Görüşler

İki farklı Tanrı tasavvuru ve İslamcı siyaset pratiği

İki farklı Tanrı tasavvuru ve İslamcı siyaset pratiği

‘Politik Teoloji Yazıları’ kitabının yazarı İlhami Güler: Batı’nın ancak İkinci Dünya Savaşından sonra oturtabildiği kurumsal akıl, kuvvetler ayrılığı, anayasal demokrasi ve hukuk devletine kavuşabilmemiz için biraz daha çabalamamız gerekir.

1 - SALTANAT TARİHİ VE TANRI TASAVVURU  

Kadim Yemen’deki “Main” ve “Sebe” Krallıklarından gelen ve Cahiliyye Araplarında devam edip Kur’an’da yer alan (42/38), -Yunan Demokrasisine benzer şekilde- halkı yönetime katmak olan “Şura” pratiğinin, İslam döneminde  “Hilafet” olarak, otuz senelik meşru bir yönetim arayışını dışarı çıkarırsak; bin dört yüz senelik “Saltanat” tarihi Mısır, Mezopotamya, İran ve Bizans’ın tesiriyle “Çoban-Sürü” ve “Tanrı-Kral” geleneğinin etkisinde kalmıştır (Doğu Despotizmi).

Bu yapının, teolojik olarak İslam ile temellendirilmesi ise, Mutezile (Tevhit ve Adalet) ve Matüridiliğin (Hikmet) Tanrı tasavvurlarından ziyade; Eş’ariliğin Âlim-i Mutlak, Mürid-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak, “Hikmetinden sual olunmayan (Hikmet-i Hükümet)” Tanrı tasavvuru tarafından yapılmıştır. Yani Allah’ın tüm insanlara karşı göstermiş olduğu Rahman, Rahim, Adil, Rezzâk, insanlardan görüş alan (şura, maruf-münker, tayyip-habis…) sıfatlarına değil; büyük ölçüde zalimlere karşı göstermiş olduğu Cabbâr, Kahhâr, Zü’l-İntikam… sıfatlarına yaslanılmıştır. 

Kadim Yunan’da yönetim işi “Kaptan-Gemi” metaforu ile ifade edilirken; Mısır-Mezopotamya’da “Çoban-Sürü” metaforu ile ifade edilmiştir. Çoban, sürüyü koruyup beslediği gibi; onu kurt ile korkutup sonunda koyunları kendisi boğazlayabilir de. Bu, çobanın niteliğine/karakterine bağlıdır. Bu kod, tehlikeye her zaman açıktır.

Hz. İsa, İncillerde bu metaforu –birinci anlamda- kullandığı gibi; Hz. Muhammed de bir hadisinde bunu kullanmıştır: “Küllüküm rain ve küllüküm mesulün an raiyyetihi=Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden mesulsünüz.” Ancak Kur’an, Arapların Hz. Muhammed’e: “Bizi güt=Raina” demelerine karşı çıkmış ve onlara: “Bize bak=unzurna (ihtimam göster)” demelerini (2/104) ve kamusal/siyasal işlerini aralarında ve Hz. Muhammed ile “şura” yoluyla çözmelerini tavsiye etmiştir (42/38; 3/159). 

İmparatorluklar döneminde her ne kadar şeriat âlimleri (ulema) sivil olarak halkın hukukunu korumaya çalışmış olsalar da (“Şeriatın kestiği parmak acımaz”); siyasi irade, çoğunlukla ulemayı, kendi iradesi ve baskısı altına alarak (Ulema-i Rüsum) iradesini hükümferma yapmaya çalışmıştır. Nice âlimlerin hapishanelerde çürüdüğünü veya katledildiğini biliyoruz.

İslam’ın mutlak olmayan ilmi ve ahlaki temsili, sivil ulemada olması gerekirken;  ciddi düzeyde “Kilise”yi andıran saltanat/devlet tarafından yapılmıştır. ”Din-u Devlet” kavramı, bunun ifadesidir. Ulema, fıkıh-içtihat-fetva aracılığı ile sivil “Hukuk” yapmaya çalışırken; Saltanat/Sultan, “Zillullah=Allah’ın gölgesi” nitelemesi ile iki dudağı arasından çıkan “Kanun” ve “Ferman” lar ile halkı yönetmiştir.  

M. A. Cabiri’nin vurguladığı gibi, İslam’ın siyasal hakimleri olan Arapların (ve Türklerin de-İG) yönetim aklını kabile (Boy-Soy,…Oğulları), ganimet ve akide motive etmiştir. Ganimeti gasp eden kabile, toprak mülkiyetini mutlak kontrolüne alarak akideyi de kendi oluşturarak veya kontrolüne alarak yönetim işini deruhte etmiştir. Abbasilerin orta döneminden sonra Mutezile saf dışı bırakılarak Eş’arilik, medreselerde devletin resmi/sünni ideolojisini oluşturmuştur. 

