Kültür tarihi araştırmacısı Taner Ay “Doğu Hindistan Şirketi, hükûmetleri parayla satın alarak kazandığı gücünü hep rüşvet vererek koruyordu” diyor.
Karl Marx’ın Doğu Hindistan Şirketi: Târihi ve Sonuçları’nda yazdığına göre (New York Daily Tribune, 11 Temmuz 1853) 1783 yılından itibâren Hindistan ve Doğu Hindistan Şirketi bir hükûmet sorunu hâline gelmişti.
Doğu Hindistan Şirketi , hükûmetleri parayla satın alarak kazandığı gücünü hep rüşvet vererek koruyordu. Tekel hakkının süresinin bittiği her dönemde, imtiyâz berâtının yenilenmesini, ancak yeni krediler teklif ederek ve hükûmetlere yeni armağanlar sunarak sağlayabiliyordu.
Karl Marx, Hindistan Hükûmeti başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 20 Temmuz 1853) şunu yazar:
“ ... Hindistan, Hindistan’da değil, Leadenhall Street’te varolmaktadır. Öyleyse, Leadenhall Street’in patronu kimdir?
Hindistan tahviline sâhip olan, Hindistan gelirleri üzerinden kendi paylarını almaktan başka Hindistan ile hiçbir ilgileri bulunmayan, yalnızca bin sterlinlik tahvillere sâhip oldukları için Doğu Hindistan Şirketi’nin 24 yöneticisi seçen yaşlı hanımefendilerin ve hastalıklı beyefendilerin oluşturduğu 200 kişi.”
***
Leadenhall Street, Doğu Hindistan Şirketi’nin Londra’daki merkezi olan Doğu Hindistan Evi’nin bulunduğu sokağın ismidir. Charles Lamb, Thomas Love Peacock, James Mill, John Stuart Mill ve Thomas Babington Macaulay gibi dönemlerinin en şöhretli münevverânı uzun yıllar boyunca Doğu Hindistan Evi’nde çalışarak şirkete hizmet etmişlerdir. Karl Marx, Hindistan başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 5 Ağustos 1853), Hindistan’daki dükkânlardan, dokuma tezgahlarından, koyunlardan, büyükbaş hayvanlardan ve çeşitli işlerden alınan vergilerin yaklaşık olarak 50 bin sterlinlik bir gelir getirmesine karşın, sadece Leadenhall Street’teki Doğu Hindistan Evi’nin yıllık yemek giderinin bile hemen hemen bu meblağda olduğunu belirtmektedir. Doğu Hindistan Şirketi’nin ve Hindistan’ın 1783 yılından itibâren bir hükûmet sorunu olarak ortaya çıkmasının asıl nedeni, halklar veya sınıflar ile Doğu Hindistan Şirketi arasındaki tenakuz değil, kapitalistler arasındaki iç çatışmalar olmuştur. Afyon ticâreti piyasasından Rothschild ve David Sassoon nedeniyle zorunlu çekilişi Doğu Hindistan Şirketi’ni mâlî açıdan çok sarsmıştır ama, şirketin mâlî imparatorluğunu asıl tekstildeki ihrâc mala karşı yerli malın mücâdelesi, Hindistan’daki yöneticiliğini ise Hint Ayaklanması ortadan kaldıracaktır.
***
Bengal tekstil ürünleri, 18’inci yüzyılın ortalarına kadar, üzerine büyük kârlar koyulmasına karşın, Britanya’da üretilenlerden yüzde 50 veya yüzde 60 daha ucuza satılıyordu. Doğu Hindistan Şirketi ise, bu tekstil ürünlerini, üreticinin yerel pazarda kazanabileceğinden yüzde 40 daha azı oranında ödeme yaparak alabiliyordu. Plassey Muhârebesi’nin ardından fakir halk ürettiği tekstil ürünlerini Doğu Hindistan Şirketi’nden başkasına satamadığı gibi, onların verdiği fiyâtı her türlü zulmün sonucunda kabûl etmek zorunda kaldığı muhakkaktı.
17’inci yüzyılın sonlarından itibâren Bengal tekstili Doğu Hindistan Şirketi’nin memûrîni ve hissedârları için muazzam bir zenginliğin kaynağı hâline gelmişti. Britanya’daki imâlâtçılar 18’inci yüzyıl boyunca pazardaki ucuz Hindistan tekstili karşısında ezildiler. Bu da dâimî bir hükûmet sorunu hâline dönüştü ve yerli üreticiyi korumak için bazı kısıtlamaların uygulanmaya konması zorunlu hâle geldi. Doğu Hindistan Şirketi’nin çıkarları aleyhine alınan ilk tedbirlerden biri, Hindistan menşeli mallara uygulanan gümrük vergisi ve ithâl ikameci stratejinin yürürlüğe konması oldu. Bunun sonucunda vergi oranı pamuklu basmalarda yüzde 78’e ve muslinlerde ise yüzde 31’e kadar çıktı.
