İnsanın kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmesi 'müspet hareket', başka mesleklerin adavetiyle hareket etmesi ise 'menfi' harekettir. Her türlü hizmet anlayışında, özellikle Allah’ın rızasını esas alan dini hizmetlerde müspet hareket elzemdir.
Hakka ve halka hizmet etmeyi görev addeden mürşitlerimiz, muallimlerimiz ve diğerleri, müspet hareket etmeyi şiar edinmek durumundadır. Ta ki, kaş yaparken göz çıkarmayalım.
Müspet hareketin zıddı menfi harekettir. Her türlü hizmet anlayışında, özellikle Allah’ın rızasını esas alan/veya alması gereken dini hizmetlerde müspet hareket elzemdir.
Müspet ve menfi hareketin tanımlaması şöyle de yapılabilir: İnsanın kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmesi, “müspet hareket”; başka mesleklerin adavetiyle hareket etmesi ise “menfi hareket” tir. Meşhur bir söz var “Karanlığa söveceğine, bir mum yak!” diye. İşte bu düsturda da ‘karanlığa sövmek’ menfi; ‘mum yakmak’ müspet hareket örneğidir. Keza müspet harekette ‘üzüm yeme’, menfi harekette ise ‘bağcıyı dövme’ amacı vardır. Bir hadis-i şerifte (dine hizmet etmeyi düşünenlere) şu tavsiyeler yapılmıştır : “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, Müjdeleyin, nefret ettirmeyin” (Buhari, hno:69).
Müspet harekette samimi olarak hizmet ederken, asayişi muhafaza etmek, muhabbet ekseninde hareket etmek, başkalarına leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak esastır. Özellikle Allah’ın rızasını esas alan hizmetlerde ‘Allah’ın sözünü yüceltmekten başak’ hiçbir gaye ve hedefin olmaması gerekir. Zira, ‘hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda edilmez.’
Müspet hareketin tanımıyla ilgili bu kısa girişten sonra, Kur’an’dan bazı misaller vermekte fayda vardır.
Müspet hareketi teşvik eden bazı ayetler: Bilindiği üzere Kur’an’ın ayetleri, her asra ve her asırdaki farklı kesimlere hitap edip ders verdiği için, birçok anlamları olan geniş kapsamlı ifadelere sahiptir. Bu sebeple “müspet hareket” konusunda misal verdiğimiz ayetlerin başka manalarının da olması ya da “menfi hareket”ten sakındıran yönlerinin de söz konusu olması bir tenakuz olarak görülmemelidir. Çünkü menfi hareketten sakındıran ifadeler, aynı zamanda mefhum-u muhalifiyle müspet hareketi de emretmektedir. Bu hususu ilgili ayetlerin açıklamasında daha yakından göreceğiz.
Yumuşak davranışın övülmesi
“(Resulüm!) İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer kaba tutumlu ve katı yürekli olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet!” ( Al-i İmran, 3/159)
Bu ayette, Uhud Savaşında -bilmeyerek de olsa- Hz. Peygamberin, verilen emirlerini çiğneyen ve 70 kişinin şehit olmasına sebebiyet veren bazı sahabilerin bu kusurlarını görmezlikten gelmesi, onlara kızmayıp yumuşak davranması, onları affetmesi Allah’ın sonsuz rahmetinin bir tezahürü olduğu bildirilmiş ve bu davranış müspet bir hareket olarak övgüye layık görülmüştür. Ardından da katı yürekli, sert ve kaba davranışların, insanların arasındaki sevgi ve saygıyı ortadan kaldırıp onların bu yüzden ihtilaf ve tefrikaya düşmelerini tetikleyen menfi bir hareket olduğuna işaret edilmiştir.
Enaniyet sahibi kimselerle özellikle yumuşak konuşmanın tavsiye edilmesi
“Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar” (Ta Ha, 20/43-44) mealindeki ayetlerde, Hz. Musa ve Hz. Harun’un Firavun’a gidip onu hakka davet etmeleri ancak onunla yumuşak sözlerle konuşmaları, düşünmesine fırsat vermek için damarına dokunmamaları özellikle tavsiye edilmiştir.
Tartışırken karşı tarafa esnek bir tutum takınmanın tavsiye edilmesi
“(Resulüm! Eğer onlar (inkârcılar) seni yalanlarlarsa o zaman de ki: ‘Benim amelim bana ve sizin ameliniz de size ait. Siz benim yaptığım şeylerden uzaksınız, ben de sizin yaptığınız şeylerden uzağım” (Yunus, 10/41) mealindeki ayette, Hz. Peygambere inkârcılara karşı şiddetle mukabele etmek yerine, çok müsamahalı bir ifadeyle onlara cevap vermesi tavsiye edilmiştir. Kur’an’ın irşat metodu, ilim ve irfana, tebliğ ve ikna etmeye, muhabbet ve şefkate dayanan bir ilahi metottur.
Not: Bu konu devam edecek.
