Ortadoğu’da Türkiye’ye rağmen hiçbir şey olmaz.” Bu minvalde bir söz Erdoğan ya da Davutoğlu tarafından farklı zamanlarda söylenmiştir. İçinde Türkiye’nin etkinliğinin arttığı vurgusu vardır, iddia vardır, umut vardır, coğrafyada olan bitenin Türkiye’yi bir şekilde etkileyeceği değerlendirmesi vardır. Arap Baharı sürecinde bu umudun arttığı da bir vakıadır. Halen de Türkiye, coğrafyadaki olayları etkilemek için yoğun çaba sarf etmektedir. Mısır’la ilişkilerin soğukluğu, Katar’la ilişkilerin sıcaklığı, Suud’la BAE ile gerginlik, Irak’la – İran’la gelgitler, Rusya ile ilişkiler ve tabii Suriye, şimdi Libya… Coğrafya, kendi sınırlarından öte bir jeo-stratejik değer taşıdığı için Avrupa’dan Amerika’ya uzanan stratejik hamleler…
Ben bir ara sürecin çok kolay kontrol edilebilir olmadığını, alt alta üst üste oluşların her zaman mümkün olduğunu, dikkatle hareket edilmesi gerektiğini yazdım.
Doğrusu, iddia kendine güveni yansıtırken, uyarılar endişe izlenimi veriyor. Bu durumda iddia, 100 yılın ukdelerini taşıyan insanlarımızda başarı umudunu besliyor, endişe ise, çok alıcı bulmuyor.
Şu anda en sıcak iki konu var: Suriye ve Libya. İki ülke Arap Baharı sonrası karışıklık içine düşmüş durumda. İki ülkede de BM’nin meşru saydığı iktidarlar var. İki ülkede de, bu yapı ile savaşan güçler var. İlginçtir iki ülkede de Rusya ile pozisyonlar farklılaşıyor.
***
Türkiye iki ülkede farklı pozisyonlarda bulunuyor. Suriye’de BM’nin tanıdığı yönetim Esed’in yönetimi. Biz ona karşıyız. Onunla savaşan Suriye Milli Ordusu’nu destekliyoruz. Bu grup Esed tarafından terör örgütü sayılıyor. Buna karşılık Rusya Esed yönetimi ile beraber, onun daveti ile Suriye’de bulunduğunu söylüyor. Esed yönetimi Türkiye’yi yabancı kuvvet sayıyor ve ülkeyi terk etmesini istiyor.
Libya’da BM, Sarrac başkanlığındaki yönetimi tanıyor. Biz de onunla iş birliği içindeyiz, Akdeniz’deki kıta sahanlığı meselesinde Yunanistan’ın başını çektiği karşıt grubu ayağa kaldıran anlaşmayı da Sarrac ile yaptık. Bu ilişki, en son askeri iş birliğine kadar uzandı. Muharip güç gönderip göndermeme konusu saklı olmakla beraber, Sarrac yönetimine “Seni askeri olarak da destekliyoruz” mesajı verildiği söylenebilir.
Suriye’de neyin nasıl evrileceği belli değil, ama Rusya’nın korumasında Esed’in ağırlığının arttığı, Libya’da ise, Sarrac’ın küçük bir bölgeyi, buna mukabil Halife Hafter’in çok geniş bir toprak parçasını kontrol ettiği bir gerçek. Libya’da ilginçtir, biz BM’nin tanıdığı bir ekiple beraberken, Rusya isyancı grubun yanında yer alıyor. Orada Hafter’in arkasındaki ittifak halkası da acayip. İttifak trafiğini anlatsam akıllar karışır ama belli ki alt – üst oluşlar bu alanda da sürüyor.
Türkiye her şey benim gücümle olur, demiyor hiç kuşkusuz. İttifaklar arıyor. Kimi zaman Rusya ile dirsek teması kuruyor, Rusya başka yerde konuşlandığında başka ittifak arayışlarına giriyor.
Bir izlenim var: Türkiye hesaplaşıyor. Neyle? Belki 20’inci yüzyılın başında kendisine tanınan statü ile. Yanlış mı? Doğru. O statü Türkiye için de sakattı tüm coğrafya için de.
Peki nasıl olacak bu hesaplaşma? Tabii ki güçle. Askeri, ekonomik ya da diplomatik güçle.
İşte kritik mesele bu.
Kim ne kadar neyi söyleyebiliyor karar mercilerine bilmiyorum, ama medyaya örtülü de olsa bazı görüşler yansıyor.
Mesela zaman zaman stratejik değerlendirmeleri ile öne çıkan Genelkurmay eski başkanlarından İlker Başbuğ’un Uğur Dündar’la mülakatında söylediği şu cümleleri anlamlı buluyorum:
“Milli menfaatlerin gerçekleştirilmesi için tespit edilen milli hedefler, milli gücün sınırları içinde olmalıdır. Milli gücün sınırları dışına çıkan milli hedefler peşinde koşulması, ülkeyi felaketlerle karşı karşıya getirebilir.
“Dış politikaya, ideolojik düşünceler, din ve mezhep açısından bakışlar çerçevesinde yaklaşılması yanlıştır ve tehlikelidir. Önemli olan sadece ülkenin milli menfaatleridir.” (Sözcü, 13 Aralık 2019)
Ne var bu sözlerde? “Acaba yeterli güç muhasebesi yapıyor muyuz?” sorusundan yola çıkan korku mu, endişe mi, uyarı mı? Bu sözleri “Askerler hep korktu zaten” gibi bir yargı ile mi karşılamak lazım yoksa, bir durup düşünmek mi?
Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, “Libya’da Hafter’in kazanması”nı “Türkiye için en büyük risk” olarak niteliyor, ama “muharip güç göndermek son seçenek olmalı” diyor. Libya’da Rusya ile karşı karşıya gelinirse bunun Suriye’ye yansıyacağını söylüyor. Amerika’nın Libya’da nasıl tavır alacağına bakılmalı, diyor.
Ne bunlar? Güç muhasebeleri. Karmakarışık ilişkiler… Türkiye büyük bir ülke. Ama gene de güç muhasebesine ihtiyacı var.