Kapatılmaktan kapatmaya...
“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olan parti kapatılır.
“Terörün odağı” olan parti kapatılır.
Yasal durum bu. Parti kapatmak zorlaştırılsa da halen bu yasal yapı devam ediyor.
Türkiye parti kapatmayı bilir. Halen adı “Saadet” olan partinin geçmişinde kapatılan partiler var.
Halen adı “Halkların Demokratik Partisi – HDP” olan partinin geçmişinde de kapatılan partiler var.
“Laiklik karşıtı” dendiğinde İslam’la ilgili siyasi yapılar kastedilir, “Terör desteği” dendiğinde de Kürtlerle ilgili siyasi yapılar.
İkisi de Türkiye’nin hassas alanıdır. Devlet gözaltında tutar bu iki alanı.
Ve bu iki alanda tüm kısıtlamalara rağmen siyasi anlamda bir varlık devam eder. Devam eder çünkü, toplumsal anlamda bir varlık mevcuttur.
“Parti kapatma” işinde bir de Ak Parti ile ilgili bir hafıza vardır. Ak Parti yüzde 47 oyla iktidarda iken “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” suçlaması ile kapatma davasına muhatap oldu. AYM’de 6’ya 5 kapatılması kararı çıktı, nitelikli oy gerçekleşmediği için kapatılmadı. Benim ifademle “ipten döndü.” İkinci defa yapılan oylamada ise, bu defa 10’a 1 “Hazine yardımının belli ölçüde kesilmesi” kararı çıktı ve Ak Parti bu bedeli ödedi.
Yani Ak Parti bilir ki, birileri isterse sizin için kapatma gerekçesi oluşturulur, bunun için gerekli medya desteği sağlanır ve infaz için sadece ayağınızın altındaki sandalyenin çekilmesi kalır, Ak Parti için de ne olmuşsa olmuş, ayağının altındaki sandalyeyi çekmek yerine, ipe kadar götürülüp getirilmesi, yani o riski tatması istenmiş, sonra daha sınırlı bir ceza ile kurtulması tercih edilmiştir.
Ak Parti bu sebeple parti kapatmayı zorlaştırmıştır.
Halen iktidardadır.
Halen Ak Parti için bir kapatma davası imkansız gözükmektedir, buna rağmen AYM’deki oy yapısını belki başka riskleri dikkate alarak tahkim etmeye çalışmaktadır.
“Kürtler alanı”na yönelik gözaltı ise devam etmektedir. Bu alanda bir bölümü “Dağda”, bir bölüm “Ovada” olmak üzere “Terör yapılanması” da devam etmektedir. Devlet dağdakini bitirmeye çalıştı, o biterse ovadaki de bitecekti, işin içine “Ecinniler” yani “Amerika” karıştı, olmadı.
Ova’daki yapının legal – illegal boyutları nerede başlıyor nerede bitiyor belli değil. Siyasi parti normalde legal bir yapıdır. Ama evet, o sınırı belirlemek kolay değildir. Türkiye’nin FETÖ gündeminde daha yakından tanıdığı “irtibat – iltisak - üye olmak – üye olmamakla birlikte destek vermek” her zaman birbirine karışabilir. HDP bugün o alanda icray-ı faaliyet ediyor. Dağdakiler başat durumda, HDP onun gölgesinde iş görüyor. Kendini kurtaramıyor ya da veliyy-i nimet olmak hasebiyle kurtarmayı tercih etmiyor.
Türkiye’de istenirse bir kişi veya grup için idamlık gerekçe üretilebilir. Medya yapılanması bu işte hazır asker rolü üstlenir. Bunu Saadet çizgisi de tanır, Ak Parti çizgisi de, HDP çizgisi de. Bugün Ak Parti’nin yanı başında duran Bahçeli öyle bir ip üretir ki, Allah muhafaza.
Ak Parti iktidar ve artık memlekette onu yargılayacak güç yok.
Ama HDP topun ağzında. Üstelik bu defa Ak Parti de HDP’yi bir şekilde denklem dışına itmek gibi bir “siyasi hesap” içinde. Mümkün olsa desteğini almak istiyor, hatta Öcalanlar’la iltisak’ı bile göze alarak bunu yapmak istiyor. Bahçeli’nin dili bile buna ayarlanmış durumdaydı. Dağdakiler dese ki, “Biz iktidarla iş tutuyoruz, bundan sonra siyasi desteğimiz ona” ve HDP eli mahkum iktidara desteğe yönelse, kapatmak vs. kimsenin aklına gelmeyecek. Medya aktörleri mi, onların dili çabuk kıvrılır.
Ne var ki Dağ başka oynuyor, HDP muhalefete yakın duruyor ve Damokles’in kapatma kılıcı HDP’nin başının üstünde sallanıyor.
“Demirtaş meselesi”nde iktidarla aynı yerde durmayan AİHM, hatta Anayasa Mahkemesi bile silinebilir gözüküyor.
İktidara yakın görsel – yazılı tüm medya platformları “HDP savunması”na zırnık yer vermeksizin infaz işletiyorlar. Gerekçe bulunur mu, bulunur, zor değil.
HDP 6 milyon oy alıyormuş. Gelinen noktada “Ne yani, 6 milyon oy var diye memleketi gözden mi çıkaracağız?” ağzı başlamış durumda. Yani 6 milyon oy da, onların çevresindeki 20 milyon da gözden çıkarılabilir gibi bir hava oluşuyor. Bu iş biraz “Kürtlerin algısı dikkate alınmalı mı alınmamalı mı?” sorusunun sorulacağı ortama kadar ilerleyecek gibi görünüyor. Böyle durumlarda “Mesele vatansa gerisi teferruattır” mantığı da devreye girebilir. Gözlerin karardığı bazı durumlarda “Mesele vatansa”nın “Mesele siyasi hesapsa” gibi okunması da mümkündür. Bu, Makyavel’den bu yana her siyasetçiden beklenebilecek bir zihin kaymasıdır. Şu anda Türkiye böyle bir zihin alaborasına tanıklık ediyor. Sağduyu mu? O Kafdağı’nın ardında…