“Vicdan, insanın hakikatten mahrum olmasını telafiye çalıştığı yerdir. Hakikati bilseydik, hakikatin bilgisiyle sınırlanmış olsaydık vicdanımıza gerek olmazdı”.
Sizi tanıştırmak, tanıyanlara hatırlatmak istediğim kişi; vicdanının sesini dinleyerek kendisine hakikat diye sunulanı sorgulama cesareti göstermiş bir Çinli “muhalif” sanatçı: Ai Weiwei (Ay Veyvey). Bazı eserlerinin Eylül 2017- Mart 2018 arasında İstanbul’da da sergilendiğini; “İnsan Seli/Human Flow” adlı belgeselinin ise 2017 Antalya Film Festivali’nde -tam da altyazıda “gerilla” kelimesi belirdikten hemen sonra, muhtemeldir, trafoya-giren-bir-kedinin-yol-açtığı- elektrik kesintisi nedeniyle- gösterilemediğini de hatırlatayım.
The Guardian gazetesi, 2018’de “Ai Weiwei siyasi sesini canlandıran projesini anlatıyor” başlıklı bir podcast yayımladı. Burada, kendisini Pekin yönetimi için “en tehlikeli muhalif”, buna mukabil Batılı sanat çevreleri için “işleri çok satıp çok ses getiren ünlü bir sanatçı” yapan “Hatırlamak” adlı çalışmasını anlatmıştı.
Söylediklerine kulak verelim (italik yazılı kısımları ben ekledim):
* * *
“Bu çalışmamın arkasında, sosyo-politik bir soruşturma var. Bu çalışma, günümüz toplumunda, ağır sansür, ağır siyasi denetim uygulanan Çin’de, bireylerin, nasıl olup da hem tepkilerini ifade edebilecekleri hem de son derece kırılgan olan haklarını savunabileceklerine dair bir sorgulamadır.
2008’in 12 Mayıs günü Siçuan eyaletinde yaşayan 69 binden fazla insan, -8 büyüklüğünde- şiddetli bir depremle yok oldu.
O günden sonra ben, sanata ve gündelik hayata dair fikirlerimi paylaştığım blog’uma tek satır yazamadım. Böyle büyük bir trajediyi anlatacak tek bir sözcük bulamıyordum. Sustum.
Takipçilerim neden bu depreme dair yazmadığımı sorgulamaya başladı. Neden yazamıyordum sahi? Bu depremle ilgili hakikati bilmediğimi fark ettim. Çünkü –üç gün yas ilan eden- devlet enformasyon akışını kontrol ediyor, sansürlüyordu. Kaç öğrenci ölmüştü o gün dersliklerde bilmiyorduk mesela.
Bu soruyu sormakla başladım: Devlet inşa ettiği için güvenli olması gereken, ama yerle bir olmuş o okul binalarının altında, o dersliklerde kaç çocuk, kaç genç kalmıştı? Ne –devlet kontrolündeki- televizyonlarda, ne gazetelerde öğrencilerden, çocuklardan, çocuklarımızdan -Şiçuan depreminin, Pekin Olimpiyatları’yla kazanılacak itibara halel getirmesini istemeyen devlet, enkaz altında kalan her yaşamı, mümkün olan en kısa sürede, bir sayıya dönüştürüyordu: 100. ölü, 1000. ölü, 10 bininci ölü, 60 bininci ölü… BBC bile, depremin 5. yılı vesilesiyle yaptığı haberde “sosyo ekonomik kayıplar açısından insanlık tarihinin en büyük depremlerinden biri” diyebilecek kadar gayri insani bir noktaya sürüklenmişti- bahsedilmiyordu.
Ben de, o yıkılan okul binalarının enkazı altında kaç öğrencinin öldüğünü öğrenmeye ahdettim. Polisi, eğitim bakanlığını, sağlık yetkililerini, sivil savunmayı her gün onlarca kez arayarak, aynı soruyu sordum: Kaç öğrenci öldü? Yanıt alamadım.
Sonunda blog’uma yazdım. Dedim ki, ‘tek bir sorum var, nereye gitti bu hayatlar? Bana katılmak isteyen var mı? Depremin olduğu bölgeye gidip sorularımıza yanıt arayalım?’
Bir çok genç dönüş yaptı ve hızla 100 kişilik bir ekip oluşturarak, insanları deprem bölgesine göndermeye başladık. Yapacakları iş basitti: Kapılar çalınacak ve kurbanların ailelerine, ölen öğrencilerin isimleri, doğum tarihleri, enkazı altında kaldıkları okulun ismi sorulacak ve bir de fotoğrafları alınacak.
40 civarında aileye ulaştıktan sonra, polis bu gönüllü gençleri gözaltına almaya, fotoğraflarına, yazdıklarına, telefonlarına, bilgisayarlarına elkoymaya başladı. Ama kararlıydık. Bir kişi gözaltına alınınca yeni bir gönüllü yerini alıyor, deprem bölgesindeki soruşturmamız aralıksız devam ediyordu.
