Görüşler

Su, H2O'dan daha fazladır

Su, H2O'dan daha fazladır

Anadolu Yazarlar Birliği Başkanı ve 'Dünden Yarına Su' kitabının yazarı Yusuf Tosun "canlılığını kaybederek H2O’laşan su, gerçek manada kullandığımız su değil. Bu ölü suyu tekrar canlı hale getirmek ise elimizde" diyor.

Ülkemizde daha çok ‘Okulsuz Toplum’ kitabıyla tanınan Avusturyalı filozof ve toplum eleştirmeni Ivan Illich (1926-2002) 1980’li yıllarda bir madde olarak ‘su’ üzerine ilginç bir çalışmada bulunur.

Onu bu çalışmaya sevk eden ise; 1984 yılında Dallas kentinin göbeğinde yapılmak istenen bir gölet…
Bu çerçevede alan taraması yapar ve böyle bir göletin yapılmasının kazanımları ve kayıpları üzerinde birçok kişiyle konuşur, tartışır. Bunlar arasında Dallas kenti ileri gelenleri, Meksikalı işçiler ve işportacılar da vardır. Ayrıca mitolojilerdeki su algısından tutun da dinlerdeki su bakışına varıncaya kadar araştırmalar yapar. Amaç; maddenin tarihselliğine dikkatleri çekerek ‘…gerçekliğin yalnızca bir sıfat olarak değil, isim olarak da tarih tarafından yaratıldığını vurgulamak’tır.

Nihayetinde Illich, kent gölüyle ilgili olarak çağrılan toplantıda bir konuşma yapar. Bu konuşmada insanlara kentte yapılacak yapay gölü besleyecek suyun geri dönüşüm tesisinden geçirilmiş tuvalet gideri olduğunu, yani kimyasal olarak H2O olsa da imgelem için okuduğu tüm kaynaklarda suyla kastedilenin tamamen farklı bir şey olduğunu ve bu durumun tuhaflığını anlatmaya çalışır.

Neticede Ivan Illich bu araştırmasında insan tabiatı üzerinden yola çıkarak üç tipik kentsel alan üzerinde durur ve bunları şu üç su türüne bağlar:

1-Kaynak suyu
2-Borulardaki su
3-Geri dönüşüm suyu…

Daha sonra ise yaptığı bu konuşmayı kitaplaştırmayı düşünür.

Başlangıçta bütün suların H2O’ya indirgenmesine karşı çıkarak yaptığı bu çalışma 1985’de ‘H2O And Thewaters Of Forgetfulness’ kitap ismiyle yayınlanır ve 1991’de Türkçeye ‘H2O ve Unutmanın Suları’ olarak çevrilir.

Bu kitap ülkemizde çok fazla ilgi görmemiş olmalı ki daha sonraki yıllarda yeni baskısı yapılmaz. İşin doğrusu ben de uzun bir süre satışta olmayan bu önemli kitabı ancak sahaflardan temin edebildim.
Buraya kadar her şey normaldir. Bizi asıl ilgilendiren kısım ise bundan sonradır.

O da gün gelip bu kitabın (1990 yılında) Afa Yayınları tarafından Türkçe baskısı yapılmak istendiğinde yaşanır. I. Illich, Türkçe baskıya önsöz için kütüphaneye kapanıp İstanbul’un sularına dalar. Dokuz ciltlik Lane Poole’daki ‘ma’ birleşimlerinin zenginliği ve de lezizliği kısa sürede onu sarhoş eder adeta. Hanefilik mezhebindeki suyla ilgili yasaların inanılmaz yalınlığından çok etkilenir. Osmanlı (tatlı-sert) siyasetindeki bilgelik ve İstanbul’daki su tesisatının yeniden kurulmasında gösterilen üstün başarı onu derinden etkiler. Kâhinin suyu kullanış şekline göre –akması, taşması, yüzeydeki parıltısı, dalgaların şikeli, içildikten sonra fincanın içinde zar şeklinde dairesel izler ya da onların kuruduktan sonraki halleri- Arapçada yedi ayrı isim alan kehanet hakkında yazılanları okur. Suyun yabani bitkiler ya da ateş gibi mübah olduğunu, insanoğlu tarafından sahiplenemez derinliğini gördükçe, ‘avam’a dair yeni bir görüş açısı edinir böylece. Tursun Bey’in, Sultan Mehmet biyografisinde yeni su tesisatı ile yeni camiler arasında kurulan bağlantıyı okurken suyla dinsel ayin arasındaki ilişkinin öngörülemez duygusal boyutunu anlar.

