Görüşler

Psikolojinin yükselişi: Yıkıcı kutuplaşma, kaygı ve endişeli vatandaşlar

Psikolojinin yükselişi: Yıkıcı kutuplaşma, kaygı ve endişeli vatandaşlar

Prof. Dr. Fuat Keyman, Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda, Doğduğun Ev Kaderindir ve Bir Başkadır dizileri üzerinden ‘Niye toplumsal psikolojiye büyük ilgi var?’ın yanıtını aradı: Bu ilgi, Türkiye’yi yönetenlere ve yönetme iddiasında olanlara bir mesaj.

Masumlar Apartmanı; Kırmızı Oda; Doğduğun Ev Kaderindir; Bir Başkadır.

Türkiye’nin en fazla izlenen, reyting rekorları kıran dizileri.

Fakat izlenmeleri de o kadar kolay değil. Psikoloji, hatta Klinik Psikiyatri alanlarından geliyorlar ve çoğu gerçek olaylara dayanıyor.

Bu dizilerin geldiği kaynak Psikitayr ve yazar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu ve onun romanları. Madalyonun İçi ve Camdaki Kız başta olmak üzere Budayıcıoğlu’nun romanları en çok satanlar, en çok beğenilenler listesinde başlarda yer alıyor.

Hayata Dön romanından uyarlanan İstanbullu Gelin’de çok izlenen bir diziydi.

Bu diziler ve romanlar, onların bu derecede “en çok” niteliği kazanan başarıları önemli; fakat, çok sorulmayan bir soruyu da beraberinde getiriyor: Niye? Niye psikolojiye, özellikle toplumsal psikolojiye büyük ilgi var? Bu ilginin kaynakları, sebeleri neler? Bu ilgiyi nasıl okumalıyız?

Bu sorulara yanıt vermeden önce, şu önemli veriyi de dikkate sunmak istiyorum.

Ülkemizde, psikolojik destek almak isteyenlerin sayısında da rekor derecede yükseliş var.

Psikolojik sorunlarla doktora başvuranların ya da psikolojik destek alanların sayısı:

2003-2009 arası 3 milyondan 9 milyona çıkıyor.

2013-2017 arasında 9 milyon 474 binden 12 milyon 838 bine artıyor.

2017’den sonra da sayılardaki artış devam ediyor.

2020’de başlayan Covid-19 kriziyle birlikte bu durumun daha da yaygınlaştığı ve derinleştiği söyleniyor.

Artık “kentli Türkiye”de yaşıyoruz. Kentler içinde de, psikolojik destek için başvurmada, İstanbul birinci sırada, sonra İzmir ve Ankara ve Bursa geliyor. Dönemsel olarak çok ani ve hızlı rakamların yükseldiği kentler de var. Örneğin Adana’da böyle bir durum yaşanıyor.

Psikoloji alanında yapılmış dizilerin rekor düzeylerde izlenmesi ile psikolojik destek almadaki rekor yükseliş birlikte hareket ediyor.

YÖNETEMEYEN SISTEM-RISK TOPLUMU

Bu nokta da, şu saptamaya yapabiliriz: 2000’li yıllarda, özellikle son on yıl da, hem kentli Türkiye hem de küreselleşen-kentleşen dünya, terörden savaşlara, işsizlikten yoksulluğa, neoliberal hegemonyadan demokrasinin krizine, iklim değişikliği ve küresel ısınmadan salgın hastalıklara çok ciddi ve etkili meydan okumalarla karşılaştı.

Bu meydan okumalar, bir taraftan yaşamın her alanında, “belirsizlik-risk-güvensizlik” durum ve duygusunu yaygınlaştırdı. Ulrick Beck’in doğru saptamasıyla, toplumsal yaşamı “risk toplumu”na dönüştürdüler.

Diğer taraftan da, ulus devletler, uluslararası ve ulusal kurumlar düzeyinde bu sorunlara ve meydan okumalara çözüm bulunamaması, toplum yönetimi düzeyinde, “yönetememe ve güven inşa edememe” sorununu derinleştirdi.

Yönetemeyen sistem”, “güven erazyonu”, “belirsizlik”, “risk”, “geleceğe güvensizlik” bugünün doğasını tanımlarken en fazla kullandığımız terimler ya da kavramlar oldular.

Bu sorunların çözümünün, Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” kavramını ödünç alarak, son yıllarda yaşanan şok niteliğindeki gelişmelerle daha da zor hale geldiğini de söylemeliyiz.

Küresel ölçekte yaşanan: 2001, 11 Eylül “terörü”; 2008 “ekonomik krizi”; 2010 Arap Baharı ve sonrası yaşanan “mülteci krizi” ve “çökmüş devlet sorunu”; 2010-2020 dönemi giderek artan “küresel ısınma krizi”; ve 2020 “korona pandemisi”.

Türkiye’de son dönemde yaşanan: 2015-2016 dönemi“terör saldırları”; 15 Temmuz 2016 “başarısız darbe girişimi”; 2018’den başlayarak ciddi boyuta ulaşan “işsizlik sorunu”; ve yargı alanında yaşanan sorunlarla “hukuka ve hukuk devletine artan güvensizlik”.

