Son dakika! 28 Şubat davası ertelendi

Son dakika! 28 Şubat davası ertelendi

28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada, sanıklar ve avukatlarının esas hakkındaki savunmaları tamamlandı. 28 Şubat davasının 13 Nisan'a ertelendiği bildirildi.

28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli orgeneral Çevik Bir, esasa ilişkin savunmasını yaptı.

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davaya, sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katıldı.

Savunmasına 28 Şubat 1997'de düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarını okuyarak başlayan Bir, toplantıda, esasları ve nitelikleri Anayasa'da belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ve Cumhuriyet rejimini yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlarla bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikelerin gözden geçirildiğinin bildirildiğini söyledi.

DAVA 13 NİSAN'A ERTELENDİ

103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada, sanıklar ve avukatlarının esas hakkındaki savunmaları tamamlandı.

Çevik Bir, Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) söz konusu MGK'da alınan kararlar doğrultusunda faaliyette bulunduğunu öne sürdü.

28 Şubat'taki MGK kararının dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, kuvvet komutanları ve sivil MGK üyeleri tarafından imzalandığını dile getiren Bir, "MGK kararı doğrultusunda BÇG'nin kurulması emri, 10 Nisan 1997'de Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanmış, komuta katının oluru alınarak, şahsımın imzasıyla kuvvet komutanlıklarına gereği, MGK Genel Sekreterliğine de bilgi olarak gönderilmiştir." diye konuştu.

10 Haziran 1997'de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca, Genelkurmay Başkanı'ndan onay alınarak yargı mensuplarına brifing verildiğini belirten Bir, bu brifingin Yargıtay üyeleri, tetkik hakimler ve savcılardan gelen istek üzerine 12 Haziran 1997'de tekrarlandığını, ertesi gün gazetelerde çıkan haberlerle tüm Türkiye'nin BÇG'nin kurulduğunu öğrendiğini söyledi.

Genelkurmay Başkanlığınca, 17 Mart 1998'de, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e makamında "İrtica ne durumdadır" konulu bir brifing verildiğini dile getiren Bir, "Demirel, 27 Mart 1998'de yapılacak MGK'nın gündemine bu konuyu aldırttı. Devletin sivil ve asker tüm makamları BÇG'yi öğrendi." diye konuştu.

BÇG'nin MİT dahil devletin birçok kurumuyla yazışmalar yaptığını ifade eden Bir, 28 Şubat süreciyle ilgili suçlandıkları çalışmaların gizli olmadığını, BÇG'nin Genelkurmay Başkanlığının yasal bir çalışması olduğunu savundu.

"ERBAKAN'IN İSTİFASINI ÇİLLER İSTEDİ"

Dönemin Başbakanı Erbakan'ın, başbakan olmak isteyen Tansu Çiller'in telkinleri sonucu 18 Haziran 1997'de istifa ettiğini öne süren Bir, Erbakan'ın istifasına ilişkin yaptığı konuşmada, DYP ile aralarındaki protokol gereği istifa ettiğini söyleyerek, istifanın sebebi açıkça ortaya koyduğunu ifade etti.

Bir, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in basın mensuplarına yaptığı "Şimdi 28 Şubat'a darbe diyorlar. Neresi darbe? Ne edilmiş? Siyasi partiler mi kapatılmış? Milletvekilleri mi tutuklanıp götürülmüş? Bunların hiçbiri yapılmamış. Hükümet görevinin başında." ifadelerine atıfta bulunarak, o dönem yaşananların parlamento dinamikleri içerisinde demokratik olarak gerçekleştiğini savundu.

"BENİM ANNEM DE BAŞÖRTÜLÜYDÜ"

Davanın FETÖ'nün kumpas davası olduğunu ileri süren Bir, görevde olduğu dönemde FETÖ hakkında dönemin Cumhurbaşkanı'na brifing vererek durumu arz ettiğini belirtti.

