Aslında her şey ‘iç cephe’ için
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar. İnandıkları şeyin hiçbir rasyonel yanı olmasa da. Yoksa siyasetçilerin yapılan işler için ileri sürdükleri bahaneleri bu kadar kolay kabul etmezdik.
Mesela, bugün dünyada ve bilhassa Ortadoğu’da olup bitenler, “İçerideki ayrışmaları asgariye indirip iç cepheyi güçlendirmeyi gerektirdiği için” Öcalan’ın serbest bırakılıp DEM Parti ile işbirliği yapılmak istendiğine inanıyor kimileri.
İlk bakışta mantıklı bir gerekçe gibi görünüyor... Ama asıl gerekçenin bu olduğuna ikna olabilmek ancak gözümüzün önünde olup biten hadiseleri görmezden gelmemiz şartıyla mümkün. Nitekim bunu yapıyoruz, gördüklerimiz inancımıza zarar vermesin diye gözümüzü kapatıyoruz.
Öcalan’ı çıkarmayı öngören proje kimilerine terör tehdidini ortadan kaldırmak, kimilerine Kürt sorununu çözmek, kimilerine de iç cepheyi tahkim etmek amacıyla izah ediliyor. Beğenen beğendiğini alıyor.
Terör tehdidi böyle mi çözülecek diyen yok, Türkiye topraklarında terör zaten bitirilmiş değil miydi diyen yok… Bugünkü asıl tehdit Suriye’deki oluşum değil miydi diyen yok… Suriye’deki tehdidin izale edilebilmesi ABD’nin tutumuna bağlı değil miydi diyen yok… ABD ile yapılacak pazarlığa ve anlaşmaya bağlı olan bir hususta Öcalan’ın dağdaki adamlarına silah bırakma çağrısı yapması neyi değiştirecek diye soran yok.
Dünyanın ve bölgemizin yeniden şekillendiği “böyle bir ortamda” iç cepheyi tahkim etmek gerektiği muhakkak. Ama burada da şu çok basit soruyu sormak aklımıza gelmiyor: “Böyle bir ortamda” ana muhalefet partisi ile de işbirliği yapmak gerekmez mi “iç cephenin güçlendirilmesi” için? Niye bunun tam tersi yapılıyor? Son yerel seçimde en yüksek oyu alan partiye topyekun saldırı başlatmak, dışarıya karşı iç cepheyi tahkim etmek amacına hizmet mi ediyor?
Keza yine “böyle bir ortamda” ortaya çıkıp “Siyasal Alevi, kuyruk acısı” vs. diyerek mezhepçilik ateşinin körüklenmesi yerine milletin birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini ayakta tutmaya çalışmak gerekmez mi? Tabii amaç sahiden “iç cepheyi güçlendirmek” ise…
Dışarıda bir sorun varsa iç cephenin güçlü olması gerekir elbette. Bunu yıllardır söyleyip durmaktan bizim dilimizde tüy bitti. PKK terörüyle mücadele ederken, FETÖ belasıyla uğraşırken, bölgedeki hercümerç içinde milli menfaatlerimizi muhafazaya çalışırken içeride tek vücut olup belirli ortak hedefler doğrultusunda birlikte hareket edebilmenin yolu bulunmalıydı. Bu yapıldı mı? Hayır.
Niçin? Toplumdaki kutuplaşmanın ayakta tutulması taban konsolidasyonu sağlamanın en kolay yolu olarak görüldüğü için. Bu tehlikeli siyaset anlayışının ülkeye getireceği maliyet umursanmadığı için.
Şu var tabii: Dış tehditler veya milli politikalar değil ama “iç siyasetin gerekleri” bazen aksi yönde bazı adımlar atılmasına ihtiyaç duyurdu. Mesela Erdoğan 2019 yerel seçimlerinden sonra “Artık kızgın demiri soğutmak lazım. Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte Türkiye İttifakı olarak hareket etmeliyiz” diye bir çıkış yaptığında ortağından şiddetli tepki gördü. Bahçeli, bu çıkış karşısında “Kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Türkiye İttifakı ne demek? Biz Cumhur İttifakıyız. Onlar zillet ittifakı” diye meydan okudu. Aynı konuşmasında “YSK üyeleri zillete göz yumamaz. İstanbul’da seçim tekrarı beka meselesidir” ifadesini de kullandı MHP lideri.
Sonrası malum… İstanbul seçimlerinin iptali, Ankara Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi gibi hadiseler kızgın demirin soğutulmasına imkan vermeyecek bir gerginlik ortamını geri getirdi.
Geçen yıl, yine bir yerel seçim yenilgisinin ardından Erdoğan bir kere daha “kızgın demiri soğutma” girişiminde bulunmak istedi. CHP’ye yönelik “normalleşme” adımları atmaya yöneldi. Erdoğan’ın 18 yıl aradan sonra CHP Genel Merkezi’ne gitmesi gibi şaşırtıcı jestlerle ilerleyen bu süreç, yine MHP lideri Bahçeli’nin ortağına rest çekmesi üzerine sona erdi. Bahçeli’nin “Normalleşme ve yumuşama atmosferinin önündeki engel bizsek kenara çekiliriz” resti karşısında Erdoğan CHP genel başkanını suçlayarak normalleşme arayışı içinde olmadığını açıklamak zorunda kaldı.
Peki, toplumdaki derin kutuplaşmadan rahatsız olunduğu için mi bu normalleşme adımlarına ihtiyaç duyulmuştu, yoksa Erdoğan’ın yeniden adaylığını sağlamak için mecliste yeterli sandalyenin Cumhur İttifakında bulunmayışıyla mı ilgiliydi?
Bugünlerde ise Cumhur İttifakı partilerinin eksiğini tamamlaması düşünülen DEM Parti’nin “üçüncü ortak” rolünde vereceği desteğe mukabil, CHP’nin sandalye sayısının MHP’nin desteğine bile ihtiyaç bırakmaması bir tedirginlik kaynağı olarak buradaki arayışlarla ilgili midir?
Konuyla ilgili herhangi bir hazırlığın veya eylem planının ortada olmamasına rağmen gündeme getirilen “İmralı süreci”nin ne getirip ne götüreceği ayrı mesele ama bu girişimin de esas itibarıyla Cumhur İttifakının iki ortağı arasındaki ilişkinin mahiyetinden bağımsız yorumlanamayacağı muhakkak.
Hal böyleyken siyasetçilerin bize bahsettikleri “terörü bitirmek, kardeşliği getirmek, iç cepheyi güçlendirmek” gibi ulvi gerekçeleri bu kadar kolay ciddiye almamız, bunları ciddiye almak istediğimiz için herhalde.