Şehir Üniversitesi Tarih bölümünden Prof. Dr. Tufan Buzpınar, üniversitenin kapısına kilit vurulmasına yönelik kanun üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
Şehir Üniversitesi’nin geleceğiyle ilgili tartışmaların yoğunlaştığı 2019’un son aylarında bir gün zihnimde “Şehir, Mehir olmasın” başlığı belirdi ve bu başlıkla bir yazı kaleme almayı düşünmüştüm. O zaman zihnimde oluşan fikirleri yazmak nasip olmamıştı ama 17 Nisan 2020 Cuma günü Resmi Gazetede yayımlanan 2547 sayılı kanunun ek 11 inci maddesine eklenen yeni fıkralarla, Şehir Üniversitesi’nin faaliyet izninin kaldırılması yolunda yasal alt yapının adeta tamamlanmasından dolayı kapatılmak istenen bu güzide üniversite ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Ekim 2015’te Şehir Üniversitesinde aktif hocalığa başladığımda bir taraftan üniversite anlayışını keşfetmeye, diğer taraftan da senato ve yönetim kurulu üyeliklerimin katkısıyla akademik yapısını öğrenmeye çalışıyordum. İlk dikkatimi çeken husus, Şehir’de bölüm taassubundan ziyade üniversite vurgusunun öne çıkmasıydı. Birçok üniversitede, mezun olduğunuz bölüm önemli iken burada Şehir Üniversitesinden mezun olmak öne çıkıyordu. Bilim ve Sanat Vakfı’nın öncülüğünde uzunca bir süre büyük emek harcanarak geçirilen hazırlık dönemi sonunda, Şehir’de okuyan öğrencinin üniversite kimliğinin öne çıkmasını sağlayacak bir anlayış benimsenmiş ve programlar da buna göre tasarlanmıştı. Disiplinler arası yaklaşımın etkin olduğu programlara göre ilk bir yıl ortak derslerle geçirilecek şekilde planlanmıştı. Böylece, sayısal bölümlerin öğrencileri ile sözel ve eşit ağırlık bölümlerinin öğrencileri bir yıl boyunca aynı dersleri alıyorlar, bölümlerine geçmeden önce içinde bulundukları dünyayı daha iyi anlamalarını sağlayacak, insanlığın geçirdiği evrelerden haberdar ve bölümde başarılı olmak için gerekli akademik yazı yazmak ve eleştirel düşünceye aşina olmak gibi birçok beceriyi kazanacaklardı. Öğrenci, ikinci sene bölüm derslerini almaya başladığında da disiplinler arası bakış açısına uygun olarak, zorunlu derslerinin dışında, bölüm seçmeli dersleri, fakülte seçmeli dersleri ve üniversite seçmeli dersleri havuzlarından dersler almak zorundaydı. Böylece, öğrenci Şehir’deki öğrenciliği boyunca farklı bölümlerin öğrencileri ile ders ortamlarında beraber oluyor ve farklı disiplinlerin kazandırdığı bakış açısı zenginliğine kendiliğinden sahip oluyordu. Bunu daha da üst düzeye çıkarmak isteyen başarılı öğrenciler için bütün bölümlerin Çift Anadal Programı (ÇAP) hazırlanmıştı. Zihniyetin, programın ve fiziki altyapının uygunluğu akademik kadronun ufkuyla güçlenince çok sayıda öğrencinin ÇAP yapması mümkün oluyordu. Buna, uluslararası öğrenci sayısının %20’ye yaklaşması da eklendiğinde zengin arka plana sahip öğrencilerden oluşan sınıflarda ders vermek başarılı akademisyenler için oldukça keyifli bir hal alıyordu.
