Şırnak İdil’in ardından önceki gün Diyarbakır Sur da teröristlerden temizlendi. Geride buruk insan hikayaleri kaldı. Onbinlerce Kürt vatandaş evinden, malından, yerinden edildi. Binlerce yıllık tarihi miras, barikatlar için enkaza dönüştürüldü. Peki PKK aslında ne yapmaya çalıştı? Yanıtı, yazar Ümit Fırat verdi.
[Karar]
ÜMİT FIRAT
2013 yılına varıncaya kadar Kürtler ve Kürt şehirleri, bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca her türden askeri ve polisiye operasyonlarla yaşadılar. 1925 Şeyh Said hadisesi arifesinde başlayan olağanüstü idare tarzı, Takriri Sükûn Kanunu ile legalleştirildi ve takip eden yıllar boyunca kâh isyanlar bahanesiyle, kâh sıkıyönetimler bahanesiyle çıkarılan kanunlarla, kararnamelerle ve çeşitli hukuk dışı uygulamalarla, adeta Kürtlerin günlük hayatlarının bir parçası haline dönüştürüldü.
2012 yılı biterken, isyancı Kürt hareketi PKK/KCK önderi Abdullah Öcalan ile Devlet/Hükümet arasında birtakım temaslar başladı. Silahlı çatışma döneminin sona erdirileceği bir sürecin başlatılacağı gündemdeydi. BDP/HDP’li parlamenterlerden oluşan heyetler, devletin bilgi ve onayıyla İmralı Adası ve Kandil Dağı’ndaki PKK/KCK karargâhına gidip gelmeye başladılar. 21 Mart 2013 günü Diyarbekir’de yüzbinlerce insanın coşkuyla katıldığı Newroz Şenliğinde Abdullah Öcalan tarafından yazıldığı söylenen bir metin okundu. Metne göre artık silahlı mücadele dönemi kapanıyor ve demokratik zeminde devam edecek yeni bir süreç başlıyordu. Öcalan’ın bu minvaldeki mesajları 2014 ve 2015 Newroz şenliklerinde de aynen devam etti.
***
2013/14 ve birazı da 2015 olmak üzere, iki buçuk yıllık dönemde, 2013-14 Lice karakol inşaatı ve yol kesme eylemleri, 6-8 Ekim 2014 eylemleri, Aralık 2014 Cizre hendek eylemleri gibi çatışma ve ölümlere neden olan ve zaman zaman hayli kritik sayılabilecek birtakım hadiseler yaşanmasına rağmen, operasyon nedeni yapılmadı. Ne var ki, bu hadiseler, aşılmış gibi gösterilmiş olsa da, açıkça bir güvensizliğin sürdüğünün ve PKK/KCK’nin artık şehir merkezlerinde de silahlı eylemler gerçekleştireceğinin habercisiydiler.
PKK/KCK, başta Suriye’deki iç savaş olmak üzere bölgesel gelişmelerin kendi taleplerine uygun olduğunu düşünerek statü dayatıyor.
Geçmişin sorun çözme yeteneksizliği ve hantallığını koruyan Devletin/Hükümetin işleri ağırdan alması, PKK/KCK açısından tam da istedikleri gibi bir umutsuzluğun yayılmasına gerekçe yapılıyor, zaman zaman İmralı’dan Öcalan’ın devreye girmesi ile krizler aşılmaya çalışılıyor gözükse de, “atlatılan” ve aşılıyormuş gibi gösterilen krizler, bu sürecin fazla uzun sürmeyeceğinin de habercisiydi. Aslında örgüt, tekrar silahlı mücadeleye başlamak üzere yeni mücadele ve savaş biçimleri ile her türlü ön hazırlığını yapıyordu.