2 - İSLAMCILIK VE TANRI TASAVVURU 

Günümüzdeki “İslamcı” hareketler, uzun süre “Biat” kavramı ile geleneksel “Saltanat” kodunu otoriter-totaliter bir algı ile sürdürmüş olmalarına rağmen; en sonunda Demokrasinin  “Seçim/Sandık” kavramlarını –istemeyerek- kabul ederek, “Seçilmiş Sultan/Kral” ve yönetim şekli olarak da” Cumhuriyet” e razı olmuşlardır.  

“Tevhit” kavramının Eş’ari versiyonu, politik düzlemde “Tek-Adam” şeklinde tezahür ederken; teolojik olarak “hakikatin tekliği” motivasyonu/kodu/dogması da, bu tek adamın politik icraatlarında “Otoriteryanizm” olarak tecelli ve tezahür etmektedir. Oysa, hukuk-hakkaniyet(adalet), toplumdaki “Tanrısallık”tır. 

Oysa demokrasi ve şura kavramları, -teolojik düzlemde değil- politik düzlemde çok partililik, sivil toplum ve iktidar-muhalefet kavramları ile “müşrik (çoğul)” bir kuvvetler, partiler panteonunu, toplumsal-politik yapı olarak önermektedir. Yasama-Yürütme ve Yargı “teslisi” yani “kuvvetler ayrılığı”, bu yönetim tarzının esasıdır. Kişi kültü yerine kurum ve kural, ehliyet ve liyakat, yönetimin temelidir. Bunun sebebi siyaset, hukuk ve iktisat alanlarında hakikatin çoğulluğu ve mutlak olmayan hakikate erişmenin yolunun “icma/konsensüs” ile sağlanmasıdır. 

Tanrı’nın Rahmaniyeti ve Adil oluşu, politik hayata “şura” kavramı olarak yansıyabilseydi; İslam toplumları hukuki hayatı ulemanın çoğul içtihatları ile sivil olarak tutmayı başardıkları gibi; siyasi hayatı da kuruma, kurala, hukuka (Anayasa) bağlı olarak oluşturmayı başarabilirlerdi. Ancak Eş’ariliğin Kadir-i Mutlak, Âlim-i Mutlak ve Mürid-i Mutlak, dolayısıyla “Hikmetinden sual olunamayan” otoriter (Kaderci), Kahhar, Cabbar, Zü’l-İntikam… Allah tasavvuru, siyasete yansıdığı için, kolayca Saltanat ve Tek-Adamcı politik kültür oluştu. 

İnsanın canının/kanının haramlığı/kutsiyeti gibi, özel mülkünün de aynı olduğu (makasidu’ş-şeria) kabul edilseydi; bunun üzerine bir “Kamu hukuku” geliştirilebilirdi. Oysa toprak mülkiyetinin, ta baştan itibaren (Hz. Ömer) “devlet” dolayımı ile Halifenin-Sultanın emrine verilişi, siyasal iktidarın keyfi olarak bu toprakları “miri malı” , “ıkta”, “has-zeamet” ,“tımar” vakıf”, “Arpalık”, “ulufe”… adı altında “istediğine (hukuksuzca)” vermesini doğurmuştur. İslam toplumlarının bir türlü “Kamu Hukuku” geliştiremeyişlerinin ve siyasal iktidarın kamu kaynaklarını harcamasını denetleyemeyişlerinin (Bütçe Hakkı) gerisinde yatan, bu tarihsel pratiktir. Bireysel özgürlüğün ilk şartı, özel mülkün dokunulmazlığıdır. Bunun ilk şartı da, bireylerin, mülkleri üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilmeleridir. İslam imparatorluklarında özel mülk, daima siyasal iktidarın tehdidi altında bulunmuştur: “Haydan gelen huya gider.” 