***
Benim gibi bölüm yapısı kuvvetli üniversitelerde hocalık yapmış birisi için bu durum çok farklıydı. Şehir’in üniversite anlayışını öğrendikçe ve uyguladıkça bu yapının kazanımlarını da görmeye başladım. Uluslararası üniversite ağına dâhil olabilmek için belki bazı dezavantajları olabilir diye düşünülebilecek Tarih Bölümü öğrencilerimizin bile Oxford, Leiden veya Berlin gibi Avrupa’nın seçkin üniversitelerinde staj imkânı bulması ve Erasmus programıyla seçkin üniversitelere gidebilmesi olağan başarılara dönmüştü. Bu yapı ise, Erasmus hibesi alan vakıf üniversiteleri sıralamasında Şehir Üniversitesini birinci sıraya çıkarmıştı (Bütün üniversiteler arasında dördüncü sırada). Öğrencilerimiz, uluslararası hareketliliğe o kadar aşina olmuşlardı ki Haziran 2018’de Şehir Üniversitesinin ev sahipliğinde düzenlenen “Global History Student Conference” (Küresel Tarih Öğrenci Konferansı), Tarih Bölümü öğrencilerinin başardıkları bir organizasyondu. O dönemin bölüm başkanı olarak ifade etmek isterim ki, bölüm hocalarının ve Üniversite yönetiminin payı yol göstericilik ve mütevazı masrafların karşılanmasından ibaretti. Açılış tebliğini Yale Üniversitesinden Dr. Daniel Steinmetz Jenkins’in verdiği konferansın katılımcıları arasında Cambridge, Oxford, Columbia, New York, Stanford, Berlin ve Bremen gibi Dünyanın önde gelen üniversitelerinden öğrenciler vardı. Elbette Şehir Üniversitesi de bir tebliğ ile temsil edilmişti. Arzu edenlerin programın detaylarına ulaşabilecekleri adres: https://www.sehir.edu.tr/en/events/global-history-student-conference-2018
***
Öğrencilerimizin geldiği bu seviye aslında üniversitede uygulanan programın ve üniversite anlayışının bir başarısıydı. Aynı dönemlerde, merkezi sınavlarda (Kamu personeli, Ales vs.) Şehir mezunlarının bütün üniversitelerin mezunları arasında birincilik, ikincilik ve üçüncülüklerde yer almaları da aynı kaynaktan, yani Şehir’in uyguladığı özgün üniversite anlayışına dayalı programdan kaynaklanmaktaydı. Bir başka ifadeyle, öğrenciler sadece uluslararası seviyeye odaklanmıyor aynı zamanda ülkemizde uygulanan kariyer basamakları için de güçlü bir donanımla mezun oluyorlardı.
Şehir’i Şehir yapan hususiyetler çok önemliydi. Bilim ve Sanat Vakfı’nın kurucu başkanı Mustafa Özel’in de belirttiği gibi “evrensel gerçeklikleri özgürce araştıracak ve bu araştırma sürecinin verimlerini tüm insanlıkla paylaşacak bir ÜNİVERSİTE” için yola çıkılmıştı. İyi, doğru ve güzeli ararken, insan, toplum ve doğayı anlamaya çalışırken “özgüven, özgürlük, özgünlük, sorumluluk, üretkenlik, katılımcılık ve evrensellik” gibi ana sayfasında zikredilen değerler gerçekten yaşatılmaya çalışılıyordu. Birçok üniversitede güzel sözler olarak zikredilen bu tür ifadeler, Şehir’de hayata geçirilmeye çalışılan ve karşılığı olan değerlerdi. Bu nedenledir ki Şehir’de ardı arkası kesilmeyen akademik toplantılar yapılıyor, her seviyede müzakerelerle üniversitenin akademik yapısı çalışanlarının katkısıyla şekilleniyor ve tabir yerindeyse herkes katkılarıyla şekillenmekte olan üniversitesini tabii olarak benimsiyordu. Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye üniversitelerinde yetişmiş yüzlerce akademisyen liyakat esaslı bir süreçten sonra öğretim kadrosunda yer almış ve farklı ekollerden gelmiş olmanın sağladığı zenginliği üniversiteye yansıtabiliyorlardı. Liyakat esasına dayalı kadrolaşma yapılınca, tabii olarak, farklı dünya görüşlerine ve farklı ekollere sahip birçok akademisyen Şehir’de kendine yer edinebilmişti. Bu ise, hem önemli bir zenginliği sağlıyor hem de tatlı bir rekabeti ve birbirinden istifade sürecini beraberinde getiriyordu. Herkes daha iyiye, daha güzele doğru kendini bir yarış içerisinde hissederken öğrenciler de bundan olumlu anlamda istifade ediyorlardı.