Brifingin konusunun, FETÖ okulları ve örgütün TSK'de oluşturduğu tehdit olduğunu ifade eden Bir, "O dönem Gülen'e ait yurt içinde ve yurt dışında, toplam 448 yurt, 346 dershane, 181 okul, 3 özel üniversitenin bulunduğunu söyledim. TSK'yi Fethullahçı, Nakşibendici ve Kürtçü-İslamcı, subaylar ve astsubaylar olarak, bölmek suretiyle TSK'nin birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmanın amaçlandığını ilettim." diye konuştu.

Davanın, sahte delillere dayandığını, FETÖ kumpas davası olduğunu savunan Bir, "Davamızla ilgili bazı savcı ve hakimler, FETÖ bağlantısı nedeniyle ya ihraç edilmiş ya da tutuklanmıştır. Genelkurmay Başkanı'nın avukatı davamızın Anayasa Mahkemesine yönlendirilmesini gündeme getirmiş, kabul edilmemiştir. Çok sayıda mağdur ve müşteki, başsavcılıklara başvurarak, davamızı sözde 'bir milli dava' haline getirilmiştir." diye konuştu.

Başörtüsü yasağında BÇG'nin hiçbir ilgisi olmadığını savunan Bir, "Benim annem de türbanlıydı. Hepimiz öyle büyüdük. Muhterem bacılarımın bunu böyle bilmesini istiyorum. 28 Şubat döneminde, TSK'den ilişiği kesilenler Fetullah Gülen teşkilatı mensuplarıdırlar. BÇG'nin tek kişi fişlemesi olmamıştır. BÇG, 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararının, zamanın hükümetinin aynen kabul etmesiyle 14 Mart 1997'den sonra kurulmuştur. Dönemin hükümetinde görev almış Meral Akşener, Şevket Kazan ve Hasan Ekinci mahkemede bizlerden, şiddet ve baskı görmediklerini beyan etmişlerdir." ifadelerini kullandı.

SORUŞTURMA SÜRECİNİ ELEŞTİRDİ

28 Şubat davasının soruşturma safhasına ilişkin eleştirilerini dile getiren Bir, savunmasını şöyle sürdürdü:

"28 Şubat davası, FETÖ'cü savcılar Mustafa Bilgili ve Tamer Tatar tarafından, GATA'da göz doktoruyken 1997'de Fetullah Gülen cemaati mensubu olması nedeniyle YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilen Tamer Tatar'ın getirdiği belgelere dayanarak açılmıştır. Tamer Tatar, diğer kumpas davalarında olduğu gibi belgelerin Çorlu Devlet Hastanesi'nde çalışırken 2011'de bir kargo firmasıyla kendisine geldiğini söyledi. Kargonun gönderen hanesinde Ahmet Yılmaz ismi yer alıyor. Kargo, Ankara'nın Yenimahalle ilçesinden yollanmış. Kargoda 1 klasör, 2 CD/DVD ve imzasız bir mektup bulunuyor. Tatar, hemen ertesi gün kargoyu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında savcı Hüseyin Ayar'a götürüp teslim etmiş. Ayar, belgeleri savcı Fikret Seçen'e vermiş. Seçen, bu belgeleri, Balyoz Davası'ndan bir yıl önce Gölcük'te bulunan birtakım belgeleri de ekleyerek 21 Aralık 2012'de özel bir kuryeyle Ankara'ya savcı Mustafa Bilgili'ye göndermiş. Bilgili, CD/DVD'leri 9 ay sonra adli emanete teslim etmiş. 9 ayda CD/DVD'lerin başına neler geldiğini, klasöre ne gibi sahte belgeler eklendiğini, savcı Bilgili'den başkasının bilmesi mümkün değil. TÜBİTAK görevlilerinden oluşan bilirkişi heyeti, 4 gün içinde 6 bin 355 sayfalık belgeyi incelemiş ve 'CD/DVD'lerin içindeki bilgiler doğrudur. Manipülasyon yoktur. Delil olarak kullanılabilir' şeklinde 42 sayfalık bir rapor yazmış. Talebimiz üzerine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince tayin edilen ODTÜ'lü 3 kişilik bilirkişi heyeti, aylarca süren çalışmanın ardından 'CD/DVD'lerin manipüle edilmiş olabileceği ve bu haliyle delil olarak kabul edilmeyeceği' şeklinde rapor hazırladı."