ZAMAN İHTİYARLADIKÇA KUR'AN GENÇLEŞİYOR
İslam gibi evrensel bir dinin mensupları olarak, insanlık camiasına nasıl bir hizmet metodunu takip etmeliyiz?
Her zamanın bir hükmü var. Zaman büyük bir müfessirdir, kaydını gösterse itiraz edilmez. Ve zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor, çağın ilimleri ışığında ifadeleri ve işaretleri daha da berraklaşıyor. Bu realite de gösteriyor ki bugün insanlığa yapılacak en başarılı bir hizmet çağın gereklerini göz önünde bulundurarak icraatta bulunan hizmettir. Gerçekleri öğrenme aşkının filizlendiği bu zaman diliminde, çağın gerisinde kalarak, bir barış dini olan İslam’ın imajını zedelemeye, insanların şevkini kırmaya hakkımız yoktur. Zamanın tefsir ettiği bu gerçekleri birkaç madde halinde özetleyebiliriz:
Bu asır ilim asrıdır. Kıyamete kadar gittikçe ilimler daha da artacak yeni keşifler ortaya çıkacaktır. Bugün bizim en büyük düşmanız cehalet, yoksulluk ve ihtilaftır. Bunlara karşı tavizsiz duruş sergilememiz gerekir. Önce kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak dinî ve fennî ilimlerin tahsiline önem vereceğiz. Tabii ki herkesin bütün ilimleri öğrenmesi mümkün değildir. Bunu iş bölümü çerçevesinde yapacağız. Bu bir farz-ı kifâyedir, cenaze namazı gibidir, bazılarının yapması yeterlidir, fakat bu işler eksik yapılırsa, ihtiyaca cevap veremiyorsa, bütün toplum, bütün ümmet günahkâr olur. Bu bağlamda şunu vurgulamak gerekir ki, insanlara doğru İslam’ı ve İslam’a yakışır doğruluğu, doğru olarak yaşar ve yaşatmaya çalışırsak iki cihanda da mesut ve bahtiyar oluruz. Şu halde, bilgi-bilgisayar çağı olan bu asırda tek silahımız ilim olmalıdır. Artık cihat manevîdir, fikir, ilim, kalem üzerinde yükselir İslam’ın evrensel mesajı. Kur’an’ın ilk inen ayetlerinde okuma, insanların yaratılışı ve kalemin dikkatlere sunulması, fen bilimleri ile dinî ilimlerin birlikte okunmasının gereğine güçlü bir vurgudur.
Maddi/ekonomik gelişme düzeyi bu günkü toplumların değer ölçüsü haline gelmiştir. Asrın ihtiyacı olan bu gelişmeye ayak uyduramamış İslam âleminin bu günkü perişan vaziyeti, bu ölçünün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Şahsî menfaatleri için değil, Müslümanların menfaatleri için zengin olmaya, teknolojiyi elde etmeye çalışanların sevabı büyüktür. Çünkü bu asırda “İ’la-yı kelimetüllah maddeten terakkiye mütevakkıftır.” Yani, Allah’ın mesajlarının evrensel boyutta hâkim olabilmesi, maddi imkânlara bağlıdır. Devletçe-milletçe buna dikkat edeceğiz, dikkat edenlere taraftar olacağız. “Bir hırka-bir lokma” devri geçmiştir. Çünkü işler ferdî hayat boyutundan çıkıp toplumsal, evrensel bir boyut kazanmıştır.
İhtilaflardan sıyrılıp ittihada, ittifaka ulaşmak için, Allah’ın ipine sımsıkı sarılacağız:
“Müminler ancak kardeştir” ayetinin önüne hiçbir tasavvur geçmemelidir. Ne ırk, ne bölge, ne yakın akrabalık, ne dünya menfaati, ne ideolojik yoldaşlık, ne siyasî görüş farklılığı İslam kardeşliğinin önüne geçmelidir. Allah’ın öngördüğü bu ittifaka girmeden, arızî rüzgârların önünde savrulmaktan kurtulamayız.
Her zaman barıştan yana olmak, İslam mesajının her tarafa yayılmasının önemli şartlarından biridir. Çünkü gerçekler, ancak sakin atmosferlerde anlaşılabilir. “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” şeklindeki nurlu düstur, İslam’ın güzelliğini, merhametini, şefkatini, evrenselliğini, âlemlere rahmet veçhesini seslendirmektedir.
“Aç olan canavara karşı gevşeklik göstermek, merhametini değil, iştihasını açar, geri dönüp dişlerinin kirasını da ister” şeklindeki hakikat düsturu ise yerine göre hikmete uygun hareket etmenin, dalkavukluk yapmamanın, gevşeklik ve korkaklık göstermemenin, izzetli, vakarlı bir duruş sergilemenin lüzumuna işarettir. Bütün hürmet ve muhabbetimiz, itaat ve bağlılığımız, İslam’ın ders verdiği hak ve hakikatlerin eksenine dönsün. Bütün saygı ve sevgilerimiz, kardeşlik ve ittifak duygularımız, akli ve kalbi tarafgirliğimiz, bu hakikatleri idrak edenlere olsun. Âmin!