Kısacası; İslam’ın suları ve Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında hayretler içinde kalıp bir çocuk gibi dilinin tutulduğundan bahseder Ivan Illich.

Netice olarak; kitabının Türkçeye çevrilmesinden onur duymakla birlikte bu durumdan rahatsız olur ve bir bakıma özür niteliğinde aşağıdaki satırları yazar;

‘Okurlarımın, bu konuşmamın dünyanın en eski şehri olan, Anadolu’daki Çatalhöyük yakınlarında değil de kovboyların şehri olan Teksas’ta yapıldığını hatırlamalarını dilerim. Bu konuşma, ataları oldukça yakın bir zamanda Teksas’a yerleşen ve beraberlerinde ne Ortadoğu çöllerinin anılarını ne de Kur’an ayetlerini getirmiş insanlara yöneliktir.

Çeviriniz aracılığıyla sizin dünyanızda okurlar edinebileceğim için kuşkusuz mutluyum. Belki bu bir vesile olur da okurlardan biri hepimiz adına Anadolu “madde”sinin hikâyesini kaleme alıp Teksas suları gibi yok olan ve H2O’ya indirgenen Osmanlı sularını anlatır. Zira tehlike orada da, burada da aynı...’ (1)

Aslında yukarıda ifade edilen hadisenin Dallas’ta veya dünyanın başka bir yerinde yaşanmış olmasından ziyade bütün dünyayı sarmalayan neticeleri üzerinde durmak lazım. Bizim de dikkat çekmek istediğimiz ayrıntı budur aslında.

Çünkü doğru söylüyordu Ivan Illich; ‘tehlike orada da burada da aynı’dır. Nihayetinde su, orada da, burada da o bildiğimiz su…

Bugün hızla tükenen insanlığın ve dahi tüm canlıların yaşam kaynağı olan suyun iki hidrojen ve bir oksijene (H2O) indirgenmiş olması hayret vericidir. Öyle ki; ‘kilometrelerce su borusundan akan modern insanın kullandığı ve tükettiğ su, antibiyotikten, çimentodan ya da benzin gibi endüstriyel bir üründen daha farklı değildir.’ (2)

Çünkü insanoğlunun suya, doğaya, atmosfere acımasızca müdahalesi neticesinde; ‘…su, doğasını oluşturan tadı, tazeliği ve ışıldayan varlığını kaybetmiş ve bu canlılık kaynağı madde fonksiyonel bir kaynağa çevrilmiştir. Önceleri karşılıksız bir armağan iken, tüm doğayı tüketici malları için bir depoya dönüştüren mantıkla beraber maddi bir kaynak ya da H2O’ya dönüşmüştür.’ (3)

Maalesef durum bundan ibarettir.

SU HAFIZASI OLAN BİR CANLIDIR

Suyun H2O’laşmasıyla birlikte yaşanan süreç aynı zamanda insanlığın da tarihsel serüvende gelip dayandığı bir çıkmazdır. Her şeye madde gözüyle bakışın aleni iflasıdır bir bakıma. Bundan dolayıdır ki bugün birey ve toplumların çimentosu olan ruh kayıplara karışmıştır. Bu da Avrupa Rönesans’ıyla birlikte modernitenin hayatımıza armağanıdır. Postmodern ve dijital çağla birlikte bu durum iyice ayyuka çıkmıştır.

Doğrudur, dünyada her şey değişim halini yaşıyor, en başta da insan… Öyle ki İnsan kendisiyle birlikte çevresindeki canlı cansız nesneleri de değişime uğratıyor. İşte yukarıda da ifade edildiği gibi ma-i lezizden H2O’ya indirgenen su da bu değişim ve başkalaşımdan nasibini alıyor.

