Olağanüstü dönemlerin hukukundan kurtulmak
Yeni bir Adli Yıl açılışı daha gerçekleşti. Şüphesiz gerilimli. Bizde hukuk alanında gerilim bitmiyor. Bu yılki gerilim, Türkiye Barolar Birliği’nin zıddına baroların Beştepe’deki törene katılmaması ile ilgili gibi görünse de, aslında sorun, çok daha geniş bir yargısal sancının uzantısı durumunda.
Bir süredir yargıda etik değerler, yargı reformu stratejisi gibi çok temel konular tartışılıyor. Benim gördüğüm Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, yargıdaki sancıyı gücü yettiğince gidermeye çabalıyor. Ama gücü yettiğince…
Bir kere Türkiye’deki yargıyı en çok “olağanüstülük iklimleri” yaralıyor. Ülkede olağanüstülük iklimi oluştuğunda işin ucu varıp yargının kılıcına dayanıyor. Herkes hesabı yargı ile görüyor ve bu da bir çok hukukun çiğnenmesi sonucunu doğuruyor.
Bunu en iyi Ak Parti kadroları bilir. İktidara gelişleri “müesses nizam” için olağanüstü bir durumdu, yargıdaki “müesses nizam”ı harekete geçirdiler, 2008’de kapatma davası devreye sokuldu, ipten döndüler.
Ergenekon davaları “darbe girişimi” iddialarıyla bağlantılı bir olağanüstü iklim getirdi ve ülkeye onun sakatlıklarını yaşattı.
Ve sonra FETÖ ile gelen iklim.
Paralel Devlet Yapılanması, Legal Görünümlü İllegal Yapı, ve 15 Temmuz darbe girişimi ile sonuçlanan süreçte silahlı terör örgütü tanımlamaları…
Tabii ki olağanüstü bir iklim… 250 şehit ve binlerce yaralı var.
Olağan şüpheli “Cemaat” diye bilinen bir yapı. Cemaat’in çok geniş bir insan topluluğu ile ilişki kurmuş olması tabii bir durum. Darbe girişiminden kim sorumlu tutulacak? Cemaatin ilişki alanına giren herkes bir şekilde darbe ile bağlantılanıp cezalandırılacak mı?
İltisak, irtibat, terör örgütü üyesi olmadığı halde örgüte yardım etme…
Terörle mücadele yasasında yer alan bu maddeler artık “silahlı terör örgütü” diye nitelenen “Cemaat” özelinde nasıl uygulanacak?
Mesela, olağanüstü hal ilan edilir edilmez 50 bini aşkın insanın devletteki görevine son verildi. Bu bir “infaz”dı. Ama yargı süreci arkadan gelecek bir infazdı.
Bu tarz infazlarla yüz bini aşkın insana dokunuldu. Sonra insanlara “kendilerini aklama” yolu açıldı. Bunun için oluşturulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’na 126 bin 200 başvuru olmuş. Yani normalde suçsuzluk ana ilke iken, kişiler suçsuzluğunu ispat zorunda bırakıldı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Lekelenmeme hakkı” diye bir hukuk ilkesinin altını kalın çizgilerle çizmeye çalışırken, insanlar “Devlet kararı ile lekelendi” ve kendilerini bu lekeden kurtarmaya mecbur bırakıldı.
Yakında yapılan bir açıklamaya göre OHAL komisyonu iki yıl içinde 126 bin 200 başvurudan 84 bin 300’ünü sonuca bağlamış. Bunlardan 6 bin 700 başvurunun itirazı kabul edilmiş. Bu ne anlama geliyor? Demek ki KHK’larla 6 bin 700 kişi hakkında mağduriyet oluşturulmuş.
Bu da, OHAL Komisyonu’nun “FETÖ ile iltisak kriterleri”ni doğru bulduğunuz takdirde böyledir. “İltisak, irtibat…” gibi kavramlar ise, “terör örgütü” ile bağlantılanmak noktasında son derece kaygan bir zemine işaret ediyor. Bu noktada hukukçular ısrarla “bilmek ve kasıt” değerlendirmelerinin altını çiziyorlar. Yani iltisakını – irtibatını iddia ettiğiniz kişinin söz konusu yapının terör örgütü olduğunu biliyor ve onun terör faaliyetine katılma niyeti taşıyor olmasının ispat edilmesi lazım.
İklim işte burada devreye giriyor. İklim oluştuğunda, hele müesses nizamın yargıçların her eylemini gözaltında tuttuğu kanaati yaygınlaştığında Yargı’nın durumdan vazife çıkarması bir Türkiye sancısıdır.
Şunu biliyorum ki, OHAL Komisyonunca FETÖ ile irtibatlı olmadığı kesinleşenler, hatta yargıda aklananlar bile görevlerine dönemiyorlar. Dönemiyorlar çünkü hala “Şüpheli muamelesi” görüyorlar.
Bir milletvekili bana “Acaba gerçekten suçsuz oldukları için mi beraat ettiler yoksa yeterli delil bulunmadığı için mi?” diye konuşmuştu bir ortamda. Yani yargı kararından sonra birilerinin daha içlerinin tatmin olması gerekiyor kişinin suçsuzluğunu ispat için.
Bana göre Türkiye’de yargı süreci henüz normalleşmedi. Siyasi davalarda AYM bile rahat değil, Yargıtay 16. ve 9’uncu daireleri olağanüstü ortamı aşan kararlar verdiğinde “kahramanca” iş yapmış oluyorlar. Kaldı ki, üst mahkemelerin verdiği kararları “takmayan” ve bu tavırları ile iktidar ve kimi medya tarafından ödüllendireceğini düşünen alt mahkeme kadroları bile var.
Dileyelim bu olağanüstülük sona ersin, adalet adaletin gerektirdiği serinkanlı iklimi bulsun, toplumda adalete güven de yerlerde sürünmekten kurtulsun.
Adalet mülkün temelidir, diyor, zaman zaman Hazreti Ömer’i de hatırlıyoruz ya.