***
Geldiğimiz noktanın en hüzünlü tarafı da burada yoğunlaşmaktadır. Maya tutmuş, Muhafazakâr kesimin yerel ile evrenseli çatışmadan anlamaya ve anlatmaya çalışmasının uygulama alanı olan iyi bir eğitim kurumu yola koyulmuştu. Evet, daha işin başında sayılırdı ama ivme hep yukarıya doğru ilerliyordu. Mustafa Özel’in ifadesiyle “sahih ve samimi bir bilgi yolculuğunda” hızla mesafe alınıyordu. Hocalar, öğrenciler, kütüphanecisinden, teknoloji transfer ofisi ve bilgi teknolojisi birimi çalışanlarına kadar herkes bu heyecanı hissediyordu. Proje ve indeksli yayın teşvikleri gündemin önemli maddeleri haline gelmişti. Kütüphane imkânları, kendi yaş grubu arasında açık ara öndeydi ama ihtiyaçların karşılanması için kütüphaneciler bütün becerilerini kullanarak istediğimiz malzemeyi bir şekilde temin ediyorlardı. Üniversitedeki ilk yılımda (2016), üzerinde Türkçe yayın olmayan ve yabancı dilde yayınların da Türkiye’de bulunmadığı Filistin Meselesi ile ilgi bir husus çalışmaya başlamıştım. Kütüphanecilerin, ülkemizde alışık olmadığımız bir hız ve sorumluluk anlayışıyla, talep ettiğim yabancı yayınları on gün içinde temin edip kullanmam için hazır olduğunu haber verdiklerinde hissettiğim mutluluğu hiç unutamıyorum. Uzunca sayılabilecek bir bürokratik kesintiden sonra ilmi çalışma yapmak için doğru yerde olduğumu anlamıştım.
Amerika’nın saygın üniversitelerinden Brown Üniversitesini bırakarak Şehir öğretim kadrosuna katılan, ülkemizin son zamanlarda yetiştirdiği önemli tarihçilerden Engin D. Akarlı hocamızın da belirttiği gibi, Şehir üniversitesi, bu topraklarda oluşan kendi kültür zenginliklerimizi ve insan tecrübemizi ciddiye alan ve bunu, bütün insanlığın tecrübesinin bir parçası olarak dünyaya sunmaya çalışan bir çaba içerisindeydi. Bu durum yavaş yavaş kamuoyunda da karşılık bulmaya başlamıştı. Belki de bu yüzden üniversitenin başı derde girmişti. Aziz hocamız Mehmet Genç’in de ifade ettiği üzere, Şehir üniversitesi başkalarının ürettiği bilgiyi tekrarlamaktan ziyade bilgi üretme cüretini göstermeye başlamıştı. Ödüller arka arkaya geliyordu. İlginç bir şekilde, üniversite yönetiminin garantör üniversiteye devredildiği Aralık 2019’da Avrupa Araştırma Konseyi’nin (European Research Council) en prestijli araştırma desteği Şehir Üniversitesinden bir hocamıza verilmişti. Bu çapta Türkiye’ye verilen ikinci araştırma desteği idi ki bunu alan üniversite daha on yaşını doldurmamıştı.
***
Son olarak, Şehir’in faaliyet izninin kaldırılması sürecinde ana neden olarak öne sürülen kredi meselesi makul düşünen hiç kimseye inandırıcı gelmemektedir. Erbabınca bilindiği üzere, tarihi olayların açıklanmasında iki tür nedenden bahsedilir. Birincisi, görünürde olan ama belirleyici olmayan sebeptir. Buna tetikleyici sebep de denir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Bosna ziyareti sırasında bir Sırp milliyetçisi tarafından suikasta uğramasının Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasındaki rolü gibi. İkincisi, yani gidişatı belirleyen tür ise, ilk bakışta göze çarpmayan, zamana yayılan, çok yönlü olan ve birikerek sonucu daha fazla etkileyen sebeplerdir. Şehir Üniversitesi’nin kapatılması sürecinde belirleyici olanlar da işte bu ikinci tür sebeplerdir. Kapatılması taraftarı/aktörü olanlar, anlaşılabilir nedenlerle, hep kredi faktörünün belirleyici olduğunu vurgulamışlar ve vurgulayacaklardır. Bu sebebin arkasına sığınarak kendilerini mazur göstermeye çalışacakları aşikârdır. Ancak, kendileri de iyi biliyorlar ki bu çabaları kamu vicdanında karşılık bulmayacaktır.
Şehir Üniversitesinin kurucu rektörü Gökhan Çetinsaya’nın ifadesiyle “ŞEHİR, kurucularından ve yöneticilerinden bağımsız özgün bir ‘marka’dır. Ne şu kişi ne bu kurumdur. Hocaları, öğrencileri, eğitim sistemi, araştırmaları, tezleri, yayınları, kütüphanesi ile uluslararası bir üniversitedir. Türkiye’nin bir değeridir” (T24, 22 Aralık 2019). Son söz, bu kadar güzellikleri bünyesinde barındıran ve ilim camiasında bir başarı örneği oluşturmaya başlayan Şehir Üniversitesi, bir siyasi ayrılığın “mehir”i olmamalıdır. Olursa, yazık, hem de çook yazık olacaktır.
* İslam hukukunda, Mehr-i müeccel’de ödeme vakti belirlenmemişse, nikâhın sona ermesiyle “mehir”in ödenmesi gerektiği anlayışından esinlenerek başlıkta “mehir” kavramı kullanılmıştır.