Bu kararlar alınmasaydı, İngiltere’nin cılız tekstil sektörü Sanayi Devrimi’ne rağmen batacaktı. Yeni politikalar sonucunda nefes alabilen yerli üretici, makineleşmeyle birlikte hızla seri üretime geçti. 1793 yılında, Lancashire’deki görece küçük bir atölye bile, buhar gücü sayesinde artık Hindistan’daki dokumacıdan en az 400 kat daha fazla malı piyasaya sürebiliyordu. Tedbirler ve ithâl ikameci strateji sonucunda, İngiltere, Hint pamuklu kumaşlarını Avrupa pazarından kovmuş, ardından da Hindistan’a kendi ipliğini ve pamuklu kumaşını sokmuştur. 1818 yılından 1836 yılına kadar İngiltere’den Hindistan’a yapılan iplik ihrâcatı 1’e 5.200 oranında artmış, 1824 yılında Hindistan’a yapılan İngiliz muslinleri ihrâcatı 914.400 metreyi bulmazken, 1837 yılında 5.852.160 metreyi aşmıştır. Karl Marx’ın Hindistan’da İngiliz Egemenliği’nde (New York Daily Tribune, 25 Haziran 1853) yazdığı gibi, kapitalistler arasındaki bu mücâdele ve buhar gücü, Hintli eğiricinin ve dokumacının her ikisini birden yok eden bir müdâhale olmuştur.
1807 yılında Doğu Hindistan Şirketi’nin gerçekleştirdiği ithâlat da 433 bin pounda kadar düşmüş ve bu yıldan itibâren şirketin Londra’daki depolarındaki Bengal pamuğu eskisi gibi alıcı bulamamaya başlamıştır. 1813 yılında Hindistan ticâreti tekelini kaybeden Doğu Hindistan Şirketi, 1824 yılında ve sonrasında Sanayi Devrimi ve hükûmet destekli yerli kapitalistlerle mücâdele edemez hâldeydi. Buna karşın şirket Hindistan’da hâlâ yöneticiydi. Şirkete sadece yöneticiliği bırakılan yeni Hindistan’ı, Karl Marx, Sir Charles Wood’un Doğu Hindistan Reformları başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 22 Haziran 1853) şöyle tanımlamaktadır:
“ ... şirketin ve hükûmetin mâlî politikalarıyla mahvedilmiş Hindistan tablosunu artık Manchester’ın ve serbest ticâretin mahvettiği bir başka Hindistan tablosu tamamlıyor.”
***
Parlamento 1833 yılında Doğu Hindistan Şirketi’ne yalnızca Hindistan’ın yöneticiliğini bırakmıştı ama, 1857 yılındaki Hint Ayaklanması, İmparatorluğun bekası açısından Doğu Hindistan Şirketi’nin yöneticiliğindeki kuşkuları da artıracak, Hindistan gelirlerinin İngiliz hazînesine bir katkısı olup olmadığının da tartışılmasına neden olacaktır. Karl Marx Hindistan’daki İngiliz Gelirleri başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 21 Eylül 1857) şunu yazar:
“ Asya’daki bugünkü durum, Hindistan sömürgesinin İngiliz ulusu ve halkı için gerçek değerinin ne olduğunun araştırılmasını gerektirmektedir. Haraç biçimindeki Hindistan gelirlerinden, Hindistan harcamalarının fazlası olarak İngiliz hazînesine hiçbir şey gelmemektedir. Çünkü, yıllık gider, gelirden daha fazladır.
Doğu Hindistan Şirketi fetihciliğe başladığından beri mâliyeleri utanılacak duruma düşmüş ve Parlamento’ya sadece fethedilmiş toprakları ellerinde tutabilmelerine yardımcı olmak üzere askerî yardım için değil, onları iflâstan kurtaracak mâlî yardım için de sık sık başvurmak zorunda kalmışlardır. Fetihlerini sürdürür ve tesislerini kurarken Doğu Hindistan Şirketi 50.000.000 sterlini aşkın bir borç altına girmiş, İngiliz hükûmeti ise uzun yıllar Doğu Hindistan Şirketi’nin yerli ve yabancı kuvvetlerine ek olarak sürekli 30 bin askerlik bir ordunun Hindistan’a götürülüp getirilmesi ve orada bakılması masraflarını yüklenmiştir.”
***
Sömürge İmparatorluğu’na çalışan personelin maaşlarını ve gelirlere nazaran giderleri merâk edenler, Karl Marx’ın sadece Hindistan’daki İngiliz Gelirleri’ni değil, bununla birlikte Yaklaşan Hindistan Borçlanması’nı (New York Daily Tribune, 9 Şubat 1858) ve Sir Charles Wood’un Doğu Hindistan Reformları’nı da (New York Daily Tribune, 22 Haziran 1853) mutlaka okumalıdırlar.
