İki cenahtan vicdan çağrısı
Farklı toplumsal damarlardan gelen 6 siyasi partinin bir masa etrafında “Türkiye için” buluşması, muhalefet olarak ne yapacaklarından bağımsız olarak, önemlidir diye düşünüyorum. “Helalleşme” gündeminin de önemli olduğu kanaatindeyim. Zorluklar olduğu herkesin malumu. Ama Türkiye’nin böyle bir iletişime – yakınlaşmaya, birlikte çözüm aramaya olan ihtiyacı da görmezden gelinemez.
“Fay hatları!” diyoruz ya, çok derinleşti çünkü. Siyasetin fay hatları üzerinden yapılıyor olması da, daha kötüye gidileceğinin işareti. Birbirimizi dinlemiyoruz, anlamıyoruz, sadece “Vur” çığlıkları duyuluyor.
Süreç içinde anlamlı, önemli iki yazı çıktı, iki cenahtan. İki önemli kalemden. Birisi sosyalist çizgiden gelen Oya Baydar’a (t24, 10 Şubat) diğeri islâmi cenahın önemli ismi Yasin Aktay’a (Yeni Şafak, 12 şubat) ait.
Her iki yazı da kendi cenahlarının duygu dünyasını onarmaya yönelik. Onlardan haberdar etmek istiyorum okuyucularımı.
Oya Baydar, HDP milletvetkkili Oya Ersoy’un Meclis’teki sözlerinin yansımaları üzerine yazmış, Yasin Aktay da, İlahiyat hocaları Mustafa Öztürk ve Mehmet Azimli’nin farklı görüşleri sebebiyle linç edilmesi üzerine.
Oya Baydar, yola “Toplum, derin fay hatlarıyla birbirine güvensiz hatta düşman cephelere ayrılmış durumda. …. Toplumsal dokumuz dağılıyor, çürüyor, insanımız kirleniyor, kötücülleşiyor, saldırganlaşıyor. Siyasal kamplaşmayı çok aşan, toplumun farklı kesimleri arasında düşmanlık duvarları yükselten bu çatışma ortamında, bırakın “biz” olmayı bir arada yaşamak bile güçleşiyor” diyerek çıkıyor. Bunda kendi cenahının payına işaret ediyor, “dindarların hassasiyetleri”nin önemsenmesi gerektiğini vurguluyor ve “Biz de çok iyi şeyler yapmadık” mealinde bir özeleştiri yapıyor. Ardından da annesinin tavırlarından başlayıp, medya tavırlarına kadar uzanan çok çarpıcı örnekler veriyor. Onları okuyalım:
“Ben bütünüyle laik, hatta laikçi bir çevrede yetiştim. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olan annem için, başta örtülü kadınlar, namazında niyazında yoksul halk cahil ve gericiydi. 80 yaşındayken bile televizyonda üniversiteye girme mücadelesi veren tesettürlü genç kızları, hele de çarşaflıları gördükçe, “Bunlara kim izin veriyor, bu karaböcekleri kim meydanlara salıyor. Çıkarsın örtüsünü, efendi efendi okusun” diye söylenir, “Ah Atatürk, gel de gör memleketin hâlini” diye hayıflanırdı. Çocukluğumda, gençliğimde, gazetelerde çıkan “ticanî” (gerici, yobaz) karikatürlerini hatırlıyorum: Takkeli, çember sakallı, eli tespihli, poturlu, ürkütücü görünümlü bir adam, arkasında kara çarşaflı dört kadın... 1990’larda bile aynı karikatürlerin benzerleri “ilerici” gazetelerimizde boy gösteriyordu. Birini hatırlıyorum: önde yine yukarda sözünü ettiğim tip, arkasında kara çarşafa bürünmüş dört domuz… 1999 yılından bir başka görüntü: Yer, Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonu. Seçilip mazbatasını almış örtülü bir kadın milletvekili genel kurulda yemin edecek. Kürsüye çıkıyor ama protestolara rağmen başörtüsünü çıkarmıyor. Kıyamet kopuyor. Başbakan Ecevit, “Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz” diyerek kürsüye yürürken bir DSP’li milletvekili elinde tuttuğu, üzerinde “Deyyusu ekber” yazılı kartonu sallıyor.
