Görüşler

Tek-Adamlık

Tek-Adamlık

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Politik hayatta herkesi ilgilendiren kararların ortak akıl ile/oydaşma ile alınması, yönetme işinin uzman kurumlara tevdi edilmesi ve hukuka uyulması daha doğrudur” diyor.

“Kesin Kanaat, Herkesi Gafil Avlar”
Xenophones

Tek adamlığın bir politik versiyonu, bir de dini-ahlaki versiyonu vardır. Eski Mısırda politik versiyonu, Firavun; dinsel versiyonunu da Hâman karşılar. İkisi birlikte toplumu kontrol altında tutarak, toplumun kimlik, kültür ve diğer toplumsal formasyonları belirler. Hz. Musa, bu iki otoriteye birden, her iki misyon ile karşı çıkar. “Hz. Musa’nın yaşadığı çağda Mısır‘da “Amon” kültü hâkim olduğuna göre, bu kültü temsil eden en yüksek dereceli rahibin de, yönetimde Firavun’dan sonraki ikinci adam olması tabiidir. Bunu, 28/38 ve 40/36-38 ayetlerinde Firavun’un, ondan Musa’nın Tanrısını görmesi için bir kule yapması talebinden anlaşılabilir.” (M.Esed, Kur’an Mesajı. Çev: C. Koytak-A. Ertürk. İst. 1997. S. 782.). Firavun, tek adamlığını Hz. Musa karşısında şöyle ifade ediyor: “Bırakın da, onu öldüreyim; inandığı Tanrıyı yardıma çağırsın da görelim. Ben onun düzenimizi değiştireceğinden/bozacağından, toplumda fesat çıkaracağından çekiniyorum.” (40/26). Sonunda tekebbür ve istiğnası: “Ben, sizin en büyük Rabbinizim” deme noktasına vardı.

Kur’an, politik veya dinsel olarak oluşmuş mutlak iktidar-otorite sahibi kişisel veya kurumsal yapıları şiddetle eleştirir. Örneğin, bu tip kanaat önderi veya politik liderlere koşulsuz, sorgusuz-sualsiz itaat edip dalalete düşerek cehennemlik olan kişilerin Ahirette Allah’a: “Ey Rabbimiz, biz, liderlerimize ve kanaat önderlerimize uyduk; bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar onlar; onlara iki kat azap ver; onlara büyük bir lanet ver.” şeklindeki serzenişleri, kendilerine meşru bir mazeret oluştur(a)mamaktadır. Yine cehennemlik olan Müstekbir (lider ve kanaat önderleri) ve cahil-zayıf bırakılmışlar (Mustazaflar) cehennemde birbirlerini şöyle suçlarlar: “Mustazaflar: Doğrusu biz, sadece size uymuştuk; o halde, cezamızı azaltabilir misiniz? Müstekbirler ise: “Biz hepimiz, cezanın içindeyiz.” derler.” (40/47-48). Başka bir tartışma sahnesi: “(Ayartılmış olanlar): kendilerini ayartanlara: “Siz, bize suret-i haktan göründünüz” derler. Ayartanlar: “Hayır, siz kendiniz inanmadınız; üstelik sizi zorlayacak bir gücümüz de yoktu; siz de küstahça bir kibre kapılmıştınız. Sizi sapıklığa sürükledik (doğru); çünkü kendimiz de sapıktık.” (37/328-32). Xenephones’in yazının ser-levhası yaptığımız sözünü doğrulayan bir müminin, Hesap Günündeki şu itirafı, manidardır: “Dünyadayken benim bir arkadaşım vardı; bana şöyle derdi: ”Sen de, tekrar dirileceğimize inananlardan mısın; ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra, tekrar hesaba çekileceğimize mi inanıyorsun?” Allah’a yemin olsun ki, neredeyse/az kalsın beni de mahvedecekti (ayartacaktı).” (37/51-56).
Kur’an, ahlak ve dini alanda Allah’ın öğretmesi (vahiy), peygamberin içtihatları ve bu ikisine bağlı Ulemanın gerekçeli (ilmi-hikmetli) görüşlerine itaat etmeyi tavsiye etmekle birlikte; müminlerin kendi vicdani, iradi inisiyatifleri ile de düşünerek (tefekkür, tafakkuh, taakkul, tezekkür, tedebbür, rey, nazar, dinleme…) karar vermelerini, dini-ahlaki hayatlarını oluşturmalarını ister: “Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine körü körüne düşme; göz, kulak ve kalp, bundan dolayı hesaba çekilecektir.” (17/36) Politik alanda da işlerini ortak akıl (şura) ile çözmelerini tavsiye eder (42/38, 3/159).