Karl Marx’ın verdiği rakamlara göre, 1849 ile 1852 arasındaki 3 yılda Hindistan gelirlerindeki kayıp 348.792 sterlin olurken, aynı dönemdeki Hindistan’daki giderler 1.214.284 sterlin artmıştır. 1851 - 1852 yılındaki brüt gelir 19.800.000 sterlin iken, bunun ancak 166.300 sterlini yol, kanal ve köprü yapımı gibi işlere harcanmıştır.Doğu Hindistan Şirketi’nin Hindistan’daki yöneticiliğinin sonunu getiren Hint Ayaklanması’nı başlatan Bengal Ordusu’nun askerleriydi.
Bombay Ordusu’ndaki ve Madras Ordusu’ndaki askerlerin aksine, Bengal Ordusu’ndaki askerlerin büyük kısmı kast sisteminin üst tabakasından ve küçük toprak sâhiplerinden seçilmişti. 1857 yılında bunlara yeni Enfield tüfekleri verilmesi kararı alınır. Bu tüfeklerin mermileri kartuşlar içine konulan barut ve bilye ile yapılıyor, mermilerin zarar görmemesi için de yağlı kâğıtlara sarılıyor ve üzerine biraz daha yağ ekleniyordu. Askerler bu paketleri ısırarak açmak zorundaydılar.
Paketlerin dînen yasak olan sığır ve domuz yağıyla kaplandığı söylentisi her tarafa yayılınca, bu askerler 10 Mayıs 1857 günü Meerut kentinde bir ayaklanma başlattılar. Kısa zamanda Delhi, Agra, Kanpur ve Lucknow gibi kentlere sıçrayan ayaklanmanın daha ilk gününde birçok İngiliz subayı ve bu subayların aileleri vahşî biçimde öldürüldüler.
Karl Marx’ın Hindistan Ayaklanması başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 16 Eylül 1857) belirttiği gibi, ayaklanmayı başlatan askerler, maalesef İngilizler tarafından giydirilen, doyurulan, sevilen ve şımartılan kişilerdi. Ayaklanma büyük infiâl yaratır. Dönemin en şöhretli romancısı Charles Dickens “Hint ırkının kökünü kazımak için” Hindistan’da başkomutan olmak ister. Karl Marx ise, Hindistan Ayaklanması başlıklı makalesinde (New York Daily Tribune, 16 Eylül 1857), isyâncıların masûmlara yönelik eylemlerini “dehşet verici” ve “iğrenç” bulduğunu, ama bu ayaklanmanın İngiliz basını tarafından bilinçli olarak abartıldığını yazar.
Ayaklanmanın İngilizler tarafındaki kayıplarının isimleri, ölüm şekilleri ve nerede öldürüldükleri “Memorials of the Indian Mutiny” sitesinden incelendiğinde, “abartma” husûsunda Karl Marx’a katılmamakla birlikte, basının, İngilizler’in ayaklanmayı bastırmakta kullandığı yöntemlerin ve halka yönelik orantısız şiddetlerinin manâsını çarpıttığı ve bunları ahlâken hiçbir rahatsızlık duymadan savaş kahramanlıklarına dönüştürdüğü de bir gerçektir.
İngiliz basını ve milletvekili George Cornewall Lewis, ayaklanmanın çıkmasından sadece Doğu Hindistan Şirketi’ni sorumlu tutunca, 1858 yılında, Doğu Hindistan Şirketi’nin yöneticiliği feshedilip, Hindistan tamamiyle Kraliçe’ye ve Parlamento’ya bırakılır.
Ama, Doğu Hindistan Şirketi’nin 190 yıl boyunca yönettiği Sömürge İmparatorluğu’nun ömrü Kraliçe’nin ve Parlamento’nun yönetiminde fazla uzun olmayacak, sadece 56 yıl sonra, sınır boylarında devriye gezmek, yönetmek ve polo oynamak için yetiştirilen gençlerin yüz binlercesinin Birinci Dünya Savaşı’nın siperlerinde cân vermesiyle, edebiyata Rudyard Kipling ile kazandırılan Sömürge İmparatorluğu efsânesi de yıkılmaya başlayacaktır.
Larry Collins ve Dominique Lapierre’in yazdıkları gibi, 15 Ağustos 1947 gününün arifesinde, sömürgecilerin sayısı artık sadece bin kadardı ve bu küçücük seçkinler topluluğu Büyük Britanya’nın otoritesini, hâlâ inâtla nüfusu 390 milyon olarak tahmîn edilen bir ülke üzerinde sürdürmeye çalışıyordu.