Her 100 kişiden birinde görülen depersonalizasyon bozukluğunun, şizofreni kadar yaygın olduğu ancak tanı ve tedavi sürecinde yeterince tanınmadığı ortaya çıktı.
"Kişiliksizleşme" ve "gerçekdışılaşma" olarak da adlandırılan depersonalizasyon bozukluğunda kişi kendine yabancılaşarak bedenine uzaktan bakıyormuş hissine kapılır ve gerçeklik duygusunu yitirir.
Bu olgu, aslında akut kaygı ve travma dönemlerinde gerçekliğin üstünü kapatan bir tür savunma mekanizmasıdır. Esrar gibi uyuşturucularla da ortaya çıkabilir.
Bu hastalıkla yaşamını sürdüren kadınlardan biri Sarah. Mesleği oyunculuk ve rol yapmaya, farklı duyguları yansıtmaya alışık. Ancak yetişkin hayatının büyük bir kısmını Sarah duygusal olarak hissiz, duygulanma yeteneğinden de yoksun olarak yaşamış.
BBC Türkçe'de yer alan habere göre, Sarah bu durumu şöyle ifade ediyor:
"Çok değer verdiğiniz ilişkileriniz, ana kalitelerini kaybediyor. Ailenizi sevdiğinizi biliyorsunuz ama bunu normal bir şekilde hissetmek yerine teoride biliyorsunuz."
Bu, az bilinen ruhsal sağlık sorunlarından depersonalizasyon bozukluğunun bir sonucu.
"Evim film seti, eşyalarım dekor gibiydi"
Sarah, bu dönemde üç kronik olay yaşamış. İlki, bitirme sınavlarına çalışırken gerçekleşmiş. "Bir anda bir şeyler yandı sanki. Her şey çok yabancı ve tehditkâr göründü. Eviniz ya da çok çok iyi bildiğiniz bir yer birden bire film seti gibi, eşyalarınız da dekor gibi görünüyor."
Başkaları ise bedenlerini terk ettikleri korkutucu deneyimler yaşadıklarını, uzuvlarının artık kendilerine ait olmadığını hissettiklerini ve dünyayı düzmüş gibi, iki boyutlu gördüklerini anlatıyor.
İkinci kronik olayda Sarah aynen bunu yaşamış. "Elimdeki kitabı okuyordum. Birden ellerim bir çizim gibi göründü. Fiziksel dünyayla benim algım arasındaki kopuşu hissettim" diyor.
ŞİZOFRENİ KADAR YAYGIN
Bu nadir görülen bir bozukluk değil. 2017 öncesi yapılan üç farklı araştırmaya göre her 100 kişiden biri bunu yaşıyor. Uzmanlar bunun obsesif kompulsif bozukluk ve şizofreni kadar yaygın olduğunu ve onlarca yıldır tıbbi anlamda ruhsal hastalıklar arasında kabul edildiğini söylüyor.
Tedavi edilmeyen hastalar, bu bozuklukla hayatları boyunca yaşamak zorunda kalabiliyor.
Ancak hastalığı tanıyan uzman sayısı oldukça az. Depersonalizasyon bozukluğu yaşayan bir doktor, aile hekimliği eğitimi sırasında ya da tıp fakültesinde depersonalizasyon bozukluğunun anlatılmadığını söylüyor. En az iki hastasına yanlış teşhis koyduğunu söyleyen doktor, meslektaşlarının çoğunun bunu duyduğuna inanmadığını belirtiyor.
TEŞHİS VE TEDAVİ SORUNLARI
Teşhis sorunlarına ek olarak, tedaviye erişimde de sorunlar var. Bir yıl bekledikten sonra Sarah ücret ödeyerek Londra'nın güneyindeki bir uzman kliniğe gitmeye karar vermiş. "Düzenli olarak panik ataklar yaşıyordum. Çok çok korkmuştum. Bir krizdeydim" diye anlatıyor.
Klinikteki Depersonalizasyon Bozukluğu Servisi sadece 18 yaş üstü hastaları kabul ediyor; zaten bu hastalık da genelde ergenlik çağında başlıyor. Kliniğin başındaki Dr. Elaine Hunter çocukları ya da gençleri geri çevirmekten endişe duyduğunu belirtiyor. "Dehşete düşmüş 15 yaşındaki çocuğunu bize getirenleri görünce üzülüyoruz ancak yapabileceğimiz pek bir şey yok" diyor.
Hunter hastalarından birinin bozukluğu 13 yaşında yaşamaya başladığını ve günde 10'dan fazla panik atak yaşayarak iki yıl boyunca evden çıkamadığını anlatıyor. Hasta başlarda kendi anne ve babasını tanıyamayacak haldeymiş. 18 yaş altındaki hastalar için de hizmetin gelişmesini umuyor.
Bir çeşit bilişsel davranışçı tedavi yöntemi geliştiren Hunter, tıp uzmanlarının bu konuda eğitim alması gerektiğini savunuyor.
Hunter'ın hastalarından biri, satış müdürü Sarah Ashley, tedavinin ardından ruh sağlığında büyük fark yaşadığını söylüyor. "Başta ellerime ve vücudumun diğer yerlerine bakıyor ama tanıyamıyordum. Aynaya baktığımda sanki başkasının yüzüne bakıyormuşum gibi geliyordu. Yemek yiyemiyor ve uyuyamıyordum. Şimdi eğer biraz depersonalizasyon olursa çabucak başa çıkabiliyorum" diyor.
Dr. Hunter, hastaların Google üzerinden kendi teşhislerini koyup aile hekimlerine başvurduğunu, oysa bunun tersinin olması gerektiğini belirtiyor.