3 - TÜRKİYE PRATİĞİ VE TANRI TASAVVURU 

Türkiye’ye gelecek olursak, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Hilafet, Şeriat ve Tarikat’ı ilga eden ve kendisi de bir “Osmanlı Paşası” olan M. Kemal Atatürk, teorik olarak “saltanat”a karşı olsa da; -bir “devrimci” olarak- “Tek-Adam” ve “Tek Parti” yönetimi kurarak, Cumhuriyet rejimini benimsemiştir. Ancak demokrasiyi uzun vadede hedeflediği de bazı icraatlarından anlaşılmaktadır. Rejimin ideolojisini de, Şeriat ve Tarikattan sekülerliğe dönüştürmüştür. Ancak, 1950’den itibaren Türkiye demokrasiye doğru yol almaya başlamıştır. 1960 ihtilali ile Askeri bürokrasi (M. Kemal’in “Ehl-i Beyti” olarak), siyasal sistem üzerinde (seküler) ideolojik bir baskı/vesayet kurarak, muhafazakâr bir karşı devrimi önlemeyi amaçlamıştır. 

1960-2010 tarihleri arasını, Türkiye’nin demokrasi kurma çabası olarak görmek mümkün. Daha sonraları Ak Parti, “Parti” olma niteliğini büyük ölçüde zayıflatarak, bir nevi siyasal bir “cemaat”e dönüşerek, Sayın Erdoğan’ın –İslami tarihsel kodlara atıf yaparak konuşacak olursak- “Sultan”lığının veya kendinin daha uygun göreceği bir niteleme ile “Halife”liğinin kontrolüne girdi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gündeme getirilen ve uygulamaya konulan “Başkanlık” kavramı/sistemi, bu kodun tecellisi-tezahürü işlevi gördü. Son dönemlerde şikâyet konusu olan “KHK”lar, hukuka ve iktisadi sisteme yapılan “tek” yanlı müdahaleler, bu teolojik tek “Tanrı” ve tek “Hakikat” algısının,  politik aktörde ortaya çıkan tipik yansımalarıdır. 

Tanrı’nın gerçek temsilcisi Peygamber vefat ettikten sonra, –Ulema değil- “Din adamı/din ulusu” denen ve kendilerine kutsiyet atfeden-atfedilen haham (Yahudilik), rahip, papaz, ruhban (Hrıstıyanlık), imam, Ayetullah, mehdi (Şiilik), gavs-kutup, veli/evliyaullah, mehdi, şeyh/meşayıh (Sünnilik) denen, -kerameti kendinden menkul-, samimi veya kurnaz olabilen, Tanrı’nın otoritesini kullanarak kendilerine itibar, nüfuz ve menfaat devşirebilen “temsilci”ler türemiştir.

Benzer bir durum, “Zillullah” rolünü üstlenmiş politik bir figür olan “Halife-Sultan”  veya “Tek-Adam”, “Başkan” ın etrafında (Sarayında) onunla irtibatı, iltisakı ve ilişkisi olan veya onunla akraba olan şahıslarda da oluşmuştur. Bunlar, -bürokrasinin dışında- “elçiler” rolünü üstlenerek kişisel itibar, nüfuz ve menfaat devşirirler. Tek adamlara taraftarları genellikle dalkavukluk yaparak “Karizma” sıfatı verirler. Oysa karizmanın ölçüsü, dostları ve düşmanları nezdinde saygı uyandıran politik kişiliktir. Sadece taraftarlarınca saygı-korku duyulan kişi “Kahraman” veya “Kabadayı” dır. Bunu doğuran husus ise, düşmanları ile giriştiği çatışmada korkusuzca ölümü ve yaralanmayı göze almış olmasıdır.  

Sonuç olarak, Batı’nın ancak İkinci Dünya Savaşından sonra oturtabildiği kurumsal akıl, kuvvetler ayrılığı, Anayasal Demokrasi ve Hukuk Devletine kavuşabilmemiz için, biraz daha çabalamamız gerekir. Umarım Sayın Başkanın son gündeme getirdiği “Hukuk Reformu” söylemi, -yeni bir taktik(siyaset değil-; kendinin de bunların değerini daha bir takdir etmiş olduğunun ifadesidir. 

İlgili Haberler
YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
16 Yorum
  • Meraklı Okur / 03 Aralık 2020 12:47

    İslam aleminde yargı,yasama ve yürütmenin akide esaslarıyla ne denli içli olduğunu güzel ortaya çıkarmış bir makale olmuş.Emeğinize sağlık İlhami Bey!

    Yanıtla (0) (0)
  • Çapraz okur / 03 Aralık 2020 11:37

    Hocam çok güzel yazmışsınız.Özellikle ülkemizin yönetim kodlarının nereden geldiğini güzel tespit ermissiniz.Başarıar dilerim.

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat hakan / 30 Kasım 2020 09:09

    Tek kelime ile "Mukemmel"...

