Hangi Fethiye’de coşmuş turizm!
Pazar günü Hürriyet’ten bir haber düştü önüme. Salgınla birlikte durma noktasına gelen turizm sektörü, bayram tatilinde rahat bir nefes almış.
Fethiye’de de nabız tutmuşlar. Trafikte kımıldayacak yer yok, plajlarda iğne atsan yere düşmez, otel ve pansiyonlar ağzına kadar dolu ve yamaç paraşütünde upuzun kuyruklar varmış.
Tesadüfe bakın ki...’Yer bulmak çok zor, neredeyse imkansız, yok satıyor’ dedikleri Fethiye’deydim o gün. Bir de benden dinleyin.
Dalaman-Fethiye bölgesinde tesislerin yüzde 60’ı bayramda açıktı. Bunlarda da ortalama doluluk yüzde 50’lerde. Küçük otel ve pansiyonlarda oran daha yükseliyor. Fakat fiyatlar düşük, yerlerde.
Babadağ’dan yamaç paraşütüyle atlama kuyruğu nereye kadar uzadı derseniz... Geçen yılki bayramda 1600 olan günlük sorti sayısı, bu bayram 700’lerde kalmış.
Geçen sene ağustos başında 120 binlere ulaşan toplam uçuş sayısı, bu sene 20 binleri bulamıyor.
Yolum binden fazla yataklı bir tesise düştü; kapalı, birçoğu gibi bomboş yatıyordu.
Trafiğe, dolup taşan plajlara gelince...
Günübirlikçiler akın ettiği için turistlerin denize giremediği doğru.
Kırılan fiyatlar, ucuz tatil imkanları bile sezonu kurtarmaya yetmedi.
Merak ettim, acaba başka bir Fethiye’den mi söz ediyorlar. Çünkü bayramda turizmin canlandığı, yamaç paraşütünün patladığı, plajların turistle coştuğu Fethiye burası değil. Aynı yerden bahsetmediğimiz kesin.
Piyasalara umut ve iyimserlik aşılamaya itirazım yok. Ama bunun için çıkarılan planlı PR haberleri, yaşanan gerçeği değiştirmiyor. Turizm yine can çekişiyor, onu da bilelim.
KADEM'İ YALPALATAN SİYASET
İstanbul Sözleşmesi’ne bir gün önce verdiği ‘net’ desteği, bir gün sonraki zikzakla neden bulanıklaştırdı KADEM?
Yan çizmesinin sırrı ‘LGBT’ bahanesinde değil, şu paragrafta:
“Ancak bizim bu tavrımızı kendi görüşleri doğrultusunda kullananlar ve siyaseten bir enstrümana dönüştürmek isteyenler olduğunu da görüyoruz. Biz bu duruma alet olmayacağız...”
Bir STK, yüzlerce tartışmadan birinde muhalefetle yan yana düşmekten, takdirini toplamaktan niye korkar?
İktidarla ters düşmediği halde, muhalefetle bir konuda hasbelkader örtüşmekten çekinecek, dik duramayacak ne var, söyleyeyim.
AK Parti Kadın Kolları Başkanı Lütfiye Selva Çam’ın, Dilipak’a şu tepki tivitini okuyun anlarsınız:
“Kimse kalemini bir silah olarak kullanamaz; klasik standart bir sözleşme/kanun vs. üzerinden iftira ve hakaret edemez; Gezideki meselenin 3-5 ağaç olmaması gibi ‘İstanbul Sözleşmesi’ üzerinden kitleleri tahrik edemez. Ve kimsenin FETÖ tarzı hakaretlerle algı üretmeye gücü de yetmez!”
Sanırım meselenin ne olduğu anlaşılmıştır.
Ben İstanbul Sözleşmesi’ni KADEM’den de, Lütfiye Hanım’dan da çok savunuyorum, çekilme fikrineyse karşıyım.
Ama Lütfiye Hanım yanılıyor; hakaret ve iftira hariç, sözleşme üzerinden yapılamaz dediği her şey ifade özgürlüğünün bir parçası ve yapılması bal gibi hak.
Abdurrahman Dilipak’ın dili tabii ki kabul edilemez. Şiddetle kınıyorum. İlgili görüşlerini benimsemediğim de ortada.
Fakat ben taraftarım diye İstanbul Sözleşmesi’ne eleştirinin yasaklanmasını, itirazın imkansızlaştırılmasını onaylayacak değilim.
İktidarı arada bırakıyor, zora sokuyor, sıkıştırıyor, yıpratıyor filan gerekçesiyle sözleşmeye desteğe de eleştiriye de ayar çekiliyor.
Destek veya eleştiride belirlenen marjların dışına çıkmak, FETÖ gibi iktidara saldırmak oluyor. Sözleşmeyi siyasete alet etme suçuna giriyor.
Sanki alet edilemezmiş, kitleler iktidara karşı yönlendirilemezmiş, iktidarı eleşirmek yasak ve yıpratmak suçmuş gibi.
KADEM’in, bir STK olarak görüşleri sadece iktidara mı yarayabilir? Ve sadece iktidar tarafından mı kullanılabilir?
Kalem, ancak iktidarın emrindeyse ve muhalefete doğrultuluyorsa mı silah değildir?
Nasıl geldiniz buraya yahu, iki dakika düşünün Allah aşkına!