Görüşler

Payitahtta su üstüne yazı yazmak

Payitahtta su üstüne yazı yazmak

Anadolu Yazarlar Birliği Başkanı Yusuf Tosun, öteden beri İstanbul’un suyla ilişkisinin kendine has bir nitelik barındırdığının altını çiziyor.

Su kaynaklarının bir bir kuruduğu, barajların, göllerin dibe vurduğu, toprağın çatlayıp çoraklaşmaya başladığı, sıcakların eyyam-ı buhur günlerini yaşadığı, yağmurların esamisinin bile okunmadığı zamanlardan geçiyoruz. Bu geçişin her geçen yıl iklimsel değişimle birlikte yaşadığımız dünyaya, dolayısı ile hayatımıza yansımasının olumsuz etkileri de artıyor haliyle. Lakin bu olumsuz yansımanın müsebbibi sadece iklimsel olaylar değil, insanoğlunun bizzat kendisidir de. (Bu konuyu daha önce detaylıca ele aldık. https://www.karar.com/gorusler/kuresel-kuraklik-ve-su-kitligi-sadece-iklimsel-bir-olay-degil-1881617 ) Kısacası bugün; iklimin değiştirdiği dünyadan çok dünyanın değiştirdiği bir iklimle karşı karşımayayız. (1) Şayet bu hususta zamanında yeterli tedbirler alınmazsa hayati tehlikelerin zuhur etmesi sürpriz olmayacaktır. Geçmiş dönemlerde birçok medeniyetin bu tehlikeden ötürü yok olduğu da bilinen bir durumdur.

Ancak aynı şekilde yaşamın vazgeçilmez kaynağı olan su, medeniyet kurucudur da aynı zamanda. Çünkü yaşamın olduğu her yerde su, suyun olduğu her yerde yaşam olmuştur hep. Öyle ki; şehirlerin ve dahi medeniyetlerin çoğu su kaynakları çevresinde gelişip, büyümüşlerdir. Çin’de Sarı Nehir, Hindistan’da Ganj ve İndus, Amerika’da Amazon, Anadolu’da Fırat ve Dicle bunlardan birkaçıdır. Tarihin en eski kültür, medeniyet başkentlerinden olan İstanbul, Bursa gibi şehirler de bu çerçevede su kaynaklarının zengin olduğu topraklarda gelişip boy atmışlardır.

Çünkü su, şehrin mütemmim cüzüdür. Susuz ne bir şehir, ne de bir medeniyet mümkün değildir. Öyle ki; susuz bir şehir kurumaya, yok olmaya mahkûmdur.

Dünyanın önemli şehirlerinden biri olan İstanbul bu yönüyle tarihe mal olmuş bir su şehridir. Öyle ki tarihin her döneminde sudan bir şehir olarak varlığını korumuştur. İçinden akan nehirlerden tutun da, şehrin dört bir yanından fışkıran kaynak sularına varıncaya kadar İstanbul sudan bir şehirdir. Denilebilir ki; İstanbul bir su medeniyetidir de aynı zamanda.

İstanbul, öteden beri suyla ilişkisi kendine has olan bir şehirdir. Diğer şehirlerden farklı olarak su ile arasında özel bir bağ vardır. Su gibi aziz, su gibi seyyal ve berrak bir şehirdir İstanbul. Medeniyetinin kökleri o kutsal sudan beslenmektedir çünkü.

Bu nedenle de şehrin gelişiminin su ile doğru orantılı olduğunu gözlemliyoruz. Ne zaman ki su ile ilgili bir atılım yapılmışsa şehir de suyun gücüyle canlanmıştır. Bu yönüyle şehrin medeniyet membaı sudur, diyebiliriz. (2)

Bu çerçevede Payitahtta kısa bir su yolculuğunda bulunup tarihsel serüvenini su üzerinden okuyup yazmaya çalışacağız.

FETİHTEN ÖNCE İSTANBUL’DA SU

M.Ö. 658 yılında Sarayburnu ve çevresinde kurulan İstanbul, ilk dönemlerindeki su ihtiyacını membalardan, sarnıçlardan ve kuyulardan sağlamıştır. Bu çerçevede önemli su tesislerinin ilkin Romalılar zamanında yapıldığını görüyoruz. İmparator Hadriyen (117-138) tarafından sur dışındaki bir kaynaktan Haliç’in kenar mahallelerine kadar suyolu yaptırıldığını, Istırancalardan- Edirnekapı’ya kadar 242 km uzunluğundaki en uzun Roma suyolunun I. Konstantin (324-337) tarafından yaptırıldığını, Valens’in (364-378) ise Halkalı civarından Beyazıt’a kadar su getirttiğini biliyoruz.

