Bu yazıyı iyi okuyun…
Hitabım kime?
İktidara, muhalefete, hepimize… Çünkü hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve olan bitenlerin bedelini hep birlikte ödüyoruz.
Türkiye’nin kara para aklamakla suçlandığı için sokulduğu “Gri listeden çıktık” diye seviniyoruz.
Peki ne zaman girdik gni listeye? 2021’de… Yani 3 yıl evvel. Yani bu iktidar döneminde. Peki “O listeye niye girdik?”in sorgulamasını yaptık mı? “Dış güçler Türkiye’yi sıkıştırmak için soktu” dedik, halkımız o söyleme prim veriyordu ve kendimizde bir sorumluluk aramadık. Ama baktık ki olmuyor, para gelmiyor, dedik ne istiyorsunuz, dediler “40 şartımız var, onları yerine getirirseniz o listeden çıkarsınız”, 39’unu yaptık çıkarmadılar, nihayet madem öyle deyip 40 şartı yerine getirdik ve listeden çıktık. Hikaye anlatmıyorum, söylediklerim tamamen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın ifadeleri…
Bu “Gri liste” işi bir emsal geçen 22 yılın günahları ve ödenen bedeller için…
Mehmet Şimşek gelirken ne dedi? “Türkiye’nin rasyonaliteye dönmekten başka çaresi kalmadı” dedi değil mi? Ülkeyi kim yönetiyorsa ona ve onları o güne kadar uyarmayan halka söyledi.
Şimdi bakın, önceki Şimşek’in örtülü ifadesiyle “irrasyonel” yani Türkçesiyle “akıl dışı” ekonomi - politikaların bedelini tüm Türkiye ödüyor. Memleketin fakirinden alıp zenginine intikal ettirilerek gerçekleştirilen “servet trransferi”nin, yani bölüşüm faciasının, yani muhafazakâr bir iktidar eliyle milyonları fakirleştirmenin bedelini milyonlar olarak ödüyoruz.
Öyle uzun iktidar dönemlerinin bir faydası varsa, yapılanların olumlu – olumsuz karşılığını görebiliyor olmanız.
İşte “Gri liste”ye girdik, sokulduk, çıktık, çıkarıldık.
İşte ekonomiyi irrasyonel yönettik, dibe vurduk, kendi katı politikalarımızdan çark etmek boyutunda da olsa, kendi kendimize “irrasyonel” damgası vurulması pahasına da olsa, milyonların “Yandık, bittik” feryatları sokakları doldurmaya başlamış da olsa, geri dönmeye uğraşıyoruz. Kemer sıkıyoruz, canımız acıyor. “İrrasyonel”in hesabını sormak diye de bir boyutu var bu siyasetin…
Alın dış politikayı… Oradaki tornistanlarımız ne olacak? “Tornistan” demek, yaptıklarınızdan geri dönmek demek… Dış politikada bu çok riskli bir şey… İçinden Suriye çıkar, yanlızlaşmak çıkar, söylediklerinizin yalanması çıkar… Tükürdüğünüz testiden su içmek çıkar… Politikalarınıza yönelik şüpheler çıkar… Dış politika, dünyanın önüne Türkiye’yi koymak anlamına gelir. Her ülke size bir konum belirler… Onun için dış politika hakkında söz söylerken boğazın kırk boğum olduğunu unutmamak gerekir… “Eyyy”leri bilmem neleri daha dikkatli kullanmak gerekir. Değilse dün “Eyyyy” çektiğiniz birisine bugün, milyon milyon mülteciyi ne yapacağınızı şaşırdığınız bir zamanda “Sayın” diye hitap etmek zorunda kalabilirsiniz. Mesela ayak üstü sorulan “Üçüncü dünya savaşı” sorularına ayak üstü “Böyle bir savaşa ordumuz hazır” gibi cevap vermeye kalktığınızda “Ne diyor Türkiye?” diye sorulur.
Mesela Milli Eğitim’i 22 yılda 9 bakanla yönettiğinizde, en son bakana da köklü bir reform yaptırmaya kalktığınızda, size nesillerin hayatı üzerinde nasıl bu kadar kolay operasyon yaptığınız sorulur. Kaldı ki, eğitimde yapılan yanlışların hesabı, işsiz ve mesleksiz milyonlar üretmek tarzında ucun ucun ortaya çıksa da böyle 22 yılda da çıkmaz. “Ülkenin beşeri sermayesi” dediğiniz alan, atıl kapasiteler haline dönüşür ve gençlik sorunu, işsizlik sorunu, uyuşturucu sorunu vs olarak önünüze çıkar…
Devlet içinde “paralel yapılar” oluşturulmasına bakın… 22 yılda bu, kimi zaman görmezden gelindi, kimi zaman tercih edildi, kimi zaman mecburiyet psikolojisi ile sığınıldı… Ama bunun çok kötü bedelleri oldu. Ameliyatlar gerekti… Hala “iktidarı sürdürme mecburiyeti” saikiyle benzeri yapılanmalara göz yumma devam ediyor. Bunlardan “Allah affetsin” noktasına ne zaman gelinecek ve o zaman toplum olarak ödeyeceğimiz bedel ne olacak, bilmiyoruz. 15 Temmuz neydi, nasıl oraya gelindi ve oraya gelirken, oluşturulan paralel yapılanmaların muhasebesi yapıldı mı?
Hukuk, yargı alanı… 22 yılda kaç reform belgesi oluşturuldu? Bu, o alanın ne kadar sorunlu olduğu anlamına da gelmiyor mu? Çok iyi biliyoruz ki, yargı alanının en temel konularında siyaset – hukuk ilişkisinde sorunlar yaşanıyor ve toplum olarak bedel ödüyoruz. En tepeden cezaevinde olan bir siyasi rakibinizi, ya da sevmediğiniz bir eyleme katılan kişiyi “terörist” olarak suçlamak var mı? İktidar ortağı bir liderin ülkenin en temel hukuk kurumu Anayasa Mahkemesi’ni kürsülerden mahkûm etmesi, nasıl bir şey? Bir KHK ile yüzbinlerce kişinin, tüm hayatını “terör suçlaması” ile boğuşmak zorunda bırakmak var mı? Yargı hataları sebebiyle ülkenin milyonlarca lira tazminat ödemesi yargının sağlıklı işlediğinin işareti mi?
“Gri liste”den girdik yazıya… “Keşke girmeseydik gri listeye” demiş olduk çıkarken…Şu yukarda her paragrafta sıraladığımız işler, bir anlamda kendimizi soktuğumuz gri listeleri oluşturuyor.
Ne diyorsunuz, belli ki yönetme sorumluluğu verilen siyasi iradede sorun var, peki ama toplum olarak bizde de yanlışları irademizle düzeltme noktasında bir sorun yok mu? Siyasi iradeye “Bizi gri listeye – listelere neden soktunuz?” diye soru sormak yok mu?
….
Kabinede büyük değişiklikler olacağı konuşuluyor. Olduğunda bir yazı daha yazacağım.