    Yanıtla (1) (0)
  • sabri reyiz / 29 Kasım 2020 12:34

    bu kadar dar alanda ve bu kadar az kelimeyle tarihsel süreçte geldiğimiz nokta ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. yine bir umut cümlesiyle makale sonlanmış. umudumuzun hep yeşil kalması dileğiyle teşekkürler hocam.

    Yanıtla (1) (0)
  • Ümüt / 29 Kasım 2020 10:38

    Yeni Asya gazetesi bu yazdıklarınızı 50 yıldır yazıyor. Gazetecilerde birbirlerine destek olmalı. Ama devlet sopasını herkese gösteriyor, reklam vermiyor, basin kartını vermiyor, gazeteleri satin alıyor,, insanlar farkına arıyor ama kandiriliyorlar

    Yanıtla (1) (0)
  • karar okuru / 28 Kasım 2020 22:56

    Bütün dinlerin yapılarının birbirlerine nasıl benzediginin de güzel bir örnegi. sadece isimler degişik ama roller aynı. haham-papaz-imam-evliya hiç düşünmemiştim, ayıktırdınız beni teşekkürler.

    Yanıtla (3) (0)
  • Kemal Yılmaz / 28 Kasım 2020 13:22

    Çok güzel, geleceğe yönelik umut verici ve yapıcı tespitler okuduk. İslam coğrafyasının geleceği, İslam düşüncesinin geleceğine bağlı.... Kafalar değişiyor,. ufuk aydınlanıyor, ne güzel... Allah razı olsun.

    Yanıtla (3) (0)
  • Karar / 28 Kasım 2020 16:41

    Pollyannacı yorumculuğun nerden tutulacağı anlaşılamayan kulpsuz bir günümüz örneği...

    Yanıtla (2) (0)
  • OkurM / 28 Kasım 2020 12:32

    Osmanli selcuklu devletlerini saglam bi öğrenin. O zamanın şartlarında çakma demokrat cumhuriyetci demokrasisini nasıl yerlestirsinler? Büyük imparatorluklarda huzur nasıl saglanacaksa öyle sagliyorlqrdi

    Yanıtla (0) (3)
  • OkurM / 28 Kasım 2020 12:29

    Ezber tekrarı bi yazı olmuş. Hulefai rasidiyn dönemini çıktık. Tamam. Mutezile de hakkaniyetli oldu. Bptpn suç eş'aride. Mutezile hakkaniyetse, Abbasi dönemini niye istisna etmedin? Ibn hanbel gibi Mutezili olmayanları hakkaniyetli şekilde cezalandiriyorlardi. Imami Azami da.

    Yanıtla (2) (0)
  • Musa Aydın / 28 Kasım 2020 09:01

    Sayın Yazar/Grup,
    İktidar/halk arasındaki yönetim şekilleri ilişkisine yönelik çok detaylı/karşılaştırmalı bir analiz sunmuşsunuz. Emeğinize sağlık.

    Yalnız yazınızın bir yerinde "Mısır-Mezopotamya’da “Çoban-Sürü” metaforu ile Peygamber Efendimiz'in "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz" sözünün benzer olup bu iki fikre göre bir toplum gerektiğinde koruyup beslenecek; gerektiğinde ise kurt ile korkutulup boğazlanabilecek.

    Bu çıkartımınıza itirazım var.

    Yanıtla (1) (1)
  • K / 28 Kasım 2020 11:43

    Birdaha oku kardeşim

    Yanıtla (0) (0)
  • karar okuru / 28 Kasım 2020 11:16

    Çoban-sürü metaforuyla insana bireysel sorumluluğunu hatırlatan hadis ters bir şekilde yorumlanmıştır. Halbuki hadiste yazarın anladığı gibi ‘hepiniz başınızdaki çobanın sürüsüsünüz’ şeklinde bir anlam bulunmamakta, tam tersine ‘hepiniz çoban/yöneticisiniz…’ denilerek bireysel sorumluluk hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla bu hadisle şura prensibi arasında iddia edildiği gibi bir çelişki yoktur.

    Yanıtla (4) (0)
  • Ahmet Doğan Işık / 28 Kasım 2020 10:54

    Tebrikler. Keşke İslam Alemi sizin gibi ilahiyatçılar yetiştirebilseydi.

    Yanıtla (3) (1)
  • Kasım özdemir / 28 Kasım 2020 10:13

    Dava dava diyerek mikrofonları eskiten yalancıların nutku kurusun. Allah ülkemize insanlığa hukuk nasip etsin

    Yanıtla (5) (0)
  • Burak Ersoy / 28 Kasım 2020 09:33

    Kendi adıma sizi daha yeni okumuş olmaktan üzüntü duydum. Aklınıza sağlık.

    Yanıtla (5) (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir