Macron’un kötülüğü ve bizim sorunlarımız
Avrupa’da Müslümanlar da var. Balkanlar’da tarihi süreç içinde oldukça yoğun olarak var olmuş, Endülüs’te var olmuş, yok edilmiş, sonraki dönemlerde de İslam ülkelerinden göçlerle gerçekleşmiş bir İslam varlığı söz konusu. Halen farklı milletlerden 25 milyonluk bir İslam varlığı söz konusu.
Bütün zamanlarda Avrupa İslam’a karşı gerilim içinde bulunmuş. Laikliğin “inanç özgürlüğü” olarak tanımlandığı son zamanlarda dahi İslam varlığına karşı bir direnç söz konusu.
Avrupa toplumları ve sistemleri bünyesinde İslam’ı yaşamak Müslümanlar için de sorun teşkil ediyor. İslam ne kadar yaşanabilir sorusu hep var Avrupa Müslümanları arasında.
2014 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı, Brüksel’de “Avrupa Müslümanlığı” konulu bir toplantı düzenledi. Başkan Mehmet Görmez’in önderlik ettiği bu toplantıya bütün Avrupa ülkelerindeki Müslüman toplulukların temsilcileri katıldı. Bu toplantıyı, Görmez Hoca’nın daveti ile ben de takip ettim. Her ülke temsilcisi, yaşadıkları sorunları anlattı. Çevrenin gayr-ı müslim olduğu bir vasatta İslam nasıl yaşanır, soruları vardı bir, İslamofobi’nin yükseldiği ortamlarda inanç özgürlüğü nasıl gerçekleşir, soruları vardı iki.
11 Eylül sonrasında küresel boyutta “İslam ve terör” denklemi kurulduğundan beri, Avrupa’nın “Müslümanlara karşı rezervi” yoğunlaştı. İslam ülkelerinden gelen din görevlileri bir tür gözaltında. Ne söyledikleri, nasıl ilişki kurdukları gözleniyor. Bir yandan artık “vatandaş” haline gelmiş insanlara ayrımcılık yapmama gereği, bir yandan İslam ülkeleri ile ilişkilerin bozulmaması hassasiyeti, ama diğer yandan “İslam’ı özümseme zorluğu” arasında gelgitler yaşayan bir Avrupa söz konusu.
Halkı Müslüman, sistemi laik ülkelerde bile Din – Toplum – Devlet ilişkileri dengesini bulmuş değil. Örnek Türkiye. Bir de tabii, sistemini İslam’a göre dizayn ettiği var sayılan ülkelerde “resmi din” ile farklı dini yönelişler arasındaki gerilim vakıası var.
Her biri ayrı sorun. Din gibi insanlığın en temel aidiyet alanının hem insanların birbiri ile ilişkisini hem resmi otorite ile ilişkisini düzenlemek her zaman zorluk içermiş.
Konunun güncel boyutu, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “İslam’ı yeniden yapılandırma”dan söz etmesi ile oluştu. Fransa, laikliğin en katı versiyonlarının uygulandığı Avrupa ülkesi. Devletin Katoliklikle ilişkisi de sorunlu, ama Katoliklik yine de “yerli” kabul ediliyor, İslam’la ise daha derin sorunlar var, çünkü İslam “yabancı” muamelesi görüyor. “Okullarda dini semboller” konusu uzunca bir süredir “Müslümanların inanç özgürlüğü sorunu” halinde gündeme geliyor. Sarkozy o meseleyi gündemde tuttu, şimdi onu Macron yapıyor. İslam’dan “bütün dünyada krizde olan bir din” diye bahsediyor. Aralık ayında yeni bir düzenleme getireceklerini açıklıyor.
İslam’a yönelik bu tür bir yaklaşımın, bütün Müslümanları rencide etmesi kaçınılmaz. Nitekim Macron’un sözleri, şu sıralar özel bir duyarlılık konusu da olması hasebiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Hadsizlik, edepsizlik” sözleriyle karşılandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılı 8 Mart Kadınlar Günü’nde yaptığı “Siz İslam’ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız” diye başlayan ve “bazı din adamlarını bu asırda yaşamamakla, İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar aciz olmakla” suçlayan sözleri de islami muhitlerde tepkiye yol açmıştı.
Bir durum tespiti yapmak söz kunusu olursa şu söylenebilir: Bir yanda İslam – Müslüman ilişkisinde sorunlar var, bir yanda Müslüman – Müslüman ilişkisinde sorunlar var, bir yanda Müslüman ve Ötekiler arasında sorunlar var ve bir yanda İslam’ın çağdaş sorunları nasıl çözdüğüne ilişkin arayışlar var. Müslümanlar olarak bütün bunların sorun olarak masaya yatırılması ve çözümler üretilmesi gerekiyor. Çünkü her bir alandaki sorunlar, bedeli İslam’a ödetiyor.
Önceki gün, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yeni üyelerinin belirlenmesi dolayısıyla düzenlenen toplantıda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bir konuşma yaptı. Erbaş konuşmasında Kurul’un misyonunu anlatırken yukardaki tüm başlıkları kapsayan bir çerçeve çizdi. “İşiniz sadece fetva vermek değil” dedi. “İslam toplumlarında dinî açıdan kaos, kriz ve karmaşa” yaşandığına işaret etti ve “Müslüman toplumlar acilen doğru dini bilgiyi üreten, koruyan ve güvence altına alan sistemler kurmak zorundadır” dedi.
Macron’un kötülüğü noktasında bir kuşku yok. Ama “kendimize bakmalıyız”, demek de bize düşüyor. Avrupa’da Müslümanlar var ve hep olacak. Onların inanç özgürlüğü, Avrupa’nın sınavı. Müslümanlara düşen ise, bütün yerlerde ve bütün zamanlarda İslam’ın güzelliğini hayatlarına yansıtabilmek, daha da önemlisi yapıp edilenlerle İslam’a bedel ödetmemektir.