Dosyaya daha sonra başka belgeler de eklendiğini belirten Bir, "Savcı Bilgili, belgeler arasında bulunan 7 Nisan 1997 tarihli, imzasız, Genelkurmay yazışma usulleri yönergesine aykırı bir toplantı tutanağını delil olarak göstererek 1997'de Genelkurmay karargahında görev yapan 20 kadar general/amiral ve subayı tutukladı. Biz kargo zarfı üzerindeki parmak izlerinin alınmasını talep ettik ancak adli emanette poşet ve zarflar bulunamadı." diye konuştu.

Savcı Bilgili ile dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri FETÖ sanığı Muharrem Köse'nin soruşturma sürecinde ortak hareket ettiğini öne süren Bir, belgelerin sahte olduğunun ispat edilmesi üzerine Köse'nin, Genelkurmay Genel Sekreterliğinin çekmecesinde bulunduğu öne sürülen bir tutanağın fotokopisini mahkemeye gönderdiğini söyledi.

7 Nisan 1997'den belgenin bulunduğu öne sürülen tarihe kadar 5 genel sekreterin değiştiğini dile getiren Bir, bu belgenin önceki genel sekreterler tarafından bulunamayıp, aradan geçen onca yıldan sonra çekmecede bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu öne sürdü. Bir, şöyle devam etti:

"Savcı Mustafa Bilgili, iddianamede, Cumhurbaşkanı'nın hükümetin kurulması görevini Tansu Çiller yerine Mesut Yılmaz'a vermesinin bir çok DYP milletvekilinin istifasına neden olduğunu belirterek, TSK'nin bu milletvekillerine cebir, şiddet ve baskılar uyguladığını ileri sürmüş ama ispatlayamamıştır. Mahkeme heyeti DYP'den istifa ederek Anavatan'a geçen milletvekillerini tanık olarak çağırdı ve her birine DYP'den istifa etmeleri için askeri cenahtan bir baskı, tehdit alıp almadıklarını sordu. Mahkememizde ifade verenler arasında başta Meral Akşener, Hasan Ekinci, Turhan Tayan ve Mesut Yılmaz ile 10'a yakın eski DYP milletvekili, mahkemeye o dönemde kendilerine hiçbir cebir, şiddet olmadığını beyan etmişlerdir.

28 Şubat'ın sembol isimleri Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi şahısların 'irtica tehdidi yaratmak amacıyla askerlerce kullanıldığı' iddialarının tamamen saptırmaca olduğu, ne TSK'nin bu şahıslarla ne de bu şahısların TSK ile hiçbir bağlarının olmadığı, dönemin İçişleri Bakanı Akşener ve Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın da ifadeleriyle çok net biçimde açığa çıktı.

Davanın bir 'darbe davası', iddianamenin de bir 'darbe iddianamesi' değil 17 Ocak 1997 ve 17 Mart 1998 tarihli brifinglerde yer alan 'FETÖ ve irtica ile neden mücadele ettiniz' davası ve iddianamesi olduğu, intikam için açıldığı tüm çıplaklığı ile ortadadır."

