Niye herkes bize düşman?
Türkiye’nin özellikle Suriye iç savaşına karışmasından itibaren dengesi bozulan ve giderek çıkmaza giren dış politikasının revizyona ihtiyaç duyduğunu o günlerden bu yana savunageldim.
Daha önce yazdıklarım bir yana, KARAR.’da söz konusu formülasyonu ifade ettiğim ilk yazı gazetenin daha ilk günlerinde çıkan (17 Mart 2016) “Dış Politikada Düşman Azaltma Zamanı Geldi” başlıklı yazıydı.
Elbette, okul kitaplarında bile yazıldığı üzere, dış politikada dostluklar ve düşmanlıklar olmaz. Milli menfaatler doğrultusunda ülkelerin arasında rekabet veya işbirliği olur. Dostları çoğaltmalıyız demek, işbirliği yapabileceğimiz aktörlere ilişkin seçeneklerimizi çoğaltmalıyız demek.
Bahsettiğim yazıdaki “dış politikada dostları çoğaltmalı, düşmanları azaltmalıyız” ifadesini o günden beri başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar mensupları yeri geldikçe slogan gibi kullanıyorlar. Ama bu sözü kuru bir retorik malzemesinden ibaret gördükleri anlaşılıyor.
Bugünlerde Akdeniz’de yaşadığımız gerginliklere bakın... Birçok bakımdan son derece haklı bir pozisyonumuz olmasına rağmen bize hak veren, bize destek olan, yanımızda duran tek bir ülke bile yok. Aslında sözkonusu bölgede ortak çıkarlarımızın olduğu ve dolayısıyla işbirliği yapabileceğimiz bir çok ülke var ama hiçbiriyle bir araya gelemiyoruz. Hem sahada hem masada yalnız başımıza çabalıyoruz. Çünkü orada kullanılacak krediyi çoğunlukla seçim meydanlarında harcadık. Attığımız taşın ürküttüğümüz kuşa değip değmeyeceğini hesaplamadık. Popülizmi ve sandık dengelerini bir yana bırakıp yalnızca milli menfaatleri esas alan bir dış politika yaklaşımı gösteremedik.
***
Mamafih ülkeyi yöneten kadroların zihninde dış politikadaki “dostluk” konusu ciddi bir problem alanı olarak görülmüyor diyemeyiz. Ama bu konunun karşılıklı çıkar ilişkileriyle irtibatını kurmaksızın yapıyorlar bunu. Son olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay, “Bazı ülkelerin Doğu Akdeniz’de oynamakta oldukları tehlikeli oyunlar, Türkiye açısından kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’nin dostluğu değerlidir, bilen için” demiş. Dostluğumuzun değerini bilemeyenleri suçlamış.
Küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerimizin rasyonel zeminde ve uzun vadeli politik programlar çerçevesinde yürütülüyor olmaması kimin suçu peki?
Tecrübe ve gelenek taşıyıcısı kurumların politika yapım aşamasında işlevsiz bırakılmış olması kimin suçu?
Suriye veya Mısır söz konusu olunca “idealist dış politika” yanlısı olup Kırım veya Doğu Türkistan meselesinde “realist” kesilmek hangi düşman gücün bize yaptığı kötülük? Bu sorulara verilecek cevabımız olmadığında, bazı günler “Türkiye’nin dostluğu değerlidir” diye konuşan iktidar sözcüleri, bazı günlerde ise “Türkiye’nin yalnızlığı değerlidir” diyerek durumu idare edebilirler. Her durumda değerimiz işe yarıyor! Siyasetçi için önemli olan değerimizden bahsetmek. Değerimizi arttıran veya eksilten işler yapmak önemli değil...
***
Bütün bunlar bir yana, bazı çevrelerde yaygın olarak kabul gören bir analize göre “İslamcı kadroların eski ideolojik takıntıları AK Partinin dış politikadaki yönelimlerini şekillendirdi.” Bu bana göre sorunu bütünlüğü içinde açıklayıcı bir tez değil. Aslına bakarsanız ideolojik faktörün bu alandaki etkisinin oldukça sınırlı olduğunu düşünmek daha doğru. AK Parti yönetimi politikalarını ideolojik olmaktan ziyade pragmatik gerekçelerle şekillendirdi daima.
Ancak tabii belirli konularda atılan -siyasi veya ekonomik gerekçeli- birtakım adımların tabanda meşruiyet bulması için ideolojik gerekçelerin kullanıldığını, kimi zaman (mesela seçim dönemlerinde) ise bütünüyle seçmen tabanına hoş gelecek adımların atıldığını -yani dış politikanın iç politika malzemesi yapıldığını- söylemek gerekir. Sonuçta bu da ideolojik değil pragmatik bir tutum.
Dolayısıyla dış politikamızın içine saplandığı çıkmazdan kurtulmasının yolu hali hazırda yapılanların tamamen aksinin yapılmasından geçiyor. Öncelikle de politika inşa süreçlerinin popülizmden, yani iç politikanın çemberinden kurtarılıp kurumsal birikim, uzun vadeli vizyon ve milli menfaat algısı temelinde yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Ancak bu sayede günübirlik değişen dış politika adımları yerine kalıcı ilkelere dayalı dinamik bir anlayış yerleştirilebilir. Ancak bu sayede dış politikamız içine düştüğü dikenli yoldan çıkabilir.