Müslüman toplumlar, politik alanda bu ilkeyi hayata geçiremeyip “Saltanat” denen tek-adam rejimleri kurdukları gibi; dini-ahlaki alanda da Ulemanın içtihatlarını mutlaklaştırarak (dogmatizm/taklit) ve “din-adamları (imam, mehdi, veli, şeyh, gavs, kutup, baba, dede, efendi…)” oluşturmuşlardır. Bu durum, müşriklerin “put” oluşturma gerekçesi ile hayli yakınlık arz etmektedir: “Allahtan başkalarını “Evliya” edinenler: “Bizim onlara saygımız (ibadetimiz)ın nedeni, bizi, Allah’a daha fazla yaklaştırmalarından dolayıdır.” (39/3).

Politik olsun, ahlaki-dinsel olsun her iki alanda da “Tek adam”lığı doğuran şey, tek adamın karizması, kahramanlığı, öz-verisi yanında; onun güç istenci, istiğnası, narsizmi, zorbalığı ve ona itaat edenlerin cehaleti, zayıflığı, fakirliği, korkaklığı ve güven arayışı da olabilir; bu durum kendini, kişiliğini, karakterini, onurunu hiçe saymadır. Oysa medeni insan olmanın kriteri, politik alanda ortak akıl (şura) ile karar alma, oydaşma, kurum (bürokrasi) ve kural (hukuk) oluşturmaktır. Ahlaki-dinsel alanda ise, vicdani kapasitesini sürekli tetikte, teyakkuzda tutmak ve kül yutmamaktır; körü körüne ve korkakça itaat etmekten, boyun eğmekten, teslimiyetten kaçınmaktır. Politik alanda bütün sorunların, nihai çözümünü bir kişinin inisiyatifine/iradesine bırakmak, bütün toplumun aklını yok saymak ve onu iptal etmektir. İç ve dış politika, ortak akıl ve ilgili kurumlar-kurallar tarafından bir “Kaneviçe” gibi işlenmesi gerekirken; Tek Adam politikası/kararları, bir “ilmek” veya “düğüm” atma işlemi gibidir. Toplumlar için bu tutum, çok tehlikeli ve risklidir. Onulmaz ve geri dönülmesi zor sonuçlar doğurur. Tek adamlık, zorla, dayatma ile tepeden aşağı olabileceği gibi; toplumun kendi kararı/kararsızlığı (seçimi) ile de olabilir: “Tencere yuvarlanır, kapağını bulur.” Avrupa, Fransız Devriminden yani Krallığın ve Kilisenin ortadan kaldırılmasından sonra, 19. ve yirminci yüz yıl boyunca “Seçilmiş Krallar” (M. Duverger) veya “Tek Parti” ler ile yönetildi. Napolyon, Hitler, Mussolini, Franko Avrupada; Lenin, Stalin, Mao, Tito, Enver Hoca Sosyalist blokta Tek adam iktidarları kurdular.