1 yıla yakın süre sonunda 5.219 öğrencinin ismini, doğum günlerini, ailelerinin-okullarının isimlerini tespit etmeyi başardık - Siçuan depremi kayıtlarına ölü ya da kayıp sayısı olarak 68.712 kişi geçti-
Ekibimizin her bir üyesi deprem bölgesine gidiyor ve bir ölü ya da kayıp çocuk yakınına ulaştığında, elde ettiği bilgileri, her bir aileyi nerede-nasıl bulduğunu ve ailelerle yaptıkları konuşmaların duygu yansıtmayan basit dökümünü bana iletiyor; ben de her birini blog’umda yayımlıyordum. Blog’un takipçi sayısı hızla artmaya başladı. Öyle ki bir aşamada yetkililerin dikkatini çekti ve kapattılar.
Aynı günlerde Almanya’nın Münih kentinde bir sergi açmam bekleniyordu. Ben de “Hatırlamak” adıyla bir enstalasyon kurguladım. Müzenin –Hitler’in estetik anlayışıyla inşa edilmiş Haus der Kunst binasının- ön cephesini renkli sırt çantaları ile kapladım. Canlı renkler kullandım. Ve o renkleri Çince tek bir cümle yazacak şekilde kullandım: ‘Tek istediğim, evladımın -depremde ölene dek- 7 yıl boyunca mutlu yaşadığının bilinmesi’.
Kızını depremde kaybeden annelerden birinin blog’umuzdan haberdar olunca yolladığı mektuptaki cümleydi bu! O da dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kız çocuğu gibi oyun oynamayı, dans edip, şarkı söylemeyi seviyordu. Ancak devletin ihmalkarlığı ve iktidar mensuplarını doğru dürüst bina inşa etmekten alıkoyacak boyuta varmış yolsuzluk ağı nedeniyle ölmüştü. Ve kimse sorduğumuz sorulara yanıt vermiyordu.
Otoriter devletler, sorularınızı yanıtlamazlar. Yanıtlamazlar çünkü tek bir yanıt dahi, hakikati gizlemek için inşa ettikleri ‘hakikati’ yıkmaya yeter.
Ve işte o günden sonra beni devlet düşmanı ve vatan haini ilan ettiler (Ai Weiwei, 2011’de bir dizi blogger, insan hakları savunucusu, avukat, yazar ve aktiviste yönelik eşzamanlı operasyonlar sırasında gözaltına alındı ve 81 gün herhangi bir suçlama yöneltilmeksizin hapiste tutuldu. Nihayet hakim karşısına çıkarıldığında vergi usülsüzlüğü yapmakla suçlandı. Pasaportuna el kondu. 2015’te pasaportuna kavuştuktan sonra ailesiyle birlikte Almanya’ya gitti. Halen İngiltere’de yaşıyor). Bu durum da beni hem uluslararası tanınan bir ‘sanatçı’ haline getirdi, hem de kaçınılmaz olarak ülke içinde ve sonra dışında, bir ‘insan hakları aktivisti’ne dönüştürdü.
Siçuan depremiyle ilgili başka eserler de ürettim. Ancak sosyal-politik meselelere dair bende gerçek bir sorgulama başlatan; beni susmak ile haykırmak arasında seçim yapmaya zorlayan; sanatım, eserlerimle insanlık durumu ve insan haklarına dair duygu ve düşüncelerimi kompartımanlara ayıramaz hale getiren bir süreç oldu. Değiştim. Hayatınızı belki bir ağaç gibi düşünebilirsiniz. Kesip içine baktığınızda her bir yaşın, deneyimin izini, halkalar halinde kesit kesit görebilirsiniz. Bir de ağacın yüzeyinde iz bırakan şeyler vardır. ‘Hatırlamak’ projesi, bu süreç, bende böyle, derin bir iz bıraktı”.
* * *
Bir büyük şair, İsmet Özel, “Sevgilim Hayat” adlı şiirinde nasıl bir hayat düşlediğini tasvir ediyordu. Bu şiirindeki dizeler, Ai Weiwei’nin anlattığı, ağacın gövdesinde iz bırakan deneyimleri düşündürüyor. Şiir yazmak ve şiir gibi yaşamak… Bir de şiir okumak var. Bu Pazar, şiirle vedalaşalım biz:
“Sevgilim hayat
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
(…)
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;
yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
çünkü biz savaşmasak
Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz
Küba’dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu’da
Ke san’da, Kandehar’da ümüğüne basılır mı vahşetin
ve sen boynunu öperken beni sarhoş
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun….”
AI WEIWEI KİMDİR?
- Çinli güncel sanatçı ve insan hakları aktivisti.
- Muhalif şair Ai Qing’in oğlu. 28 Ağustos 1957’de Pekin’de doğdu.
- Babası Çin Komünist Partisi tarafından cezalandırılınca, 1959’da ailesiyle birlikte gönderildiği “yeniden eğitim” kampında büyüdü.
- 1981’de ABD’ye gitti, sanat eğitimi aldı.
- ABD’de Marcel Duchamp ve Andy Warhol gibi figürlerin sanatıyla tanışması çağdaş sanata yaklaşımını önemli ölçüde etkiledi.
- 1993’te Çin’e döndüğünde geleneksel objeler ve elsanatlarıyla yaptığı deneyler, ona eski ve yeni Çin arasında köprüler kurma imkanlarını sundu.
- 2008 Şiçuan depreminden başlayarak, Pekin yönetiminin demokrasi ve insan hakları konusundaki duruşunu açıkça eleştirdi.
- 2015’te Çin’den ayrılmasına izin verildikten sonra, ailesiyle birlikte Almanya’nın Berlin kentinde ve 2019’dan beri ise İngiltere-Cambridge’te yaşıyor.