Ayrıca Romalıların suyolu için Mazul Kemeri ile bugün Bozdoğan diye bildiğimiz Valens Kemeri’ni inşa ettirdiği kayıtlarda yer almaktadır. Yine biliyoruz ki; Valens zamanında Belgrat Ormanları’nda bir bent yaptırılmış, Kâğıthane Deresi’nin suları ızgara ve havuzlarda toplanarak bu sular şehre getirilmiştir.
I. Teodosyus (378-395) ise Mazul ve Valens Kemerlerini kullanarak üçüncü suyolu ile şehre su getirmiştir. Ayrıca Belgrat Ormanları’ndan Sultanahmet’e kadar dördüncü suyolunu inşa ettirmiştir. Roma ve Doğu Roma İmparatorları, kuraklık ve savaş ihtimallerini düşünerek, şehir içinde üstü açık (Çukurbostan gibi) ve kapalı sarnıçlar da yaptırmışlardır. Üstü açık su depolarının en önemlileri arasında Aetiyus (bugünkü Vefa Stadı), Aspar (Yavuz Selim’deki Çukurbostan) ve Hegius Mokius (Altınmermer semtinde) su depoları yer alır. Üstü kapalı su depolarının en meşhurları ise; 336 sütunlu Basilika Sarnıcı (Yerebatan Sarayı), 224 sütunlu Pileksenus Sarnıcı (Binbirdirek) ve Acımusluk Sarnıcı olduğu bilinmektedir.

Roma İmparatorları zamanında yaptırılan su tesisleri, Bizans İmparatorları tarafından bir dereceye kadar tamir edilmişse de, Bizans’ın son devirlerinde kullanılamaz bir şekilde tamamıyla yok olmakla karşı karşıya gelmiştir. Bu tesislerden halen ayakta olan Mazul ve Valens (Bozdoğan) Kemerleri, Osmanlılar tarafından çok iyi bir şekilde tamir edilmiş ve böylece tarihi dokunun korunarak günümüze kadar gelmesi sağlanmıştır. (3)

İSTANBUL’UN FETHİ VE SU MEDENİYETİ

Bizanslar döneminde susuzluktan kırılan İstanbul, kelimenin tam anlamıyla perişan bir haldedir. Su yapıları harap olmuş, yeni su kaynakları geliştirilememiş ve bu arada nüfus da artmıştır haliyle. Öyle ki; 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul fethedildiğinde, şehrin su yapılarının çoğu bakımsızlık, deprem ve yaşadığı savaşlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. Her yönüyle kıymeti bilinmemiş olan İstanbul harap ve bitap vaziyettedir.

Şehrin hayat kaynağı kuruyunca, medeniyet de el değiştirme ihtiyacı hissetmiştir. Bu fetih de genç yaşta Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuştur. Fatih Sultan Mehmet bir can suyu gibi şehrin imdadına yetişmiştir böylece.

Genç Fatih, şehrin susuz bir ağaç gibi kurumaya yüz tuttuğunun farkındadır. Bu nedenledir ki Fatih, ilk iş olarak eski suyollarının onarılması ve yeni suyollarının yapılması için işe koyulmuştur. Yani şehri su ile buluşturmak suretiyle Medeniyet çınarını yeniden canlandırma gayreti içerisinde olmuştur Fatih Sultan Mehmet.

Bu çerçevede Fatih Sultan Mehmet, önceden Valens tarafından yaptırılan Marmara Bölgesi’ndeki su tesislerini ıslah ettirmiştir. Fatih ve Turunçlu suyollarının bu suretle meydana geldiğini biliyoruz. Böylece Fatih döneminde su sıkıntısı giderilmiş ve halk su ile rahat bir nefes almaya başlamıştır.
Kanuni Sultan Süleyman dönemine geldiğimizde ise nüfusun arttığını ve yüz elli bin (150 bin) ile yüz yetmiş beş bin (175 bin) arasında seyrettiğini görüyoruz. Böylece nüfusun artmasıyla birlikte şehrin su ihtiyacı da artmış ve su kaynakları yetersiz hale gelmeye başlamıştır. Dolayısı ile su kaynaklarını geliştirme ve yeni su yapıları ve tesisleri yapma ihtiyacı hâsıl olmuştur. O zamanlar; Alibey ve Kâğıthane Derelerinin mecralarından toplanan sular, havuzlarda biriktirilerek Eğrikapı’ya getiriliyor, oradan da şehre taşınıyordu.