Kimileri kabul etmek istemese de, “Biz de Müslümanız ama gerici değiliz, laikiz, hiçbir zaman da ezilmedik” dese de, Müslüman muhafazakâr kesim 2000’lerin başında siyaset sahnesine çıkıp iktidar olana kadar ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. O karikatürleri görerek büyümüş, eve temizliğe gelen örtülü kadının örtüsünün çıkarılmasının istendiğine tanık olmuş, üniversiteye devam edebilmek için peruka takmak ya da okumaktan vazgeçmek zorunda kalmış, kamusal alanda ayrımcılığa uğramış kuşakların hassasiyetinde laik mahallenin payını görmezsek, çözüm de bulamayız.”
Yasin Aktay, Ak Parti yönetiminde de görevi bulunan, islami hassasiyetini bildiğimiz bir bilim insanı. “Bir tuhaflık yok mu bu işte?” diye başlık atmış yazısına. Yadırgadığı şey, kimi sanatçıların ya da ilahiyat hocalarının geçmişte ortaya koydukları İslami anlamda farklı veya problemli ürünleri ortaya çıkarıp, onlar üzerinden bir savaş dili yürütülmesi… “Linç” olarak niteliyor Yasin Bey bu tavrı. Ve bunun sonuçlarını şöyle ortaya koyuyor:
“Deşilen geçmişten bulunup önümüze konulan bütün bu dosyalarla hedeflenen şey Müslümanların sert bir tepki ortaya koyması. Bu tepkilerin toplamından ortaya çıkan Müslüman görüntüsü nasıl oluyor sizce? Muhalefetteyken alabildiğine hoşgörülü, düşünceye açık ama iktidara gelince hiçbir şeye tahammülü olmayan, iktidar gücünü şımarıkça kullanan, diğerlerinden farksız, hatta daha beter bir örnek.
“Adam akademisyen, eline taş alıp linçe katılıyor. Neden? Senin bir akademisyen olarak varsa karşı bir tezin, onu ortaya en güçlü bir biçimde koymaktan alıkoyan ne? Neden kitlenin linç kültürüne yaslanıyorsun?
“Başka biri vaiz, kimsenin duymadığı bir fitne lafı kürsüsüne taşıyor, önce istediği kılıfa sokuyor lafı, sonra bir güzel reklamını yapıyor, sonra da kitleyi birilerine karşı kışkırtıyor. Neden? Öncelikle uykudaki fitneyi neden uyandırıyorsun diye sormazlar mı? Kimsenin duymadığını neden vaaz kürsüsünden duyurup insanların hassasiyetlerinden yıkıcı bir güç çıkarıyorsun?”
Yasin Bey yazının sonunda “İslam’ın insanlar için rahmet, bereket, şefkat, merhamet, akıl ve dolasıyıla özgüven” olduğunu vurguluyor.
Bu uyarı, “Karar çizgisi” için tanıdıktır. Bu farklı tavır kimilerince yadırgansa da, açık - örtülü linçe maruz kalsa da Karar’da İslam’ın farklı toplum kesimlerini kucaklamayı öngören rahmet boyutu hep hatırlatılmıştır. Yasin Aktay’ın “Dil koparma” söylemlerinin üretildiği zeminlerden bu uyarıyı yapmasını çok çok anlamlı buluyorum. Dilerim “linç”e maruz kalmasın.
6 Parti liderinin bir masa etrafında buluşmuş olmasına gelince, bu diyalog zeminin her halükârda yürümesi sağlıklıdır.
Sizce de azıyı şöyle bitirmek gerekmez mi? Keşke Cumhurbaşkanlığının da bütün siyasi parti liderlerini bir masa etrafında buluşturabileceği bir Türkiye inşa edilmiş olsaydı.