‘Dolmabahçe “Mutabakatı” Meselesi’, ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız!’, ‘Besé Hozat’ın Devrimci Halk Savaşı açıklaması’, ‘Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi’, ‘Masayı kim devirdi?’ gibi başlıklar altında aylardır yazılan ve konuşulan ve her biri için yeniden sayfalarca yazılıp konuşulabilecek konular elbette önemlidir. Ancak bu gün yaşananlara baktığımızda, yukarıdaki nedenlerin kısmen etkilerinin olduğu, ama belirleyici olmadığı anlaşılır.
Keza anadilde eğitim hakkı, kimlik hakkı gibi birtakım temel hakların tanınması, Devletin/Hükümetin yapması gereken birçok demokratik reformun gerçekleştirilmesi de önemliydi. Ne var ki, Türkiye’nin demokratikleşmesi de, buna doğrudan ihtiyacı olan Abdullah Öcalan dışında hiçbir PKK/KCK yöneticisinin umurunda değildi.
***
Karşımızda duran mesele, esas itibariyle Kürt meselesi kaynaklı gözüküyor ise de, farklı bir boyuta ulaşmış bir meseledir. Bugün PKK/KCK, başta Suriye iç savaşı olmak üzere bölgesel gelişmelerin ve uluslararası dengelerin kendi taleplerine uygun olduğunu düşünerek açık olarak Türkiye’de kendisi için bir statü talebini dayatmaktadır.
Kürt şehirlerinin neredeyse tamamına yakın bir bölümünde oy çokluğu sağlamıştır. Politik bir otorite olarak zaten büyük ölçüde kontrol ettiği bu bölgenin/şehirlerin, adına “Demokratik Özerklik” dedikleri bir statüyle kendileri tarafından yönetilmesini istemektedir. Mahalli idarelerin önemli bir kısmının kontrollerinde olmasına rağmen, devletimsi bir statüye kavuşmak, ellerindeki silahlı militanları da, yönetecekleri bu şehirlerde otoritelerini korumak üzere öz-savunma güçleri olarak meşru bir güvenlik birimine dönüştürmek istemektedirler. Başta Öcalan olmak üzere belli başlı bütün PKK/KCK yöneticileri, defalarca silahla bir sonuç alınamayacağını ifade etmelerine rağmen, örgüt, ideolojik ve siyasi yapısı itibariyle silahlı yapısını hep korumuştur.
***
“Demokratik Özerklik”in, Soğuk Savaş döneminin Demokratik Halk Cumhuriyetleri’nden daha demokratik bir model olduğunu söyleyemeyiz. Kürtlerin, Kürt partileri ve Kürt yöneticiler tarafından yönetilmemesi ne kadar anormal ve gayrimeşru ise, demokrasi karşıtı bir Kürt partisi tarafından yönetilmeleri de, normal ve meşru sayılamaz. Keza Türkiye için “yerli ve milli olmak” adalet ve demokrasi ile ne kadar uyuşuyorsa, aynı kriterin Kürtler için de geçerli olduğunu görmek gerekir.
Sonuç olarak, bugün tam bir kör dövüşü yaşandığını, meseleye ısrarla bir asayiş sorunu olarak bakmak isteyen ve defalarca denenip sonuç alınamayan bir devlet anlayışı ile nerelere gelindiğini görerek, bütün bu süreçte devletin masum olduğunu söyleyemeyiz.
Kendilerini ‘kurtarıcı’ olarak gören bir yapı, hiçbir meşruiyeti ve başarı şansı olmayan bir tür intihar savaşına başvurdu.
Ne var ki, devleti yeterince tanıyamayan, yeni bir tarih yaratmakta olduklarına inanan ve kendilerini “kurtarıcı” olarak gören bir yapı, hiçbir meşruiyeti ve başarı şansı olmayan bir tür intihar savaşına başvurdu. Binden fazla insan hayatını kaybetti. Yüzbinden fazla Kürt yurttaş evinden, malından, yerinden edildi. Binlerce yıllık bir tarihin mirası olarak korunması gereken kültürel değerler, geri dönüşü mümkün olmayan bir enkaza dönüştü ve kurulan barikatlar için taş yığınları haline getirildi.