Aynı dönemlerde İslam dünyasında da Tek Adam, Tek Parti, Tek Kabile, Tek Komutan/Kaid (asker) yönetimleri oldu. Körfez Krallıkları, Suud Ailesi, C.A. Nasır, Kaddafi, Saddam, Şah Rıza Pehlevi, Zahir Han, Humeyni, Ziyaulhak… Tek Adam-Aile yönetimleri idi. Avrupa’da kurumsal/Anayasal demokrasi, daha kolay gelişirken; İslam dünyasında bu olmadı. Osmanlı imparatorluğunda padişahlar ve paşalar birlikte yönetiyorlardı. Meşrutiyetten sonra, II. Abdulhamit ile birlikte “Tek Adamlık iyice yerleşti. Cumhuriyet Devrimlerinden sonra ise, M. Kemal (Atatürk) ve İsmet İnönü (Milli Şef), tek adam yönetimleri kurdular. Tek Adam yönetimi Tek Adamların iyiliği, bilgeliği, kahramanlığı, öz-verili olabileceklerinden, imkânından öte; “Tek Adamlık”ın kendisi, tehlikeli ve büyük risk barındıran bir durumdur. Kurtuluşu, sorunların çözümünü birlikte arama, birlikte sorumluluk üstlenme yerine; bir kişinin boynuna yükleme tembelliği, kurnazlığıdır söz konusu olan. Yahudilerin tarihinde Hz. Davut ve oğlu Hz. Süleyman; Perslerde Enuşirnevan, İslam tarihinde Hz. Ali, Hz. Ömer, Ömer b. Abdulaziz, Selahattin Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet; Modern dönemlerde Gandhi, Nelson Mandela, Aliya İzzet Begoviç… gibi ‘Bilge Kral’ların çoğu, semalarında “tek yıldız” olarak kalmayı bilinçli olarak tercih etmişlerdir.

Son yirmi yıldır Recep Tayyip Erdoğan da, seçilerek/oylanarak, demokratik kurallarla iktidara gelmektedir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra geçilen ‘Başkanlık Sistemi’ -ilgili kanuni düzenlemeler, bilinçli olarak yapılmadığı için- giderek ‘Tek Adamlık’a doğru evrilmektedir. Tek adamlığın tehlikesi, ona verilen yetkinin (iktidar) fazlalığı ve tek başına vereceği kararların doğruluk ihtimalinin -çoğunluğun vereceği karara nispetle- yanlış olma ihtimalidir. Sayın Erdoğan’ın -kendisinin de itiraf ettiği gibi- gerek iç politikada FETÖ ve PKK (çözüm süreci) gerekse dış politikada ABD tarafından (Suriye politikası) aldatılmıştır. Bundan sonra da aldatılmayacağına dair bir garantisi yoktur. Ciddi ekonomik ve politik hatalar yapmasının faturasını da hep birlikte toplum olarak ödemekteyiz. İyi bir ‘ekonomist’ olmadığını, ‘nass’ı yanlış anladığını, bugün itibariyle faiz oranlarının yüzde 45’e çıkmasıyla hep birlikte gördük.

Sayın Erdoğan’a olan desteğin, yirmi küsur yıldır devam etmesi, destekleyenlerin bu ceremeyi (zararı) bile-isteye devam ettirmeye teşne olduğunu gösterir. Meşhur bir hadis: “Siz, nasıl iseniz; öyle yönetilirsiniz” der. Demem o ki “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır (12/76) ayeti ve “Akıl akıldan üstündür”. “Bir elin nesi var? İki elin sesi var” özdeyişlerinde söylendiği gibi, politik hayatta herkesi ilgilendiren kararların ortak akıl ile/oydaşma ile alınması; yönetme işinin uzman kurumlara tevdi edilmesi ve yönetirken yerleşik kurallara/hukuka uyulması; dinsel-ahlaki alanda da aktif bir vicdan (düşünme) ile birlikte “Sözü dinleyip, en güzeline uymak” (39/18), sorgusuz-sualsiz birilerine teslim olmamak, daha doğrudur.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir