İğne-çuvaldız
"Önce iğneyi kendimize sonra çuvaldızı muhalefete batıralım” sözü Selahattin Demirtaş’a ait.
Bu çağrıyı, cezaevinden T24’e yazdığı yazıda (5 Temmuz) yaptı. HDP’nin genel kongresinin ve o kongrede, içinde Hasan Cemal, Mehmet Altan, Rıza Türmen, Ali Bayramoğlu gibi HDP’li olmayanların bulunduğu bir “Danışma Kurulu” oluşturulması kararının ardından.
Demirtaş cezaevinde ama siyaseti etkileyecek konumda. Bunda sadece eski eş başkan olmasının yanında, siyasetçi kalibresinin etkinliğinin de önemli payı var.
Bu çağrısı bence önemli.
Bu çağrıya gelirken oluşturduğu düşünce silsilesi benim özetlediğim ifadelerle şöyle:
İktidar HDP’ye yönelik bir algı süreci işletiyor. Oluşan algı, muhalefetin HDP ile ilişkisini olumsuz etkiliyor. Muhalefet HDP ile ilişki kuramayınca da iktidara yönelik tavırlarında zaafa düşüyor. Bu arada da HDP, muhalefetin bu tavrına tepki göstererek bir anlamda iktidarın politikalarına etkinlik kazandırıyor.
Yazıdan anlaşıldığına göre Demirtaş, HDP’ye yönelik algı politikasının iki alanda gerçekleştiği kanaatinde.
1-Siyaset – şiddet ilişkisi
2-Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü
Yazıdaki bu paragraf oldukça dikkatli yazılmış, paylaşmak isterim:
“Siyasetin ve şiddetin bir arada olamayacağını bizim de bildiğimizi, bütün sorunlarımıza Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm aradığımızı ve onurlu bir barış için ciddiyetle çalıştığımızı tüm Türkiye’ye en uygun dille, söylemle anlatmamız gerekir.”
Demirtaş bu paragrafa şu ifadelerden sonra geliyor:
“Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız. Mağdur kimliğimizin bizi ezilmişlik veya öfke psikolojisine sokmasına izin vermeden, özgüvenle tüm Türkiye’yi kucaklamak zorundayız.”
“HDP’nin yaşadığı mağduriyetler, siyasi kararlar alırken duygusal davranma gerekçesi olamaz. Türkiye’de değişim istiyorsak bunu kendimizden başlatma cesaretini göstermek zorundayız. Aksi halde, haklı olmamıza rağmen yeterince inandırıcı olamayız.
“Kendi hassasiyetlerimize saygı beklediğimiz her yerde, başkalarının hassasiyetlerine gerekli saygıyı göstermek zorundayız.”
Demirtaş’ın “Türkiyeleşmek” siyaseti yeni değil. Sonraki gelişmelerde o hassasiyetin geri plana düştüğü değerlendirmeleri yapılmıştır. Doğrudur yanlıştır, ancak şu anda cezaevinden yapılan çağrı önemlidir.
Demirtaş, iğne – çuvaldız benzetmesini burada kullanıyor. “Değişimi kendimizden başlatalım, yani iğneyi kendimize batıralım, muhalefet hala aynı tavırda ısrar ederse o zaman çuvaldızı onlara batırabiliriz.”
İğne-çuvaldız metaforunun özeti bu.
Tabi burada, netleşmesi gereken hususlardan biri “siyaset – şiddet ilişkisinin reddi”nin çerçevesi ise, diğeri de “Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm”ün çerçevesidir.
Bu çerçeveler önemli, ama her iki konuda Türkiye’nin hassasiyetini gündeme almak da önemli. Bunun HDP için bir sorun olduğunu kabul de önemli.
Demirtaş, her iki konunun, “Kürt sorunu” genel başlığında paydaş olan birçok odağı ilgilendirdiğini bilir. “Siyaset ve şiddet” denildiğinde mesela, bunun “HDP’yi de ikincil konuma iten başat odağın inisiyatifinden nasıl kurtulunacağı?” sorusuyla bağlantılı olduğu açıktır. Nasıl halledilecek o mesele?
“Türkiye’nin bütünlüğü içinde” yaklaşımı da, içerik değerlendirmesini ve yapısal anlamda uzlaşmayı zaruri kılıyor.
Buna rağmen, ortada, herkesin ön yargısız kafa yorması gereken bir sorun olduğu açık.
Meclis’teki üçüncü partiye kapatma davası açılmış, bu partinin kazandığı bütün belediyelere kayyım atanmış, arkası gelmeyen operasyonlarla toplanmadık HDP yöneticisi kalmamış, sınır ötesi operasyonlar ve evlere ateş düşüren şehit haberleri devam ediyor.
Yani içerde – dışarda çözüm bulunması gereken bir sorun söz konusu.
Demirtaş, kendi kitlesine sesleniyor. Muhalefetten de anlayış bekliyor.
Bu çağrı, iktidarın hoşuna gitmeyebilir. Çünkü olayın bir “seçim” boyutu var. Seçim söz konusu olduğunda da iktidar “İmralı’nın Edirne’dekine hesap sorması”nı bile dikkate alır da, Edirne’dekinin “şiddete tavır” ve “Türkiye bütünlüğü” hassasiyetini ıskalayabilir.
Garip iştir bizde siyaset hesapları ile Türkiye hesapları arasında denge kurmak…