Oysa su; H2O’dan daha fazladır. Su cansız bir nesne hiç değildir, bilakis su canlıdır. H2O ise sudan farklı olarak sadece akışkan bir sıvıdır. Teşbihte bulunmak gerekirse; bir robot ile insan arasındaki fark nasılsa, su ile H2O arasındaki benzerlik de öyledir.

Çünkü su bilinenin aksine; kokusu, rengi ve şekli olan bir canlıdır. Hem de öyle bir canlıdır ki; yerküredeki canlı-cansız her şeyin yaşam kaynağı...

Suyun kimyasal olarak olağanüstü boyutuna uzun uzadıya girmeye gerek yok şimdilik. Başlı başına bir alan… Ancak şunu söylemek mümkün; suyun muhteşem bir hafızası var ve o hafızanın yansımalarını yaşıyoruz gündelik hayatımızda fakat farkında değiliz. Farkında olmadığımız içindir ki; çoğu kere bedelini hayatımızla ödüyoruz.

Bunu fark etmek için öncelikle suyun canlı bir varlık olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Lakin insanoğlunun hunharca müdahalesi neticesinde bugün kullandığımız suyun çoğu ölü su haline getirilmiştir maalesef.

Nasıl mı?

J. ROBERT’ten dinleyelim: ‘Boru hattındaki H2O, bir yeri özel yapan toprak, su, hava bileşimine yabancıdır. Tazelik ya da derinlik hissi uyandırmaz. Dağıtım yapılan yer uzaysal tanımlara indirgenmiştir. Su, artık ‘buralı olma’ hissi yaratmıyor. Suyun sesi kilometrelerce uzanan boru hatlarında öldürülmüştür. Musluktan akan H2O muhtemelen ölü sudur.’

Şayet suyu tekrar canlı hale getirebilirseniz ya da canlı suyu koruyabilirseniz ancak onunla konuşabilir, anlaşabilirsiniz. Kızdığınızda onun kalbini kırıp şeklinin değiştiğine, sevdiğinizde de sevginizin karşılığını bulduğuna şahit olabilirsiniz. Bu durum bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda…

Japon bilim adamı Prof. Dr. Masaru Emoto bunu ilk ispatlayanlardan:

‘…Su kristalleriyle yaptığım deneylerin de desteklediği bir veridir. Aynı su örneğinin yanına, birisinin üzerinde ‘sen güzelsin’ diğerinin ise ‘sen çirkinsin’ yazan iki etiket koyduğumuzda, su örneğinin ortaya koyduğu kristaller çok güzel olmaktadırlar.’(4)

Benzer şekilde M. Emoto’nun suyun canlı olduğu ve bilgiyi kaydettiği ile ilgili yapmış olduğu deneyler de ilginçtir. Aynı suya dinlettiği farklı müzikler neticesinde suyun kristal yapısının değiştiğini görmüştür Emoto. Arıtmada ve basınçlı borularda çeşitli işlemlere maruz kalan şehir şebeke suyunun kristal yapısı ile nehir, yağmur, kar suyunun kristal yapısının farklı farklı olduğu yine yapılan deneyler neticesinde görülmüştür.

Neticede yukarıda da ifade ettiğimiz gibi suya ve suyla bağlantılı çevreye yapılan müdahaleler suyu H2O’laştırıp bağlamından uzaklaştırmıştır:

‘Tarih boyunca su, daima arılık yayan bir madde olarak algılanmıştır. Şimdi ise yeni madde H2O’dur ve insanoğlunun hayatta kalabilmesi H2O’un arıtılmasına bağlıdır. H2O ve su birbirine zıt şeyler olmuşlardır. H2O, çağdaş dönemin toplumsal bir yaratısıdır, teknik işletme gerektiren zor bulunur bir zenginlik kaynağıdır.’(5)

Ez-cümle; kendi canlılığını kaybederek H2O’laşan su, gerçek manada kullandığımız su değildir. Bu ölü suyu tekrar canlı hale getirmek ise elimizde. (6)

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir