Öcalan’ı çıkararak mı çıkarmadan mı?

Bahçeli’nin İmralı çağrısıyla gündeme getirdiği “yeni çözüm süreci” beklentisi çerçevesinde yapılan tartışmalar bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı olduğunu gösteriyor. Kafa karışıklığının başlıca sebebi konuya geniş bir açıdan ve objektif bakılmaması, tabiri caizse laboratuvarın analiz sonuçlarına kişisel arzu ve temennilerin karıştırılması gibi görünüyor. Türk aydınının temel zaafıdır bu. Aklıyla bakması gereken yere duygularıyla bakar.

Şunu söyleyelim öncelikle: Bahçeli’nin girişimi elbette PKK’ya silah bıraktırma amacı taşıyor. Hapishanedeki Öcalan’ın özel durumundan faydalanarak ülkenin çıkarına bir sonuç elde edebilmek hesabına dayanıyor bu girişim. Ancak hadisenin yalnızca görünen yüzü bu. Görünmeyen iki husus var. Biri Suriye’deki siyasi dönüşümlerle ilgili, diğeri Türkiye’nin iç siyasetindeki dengelerle ilgili.

Bir defa, Bahçeli’nin çıkışının Suriye’de gerçekleşecek olayları öngörerek hazırlanmış bir plana dayandığı iddiası, ilk bakışta akla yatkın görünse de -meselenin detaylarına bakıldığında kolayca anlaşılacağı üzere- doğru değil.

Söz konusu iddianın doğru olmasını ben de çok arzu ederdim. Devletimizin bu kadar öngörülü olması, çevremizdeki gelişmelerin izleyicisi olmaktan ziyade planlayıcısı olması bir Türk vatandaşı olarak gururlandırırdı beni. Ne var ki karşımızdaki resmin bir detayından geniş anlamlar çıkarmak yerine biraz geri çekilerek tablonun genel kompozisyonuna baktığımızda böyle bir durum görünmüyor maalesef.

Görünen şey iktidar binasının çatısında kotarılmak istenen bir siyasi proje… Bahçeli ve kurmayları herhalde şunu düşündüler: Daha önceki açılım ve çözüm girişimlerinde karşı tarafa birçok şey vaat edildi ama bunlar sorunun çözülmesinde yeterli olmadı. Öyleyse hiç beklenmeyen bir hamleyle çok daha radikal bir adım atarak PKK/DEM kanadını Ankara’ya olumlu karşılık vermek zorunda bırakacak bir kozu masaya sürmek lazım.

Öcalan’ı hapisten çıkarma karşılığında PKK’nın silah bıraktığını açıklaması büyük bir siyasi zafer olarak görülecek ve Cumhur İttifakının kaybettiği halk desteğini yeniden kazanmasını sağlayacaktır.

Bu zaferin mimarı Bahçeli de hem adını tarihe yazdıracak hem de ittifak kompozisyonunda daha sağlam bir rol sahibi olacak ve bu arada ortağını başka arayışlara girmekten de alıkoyacaktır.

Erdoğan cephesi açısından bugün siyaset tek bir anlama geliyor: Bir sonraki seçimde yeniden aday olabilmenin yolunu bulmak ve aday olduktan sonra da seçilmeyi başarmak.

Anayasa gereği ancak mecliste bir erken seçim kararı alınırsa Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi mümkün. Bunun için ise 360 milletvekilinin oyuna ihtiyaç var. (Anayasayı değiştirmek daha da zor.) Cumhur İttifakının mevcut sandalye sayısı buna yetmiyor. Dolayısıyla ekstra desteğe, yani işbirliğine gerek duyulacak.

Ne var ki Erdoğan’ın bu yoldaki yoklamaları ortağının çok sert tepkisiyle karşılaştığı için hep sonuçsuz kaldı. AK Parti’nin muhalefet partilerinden biriyle veya birkaçıyla anlaşarak adaylık sorununu çözme arayışlarına darbe vuran asıl gelişme ise “yeni çözüm süreci” hamlesi oldu. Daha önce iktidar partisinin önünde -hiçbirinin garantisi olmasa da- üç ayrı çözüm formülü bulunuyordu. Bahçeli’nin İmralı hamlesinden sonra ise AK Parti kanadının MHP’den müstakil olarak DEM ile de CHP ile de İyi Parti ile de işbirliği yapma şansı iyice zayıfladı.

Şimdi kala kala Öcalan’ın hapisten çıkartılması karşılığında terör örgütünün kendi kendisini ortadan kaldırmasının sağlayacağı siyasi başarı ümidi kaldı.

Peki, Erdoğan ortağının İmralı projesine niye mesafeli? Bu proje başarılı olursa kendisine üçüncü defa aday olmanın yolu açılmayacak mı? Galiba çok fazla başarı şansı görülmüyor burada. Nitekim Dışişleri Bakanı Fidan, geçenlerde açıkça söyledi bunu.

Öte yandan, bir önceki “çözüm süreci”, PKK’nın Suriye kolu tarafından sınırımızın güneyinde oluşturulmak istenen siyasi antiteyi Türkiye’nin kabul etmemesi nedeniyle son bulmuştu. Bu konuda Washington ile ters düştüğümüz de malum. Suriye’nin kuzeyinde yarı özerk de olsa mutlaka bir PYD varlığı görme arzusundan hiçbir şekilde vaz geçmeyen ABD bizi de burada bir uzlaşıyı kabule zorluyor öteden beri. Bir hafta sonra başlayacak Trump döneminde yeniden masaya getirilmesi beklenen bu uzlaşı talebini reddetme şansımızın azaldığı malum. Trump bu konuya dair önerisini “Türkiye çoktandır ele geçirmek istediği Suriye’yi büyük liderinin yüksek aklı sayesinde fethetti” ambalajı içinde sunuyor üstelik.

“YPG unsurları Fırat’ın doğusuna çekilsin” şartımız da zaten yerine getirildi. Muhtemelen ikinci hamle silahlı unsurların görünüşte Suriye ordusunun bir tugayına veya tümenine dönüştürülerek YPG’nin lağvedilmesi olacak. Siyasi kanat PYD ise geniş yetkiler taşıyan yerel yönetim birimine dönüşmüş görünecek. Bu durumda Ankara’nın söyleyecek sözü kalmaz diye düşünülüyor Washington’da.

Peki, iktidarın böyle bir sonucu millete “Hükümetin zaferi” diye anlatma imkanı ortaya çıkar mı?

Burası tartışmaya açık bir alan ama en azından Suriye’nin geleceği konusunda elimizdeki siyasi seçeneklerin kısıtlı olduğu da aşikar.

ABD’nin bize önerdiği “çözüm formülü” masada dururken, iktidar cenahından birilerinin kulağına şu soru da fısıldanıyor mudur: “Hem adaylık için mecliste DEM’in desteğini almak hem de bir zafer kazanmış olarak seçime gitmek için Öcalan’ı hapisten çıkarmanın risklerini göze almaya gerek var mı?”

Bahçeli’nin çözüm önerisine AK Parti kanadındaki mesafeli yaklaşımın bir sebebi de bu mu acaba?

YORUMLAR (89)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
89 Yorum