"DAVAMIZIN DAVULCUSU TAMER TATAR'DIR"

Bir, 28 Şubat davasının, askerlere yönelik diğer davalar gibi, FETÖ'cü siyaset ve yargı kurumlarının el ele vererek askerler üzerinde itibarsızlaştırma, susturma ve intikam amaçlı kumpas davalarının sonuncusu olduğunu ileri sürerek, şunları söyledi:

"Bu davada da süreç, tıpkı öteki davalarda olduğu gibi, sözde kimliği bilinmeyen kişilerin savcılığa bilgi ve belge ulaştırmasıyla başlamış, ıslak imzalı tek bir doküman olmadan, üzerinde tahrifat yapılan düzmece CD ve belgelerle yüzlerce asker gözaltına alınıp tutuklanmış, kendi ayakları ile ifade vermeye gelenler bile, kaçma şüphesi var denilerek tutuklanmış ve bir kısmı 2 yıla yaklaşan sürelerde cezaevlerinde yatmışlardır. Cezaevlerinde de bizlere çok iyi davranılmıştır. Ama bütün şartlara da uyuyorduk, ne zaman dışarı çıkılır, ne zaman yemek yenir... Daha ziyade orada kaldığımız sürede rahatlamış hissetmişizdir.

Bugüne kadar yapılan duruşmalarda kuşku götürmez bir gerçek olarak anlaşılmıştır ki 28 Şubat kesinlikle bir darbe değildir. BÇG, kesinlikle yasa dışı faaliyet gösteren bir cunta kuruluşu değildir. TSK'nin darbe niyeti olmamıştır. Cumhurbaşkanı Demirel bunu açıkça dile getirmiş ve o dönemde bir darbe olmadığını, her şeyin toplumun gözü önünde demokratik olarak yürütüldüğünü net bir şekilde ispatlamıştır."

Bir, 28 Şubat davasını, Balyoz ve Ergenekon davalarına benzeterek, "Her 3 davanın da bavulcusu vardır, davamızın bavulcusu Tamer Tatar'dır. 3 dava da Fetullah Gülen'in onayı alındıktan sonra başlatılmıştır." dedi.

Bu davalarda sanıklar aleyhine deliller oluşturulduğunu, Genelkurmay adli müşavirlerinin, savcılarla birlikte çalıştığını, Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının Yüce Divan'da yargılanmadıklarını anlatan Bir, "28 şubat dönemi ile suçlanmakta olan bizlerin, yani TSK'nin 21 yıl önce irtica tehdidi konusunda, devletin yönetiminin aldığı MGK kararına dayalı yaklaşımının ne kadar haklı ve doğru olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımın doğruluğu, son olarak yaşanan 15 Temmuz olaylarında da belgelenmiştir." diye konuştu.

Bölücü terör örgütüyle mücadele için kurulan Güven Çalışma Grubu için suçlama yöneltilmezken irticayla mücadele için kurulan BÇG'nin suçlanmasının kabul edilemeyeceğini savunan Bir, "Suçlandığımız BÇG, zamanın Cumhurbaşkanı, hükümeti, komuta katı, MGK üyeleri ve vermiş olduğumuz brifingler vasıtasıyla basının ve ülke halkımızın tamamının duymuş olduğu, yasal bir Genelkurmay Başkanlığı çalışmasıdır." dedi.

Mahkeme Başkanı Mustafa Küçüksoy'un "O dönemde Genelkurmay İkinci Başkanısınız. Sincan'da tanklar yürüyor. 'Planlı tatbikat' deniliyor ama gazeteler, sanki silahlı kuvvetler hükümeti tehdit ediyor diye haber yapıyor. Bu haberler çıkınca Genelkurmay Başkanı ile bunların tekzip edilmesi, yalanlanması için konuştunuz mu?" sorusu üzerine, "Bütün çalışmaları Genelkurmay Başkanımız haftalık arzlarında Cumhurbaşkanı'na iletti." dedi.

SAVCININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

Cumhuriyet Savcısı Yıldırım, esas hakkındaki görüşünde, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 60 kişinin suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanıkların lehine olan Türk Ceza Kanunu'nun 147. maddesi uyarınca "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçlarından "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasına çarptırılmalarını isterken, 39 sanık hakkında beraat talebinde bulunmuştu.

Yıldırım ayrıca, yargılama sırasında hayatını kaybeden 4 sanık hakkındaki kamu davasının düşürülmesini talep etmişti.

ANKARA/İHA

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN