İngiliz yazar Torben Betts’in ‘Yenilmez’ oyunu Türkiye’de ilk kez İBB Şehir Tiyatroları sahnesinde izleyiciyle buluştu. Betts’in İngiltere’deki 2012 ekonomik krizinin zengin ve fakir sınıflardaki etkisini taşralı ve şehirli iki çift üzerinden hicvettiği trajikomedinin on yıl sonra, Türkiye’nin ekonomik bunalımda olduğu günlerde sahneye taşınması manidar. Kültürel çatışmayı da irdeleyen zamansız oyun, komşuluk, savaş, vatanseverlik ve dürüstlük kavramları üzeri.
Son yılların en başarılı tiyatro yazarları arasında gösterilen İngiliz yazar Torben Betts’in ‘Invincible’ (Yenilmez) eseri Türkiye’de ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnesinde izleyici ile buluştu. Müze Gazhane Prof. Dr. Sevda Şener sahnesinde izlediğim oyun, Betts’in İngiltere’nin 2012’deki ekonomik krizinin zengin ve fakir sınıflara etkisini iki çift üzerinden hicvettiği bir trajikomedi. 2014’te yazılan oyunun on yıl sonra, Türkiye’nin ekonomik bunalımda olduğu günlerde sahneye taşınması ise manidar. Yazarın İngiltere özelinde kuzey ve güney arasındaki kültürel çatışmayı da gözler önüne serdiği oyununu bu coğrafyada yaşayanlar olmamızdan mütevellit bir Batı ve Doğu perspektifinden izlememek de kaçınılmaz. Sosyal gerçekçiliğin kara mizahla harmanlandığı, son dakikalara kadar kahkahaların eşlik ettiği oyunun trajik ve şiirsel sonu ise bir yıldan fazladır Filistin halkının maruz kaldığı katliamlara da bu ezeli sınıfsal çatışma üzerinden de bakmamızı sağlayabilir. Çünkü bu oyunun sonunda da görüyoruz ki ister ekonomik kriz ister gerçekçi bir savaş iklimi, garibanlar tarumar oluyor, zenginler düzenini sürdürecek yeni bir yol mutlaka buluyor.
Betts’in, burjuva bir çiftin işçi sınıfı komşularının hayatını darma duman etmesini ele alan komedisinin ilk sahnesinde sosyalist bir ressam olan Emily ve liberal kocası Oliver’ı izliyoruz. Ekonominin bozulmasıyla geliri azalan çift İngiltere’nin kuzeyine taşınmış, bu sınıfsal düşüşü ise ‘çocuklarının gerçek insanlarla bir arada olması’ gibi ‘yüce erdemlere’ bağlamaya çalışmaktadır. Yeni taşındıkları evin bahçesine dadanan siyah bir kedi ise özellikle evin hanımının sinirlerini zıplatmaktadır. Öte yandan yaşadıkları semtteki toplulukla bütünleşmeye çalışan, bizim deyimimizle mahalle kültürüne dahil olmaya çalışan çiftin eve ilk davet ettikleri komşuları ise bira göbekli, futbol tutkunu bir postacı olan Alan ve güzel karısı Dawn’dır. Burjuva çiftimiz yeni komşuları ile bir araya geldiği gecede ise işler karışır. Kapitalizme, savaşlara şiddetle karşı çıkan Emily, ‘yanlış yönlendirilmiş genç askerleri’ savaşa gönderen politikacılardan dem vurup, onlara inananları da küçümseyerek ‘cahil’ diye damgaladığında, vatansever komşularının oğullarının askerde olduğunu bilmemektedir. Her konuda bir fikri olan, hiçbir şeyi beğenmeyen Emily’nin, ondan ‘aşağı kalmama’ çabasında olan kocası Oliver ise şen şakrak komşusu Dawn’ın karşısında terlemektedir. Tablolarına bin pound değer biçilen bir ressam olan Emily, gecenin ilerleyen saatlerinde komşusu Alan’ın onun sanat görüşünü almak üzere kendi yaptığı kedi resimlerini getirdiğinde oyunun en şenlikli kısma başlar. ‘Gerçeği söylemenin erdemi’nden şaşmayan Emily’nin elinde resimleri ile ondan küçücük bir övgü bekleyen Alan’a sarf ettiği ‘Sen resim yapma’ sözleri ile gece biter. Alan’ın resimlerinde boy gösteren kedi ise Emily’nin nefret ettiği o kara kedidir, yani taşralı komşularının kedisi Yenilmez’dir. İlk perdede bu iki farklı dünyanın insanlarının hayata bakış açısına açılan oyunun ikinci perdesinde yaşananlar ise zengin sınıfının her şart ve durumda bir şekilde ayakta kaldığının, fakir sınıfının ise yitirdikleri ile aklını kaybedecek duruma geldiğinin acı hikayesi...
KOMEDİ VE DRAM ARASINDA BAŞARILI BİR PRODÜKSİYON
Nazlı Gözde Yolcu’nun Türkçeye çevirdiği, Nihat Alptekin’in yönettiği, Nurdan Kalınağa’nın Emily, Gökçer Genç’in Oliver, Gizem Akkuş’un Dawn ve Tankut Yıldız’ın Alan karakterlerine ustalıkla hayat verdiği oyun izlenmeli. Oyunda, her ne kadar ezberden olsa da bir şekilde dünyadaki adaletsizlikleri sıralayan Emily’nin ağzından dökülen repliklerde ‘Filistinde yaşananlar’ cümlesini duymak hoştu. Sanırım bu yönetmen Alptekin’in Gazze’ye sahneden bir selam gönderme biçimiydi. Betts’in 2014’te yazdığı zamansız oyunu, İBB Şehir Tiyatroları’nın başarılı prodüksiyonu ile sahnede komedi ve dram arasında usta bir çizgide ilerliyor. Sınıfsal ve kültürel farklılıklara derinlikli bir bakış sunan oyun, aynı zamanda bu modern çağın insanı için komşuluk, nezaket, savaş, vatanseverlik ve dürüstlük kavramları üzerine de bir kez daha düşünme fırsatı. Mutlaka izlenmeli.
NEYE GÜLDÜĞÜN SENİNKİNİ BELİRLİYOR
Oyunda, Alan’ın acemi, Emily’nin profesyonel resimlerinin yanyana geldiği sahneyi izlemek insanı nezaket ve kabalık eylemleri üzerine hayli düşündürüyor. Bu sahnenin izleyicinin belki de oyun boyunca en çok kahkaha attığı sahne olması da ironik. Emily’nin Dawn’ın deyimi ile ‘bir tuvalin üzerine boya atıp eliyle şöyle bir karıştırılmış’ gibi duran eserleri ile Alan’ın gittiği bir kursun ardından evin kedisini resmettiği kitch eserleri ekseninde yaşanan kavga, ekonominin yanı sıra modern sanatın da yarattığı sınıfsal ayrımın net bir yansıması. Bu sahneyi izlerken insana öyle geliyor ki, Emily’nin günümüzde hemen her modern evin salonunun duvarını süsleyen türdeki eserlerine bakıp gülmemek bizi sanattan anlayan bir ‘burjuva’ kılarken, Alan’ın eserlerine gülmemek ise ‘fakir’ sınıfına dahil ediyor. Özetle, neye güldüğün sınıfını belirliyor.