Tüm bu şok niteliğinde ortaya çıkan gelişmeler, yaşanan sorunları daha da karmaşık yaparken, üç önemli sonucu da yarattı:

Birincisi, demokrasinin krizi artarken, sağ populizm, rekabetçi otoriterlik, illiberal demokrasi, ya da “liderlere dayalı otoriter demokrasi” diye adlandırdığımız yönetim tarzı ve anlayışı güçlendi;

İkincisi; siyasal ve toplumsal ilişkilerde “yıkıcı kutuplaşma” diye adlandırılan, “biz ve ötekiler” ve “dost-düşman” ikiliğine dayalı siyasi, toplumsal, hatta duygusal bölünme güçlendi;

Üçüncüsü, bireysel ve toplumsal yaşamda, endişe, korku, içe kapanmaya, geleceğe karşı güvensizlik duyguları yaşanmaya başlandı. Psikolojinin önemi ve yükselişi giderek arttı. Devlet-toplum/birey ilişkilerinde, “endişeli vatandaşlık” olgusu yaygınlaştı.

Toplumsal ve bireysel yaşamda, Endişe-Kaygı-Paranoya” ekseni belirleyici olmaya başladı.

Ama aynı zamanda, endişeden kaygıya geçmek yerine “umut”a da gidilebileceği önerisini yapan çalışmalar da var. Bu çalışmalar, liderlerin ve yönetici aktörlerin kapsayıcı, şeffaf, ve güven inşa edici söylem ve tavırlarının, kaygı yerine, “endişeden umut”a geçiş için kritik rol oynayabileceğini söylüyorlar. Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici değil, kapsayıcı ve kucaklayıcı dilin ve tavrın liderler tarafından tercih edilmesinin, kaygı yerine umut duygusunun güçlenmesine katkı vereceği bu çalışmalar da öneriliyor.

Bunun toplumsal ve bireysel yaşama yansımasıysa, yıkıcı kutuplaşma yerine “toplumsal uyum” ve “birlikte yaşama” olasılığının güçlenmesi oluyor. Bu da, endişeli-kaygılı vatandaşlık yerine, sadece kendisini değil, “ötekine karşı sorumluluk” ilkesi temelinde farklı kişilere yaklaşan “ahlaki benlik-erdemli vatandaşlık” anlayışının güçlenmesine katkı veriyor.

NE YAPILMALI?

AK Parti-MHP birlikteliğindeki “Cumhur İttifakı”, yıkıcı kutuplaşmadan, endişeli vatandaşlardan ve otoriter demokrasiden faydalanıyor. Küreselleşen dünya içinde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı meydan okumaların ve risklerin, hem güvenlik alanının demokrasinin ve ekonominin önüne yerleştirilmesini, hem de lider ve devlete sadakati gerekli kıldığını vurgulayan Cumhur İttifakı ve Yürütmeye dayalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yıkıcı kutuplaşma ve endişeli vatandaşlara dayalı var olan durumun sürmesinin kendisi için faydalı olduğunu düşünüyor.

Daha da önemlisi, erken ya da 2023’de yapılacak seçimleri kazanmak için stratejisini ve oyun planının, yıkıcı kutuplaşma, kaygılı ve güvensiz bireyler, ve endişeli vatandaşlar ekseninde hareket etme üzerine kuruyor. Bu durumu kendisi için avantaj olarak görüyor.

Buna karşın, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, HDP, DEVA, Gelecek Partisi başta olmak üzere muhalefet partileri, “Millet İttifakı”, muhalefet partilerinin kazandığı kentlerdeki yerel yönetim aktörleri ve sivil toplum, yıkıcı kutuplaşma, otoriter demokrasi ve endişeli vatandaşlara indirgenmiş toplumsal yaşamı ve bu yaşamın korku-endişe-kaygı ekseninde yeniden üretimini ciddi bir sorun olarak görmek ve ele almak durumunda.

Muhalefetin iktidar eleştirisi ve Türkiye için yaratması gereken “yeni hikaye” içinde, demokrasi, ekonomi, dış politika alanlarında yaşanan sorunlar kadar, toplumsal ve bireysel yaşamda güçlenen endişe-kaygı-korku-güvensizlik duyguları, dolayısıyla psikoloji de önemli bir yer de olmalı. Yeni hikaye, kaygı değil umut temelinde inşa edilmeli.

Türkiye’nin yeni hikayesinde, korku değil umut, risk değil güven, kızmak/bağırmak değil eleştiri, monolog değil diyalog, içe kapanma değil, birbirine dokunma, kibir değil özgüven, kutuplaşma değil birlikte yaşama, ve endişeli vatandaşlık değil ahlaki benlik-erdemli vatandaşlık kurucu unsurlar olmalı.

Bu noktada, bu yazının başlangıcındaki soruyu dönebiliriz.

Niye psikolojiye ilgi artıyor?

Bu ilgi, aynı zamanda, Türkiyeyi yönetenlere ve yönetme iddiasında olanlara bir mesaj da: toplum ve bireyler, endişelerim ve korkularım çok fazla; ama “Kaygıya değil Umut”a ihtiyacım var, Duy Bizi/Beni diyor...

İlgili Haberler
YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir