“Bunlar gelirse…”yi kullanamamak…
İktidarın, daha doğrusu AK Parti’nin bir “ana kitle”si var. Bu kitle ekonomiden falan etkileniyor – belki en çok bu kitle olumsuz etkileniyor- ama “Değerler” adına ekonominin kötülüğüne falan aldırış etmiyor.
Ak Parti de – Tabii Cumhurbaşkanı Erdoğan demek lazım- bu kitlenin “Sadakat”ine güveniyor, onu diri tutmaya çalışıyor. O kitle yerinde dursun, kaybedilmesin, üstüne artık ne konursa gibi bir hesap işliyor.
Türkiye, belki 20 yıldan bu yana ilk defa iktidarın değişebileceği iklimini yaşıyor. 7 Haziran 2015’deki sarsıntı “bir şekilde” atlatıldı.
Şimdi kitleler, adaletsizliklerin, yolsuzluklardın üzerine binan geçim derdi ile arayış içine girmiş durumda.
Üstelik şu anda iktidarın karşısında oyları yüzde 25 civarında dolaşan CHP yok, CHP’nin de paydaşı olduğu, üstelik “değerler” noktasında Ak Parti’yi bile sorgulayan partilerin katkıda bulunduğu 6’lı bir blok var. 6’lı blok, iktidarın hem ekonomi politikasını sorguluyor hem de “Değerler” noktasındaki samimiyetini.
Buna rağmen iktidar, özellikle “ana kitle”deki çözülmeyi önlemek amacıyla, 6’lı masayı CHP’ye indirgemeye, onun da geçmişinden gelen dosyalardan hareketle, “bu dönemdeki kazanımların kaybedileceği” temasını işlemeye devam ediyor.
Evet, iktidarın, diyelim ekonomideki sarsıntıyı gidermek için kullandığı yöntem, herkesin ağzına bir parmak bal sürmekse, değerler alanındaki yöntemi, “Gidersek öcü gelir” korkusu oluşturmak tarzında görülüyor.
“Gidersek CHP gelir.
“Gidersek başörtüsü yasağı geri gelir.
“Gidersek İmam Hatipler gider. Gidersek Kur’an eğitimi gider.”
Alanda kitlenin konsolidasyonu bu tür “tehlike uyarısı” ile devam ediyor.
Bu uyarılara Davutoğlu’nun, Babacan’ın, Karamollaoğlu’nun, Akşener’in, Uysal’ın “Hayır, asla böyle bir şey olmaz” tarzında cevap vermeleri, kitlelerin endişelerini kesmeyebilir.
CHP nerede bu konuda?
Kitlelerin bu soruyu sormaları yanlış değil.
Orada Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsü için yasa çıkaralım” hamlesi farklı bir anlam taşıyor.
İktidar, işin içinde “siyasi hesap” olmasa bu hamleye “CHP’nin bu noktaya gelmesi sevindiricidir. Bir ortak zemin oluşmasından ancak memnuniyet duyarız. Ama yasa yetmez, anayasayı değiştirmek gerekir” gibi daha uzlaşmacı bir cevap vermesi beklenmez mi?
Bence gerekir. Başörtüsü, din eğitimi, İmam Hatip, Kur’an Kursu gibi konuların boğuşma – kamplaşma zeminleri haline gelmesi bu konuda duyarlı olan toplum kesimleri için sağlıklı mı?
Bunu kamplaşma zemini haline CHP getirse o da sağlıksız, muhafazakâr bir parti getirse o da sağlıksız. Türkiye 100 yıldır boğuşuyor bu alanlarda, ülkeye bir gram faydası mı oldu?
Şimdi CHP Genel Başkanı olarak Kılıçdaroğlu çıkıyor, bu alanlarda bir Uzlaşı zemini arıyor, üstelik bunu, kendi tabanından ve komşu alanlardan gelen kıyıcı tepkilere rağmen yapıyor, bu defa onu, hem de Cumhurbaşkanlığı seviyesinde “Önümüze gollük pas attı” diyerek karşılıyorsunuz.
Bu mesele birbirine gol atma meselesi midir?
Şunu mu istiyoruz? CHP durduğu yerde kalsın. Toplum değerleri noktasında hiçbir mesafe kaydetmesin. Türkiye’de kitleler hep boğuşsun. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.” Bu mısraları çok okuduk geçmişte. Çünkü kurulu düzen öldürmek istiyordu, yaşamak dostu – düşmanı görmek ve direnmek anlamına geliyordu.
Şimdi, yani 20 yıldır iktidarda bulunan bir yapı, bu defa karşıt cepheler oluşturmaya başladı. Bu defa öteki tarafta “Ey düşmanım…” diye başlayan mısralar seslendiriliyor.
Fark edilmiyor mu?
Adam, hadi oy tabanını artırmak için diyelim, kendi kitlesindeki dışlamaları, belki nefretleri, belki düşmanlıkları azaltmaya çalışıyor. Bu, muhafazakârlar için, dindarlar için, islâmî bir kaygı taşıyanlar için daha iyi değil mi?
Elimizden “Biz gidersek öcü gelir” malzemesi gittiği için mi kaygılanıyoruz?
Siyasi hesaplar, “Dava”nın önüne mi geçti yoksa?
Dava bizim iktidar olmamızdan mı ibaret yoksa?
Nasıl bir Türkiye istiyoruz gerçekte? Birbirine karşı bilenmiş kitlelerin Türkiyesini mi? Böyle mi yola çıkmıştı bu hareket? “Erdem” diye bir çıkış noktası yok muydu bu hareketin? “Erdem”den Cumhurbaşkanının muhalefetin özgürlük alanında attığı bir adımı “gollük pas” diye niteleyebildiği bir nezaket seviyesine mi geldik?