Fetihten sonra ikinci büyük su ile ilgili yatırım ve atılım Kanuni Sultan Süleyman döneminde olmuştur. Çünkü Mimar Sinan gibi dünya çapında ünlü bir mimar vardır bu dönemde.

Mimar Sinan bu dönemde hala hayretimizi celbeden dünya harikası mimari eserler yapmıştır. Özellikle su yapılarında hala esrarını koruyan mimari bir deha ile karşı karşıyayız.

Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki en önemli ve en büyük su tesisi yatırımı Kırkçeşme Su Yolları’dır.
Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra birçok hayırsever tarafından yaptırılan ilavelerle suyun miktarı ve beslenen tesislerin sayısı artırılmıştır. Öyle ki; suyun derlendiği sahalardaki derelerin baş tarafına bentler inşa edilmek suretiyle kıştan yaza su saklanmıştır.

İstanbul’un Beyoğlu Bölgesi’nin su probleminin ilk defa 1732’de yapılmış olan Taksim Suyu Tesisleri’yle çözüme kavuştuğunu görüyoruz.
Bahçeköy civarında derlenen ve günlük verimi 800 m3 olan su, 20 km’lik bir isale hattıyla Taksim’deki 2.700 m3’lük bir depoya ve oradaki maksem vasıtasıyla 64 çeşme ve sebil ile 3 şadırvana ulaştırılmıştır.
Yine 1732’de 1. Mahmut tarafından yaptırılan Bahçeköy (Sultan Mahmut) Kemeri ile Topuzlu Bent, Valide Bendi ve 2. Mahmut Bendi bu tesislerin bir kısmıdır.

Burada bir parantez açıp Osmanlı döneminde gerek Mimar Sinan’ın, gerekse diğer mimar ve mühendislerin büyük bir özveri ve estetikle yaptıkları çeşmelerin, suyollarının, kemerlerin, su haznelerinin… hem sanatı, hem de mimarisiyle ‘Su Medeniyetinin’ önemli bir unsuru olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bu özel yapıları başka bir medeniyette bu kadar canlı ve etkin bir şekilde görmek mümkün değildir. Söz konusu yapılara sadece tekniklerini değil, aynı zaman da gönüllerini de işlemişlerdir.

Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid dönemlerine geldiğimizde artık şehirde modernliğin etkisiyle çok katlı binaların yapılmaya başlandığını görüyoruz. Şehir büyüyor, binalar hızla yükseliyor. Bu da beraberinde suyun yüksek noktalara pompalanmasını gündeme getiriyor. Bu nedenle de, suya yeni yatırımlar ve yeni teknik yapıların dâhil olmaya başladığını görüyoruz.

Böylece şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla kaynak suları, küçük isale hatlarıyla çeşmelere verilmeye başlanmıştır. Bunların en önemlisi 1904’de Sultan 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan ve günlük verimi 1.200 m3 olan Hamidiye Suyu’dur. Kemerburgaz’daki membalardan alınan Hamidiye suyu, Beyoğlu civarındaki kışlalara, saraylara ve 50 kadar çeşmeye veriliyordu o zamanlar.
Hatırlatmakta fayda var; Emirgan’a isale edilen Kanlıkavak ve Sarıyer Suları da böylesi önemli kaynak sularıdır.

Anadolu Yakası’ndaki kaynak suları ise Kayışdağı, Atikvalide, Küçükçamlıca, Alemdağ (Taşdelen) sularıyla, Beykoz’daki 10 Çeşmeler, Karakulak ve İshakağa sularıdır.

DERSAADET ANONİM SU ŞİRKETİ

Sultan Abdülaziz döneminde (1873) aslen Fransız olan Osmanlı tebaasından Terno bey, Terkos gölü ve bu göle akan Kızıldere’den Beyoğlu ve Galata bölgesine su getirme ile ilgili çalışmalara başlar. Ancak 1877-1878 yıllarında yapılan 93 Harbi’nin neden olduğu ekonomik sıkıntılar ve siyasi karışıklıklar nedeniyle çalışmalar netice vermez ve Dersaadet Su Şirketi kurulamaz. Ancak aynı şartlar ve imtiyaz dâhilinde Sultan Abdülhamit döneminde (1882) ‘Dersaâdet Anonim Su Şirketi’ (Terkos Şirketi) kurulur. Yapılan çalışmalar neticesinde bugün de sık sık anılan ve hala varlığını koruyan Terkos tesisi 1883-85 yılları arasında altı adet pompayla İstanbul’a su vermeye başlar.

Terkos’tan yakın zamana kadar da bu pompalar üzerinden şehre su alınıyordu. Öyle ki bugün hala İstanbul’da musluklardan akan su halk arasında Terkos suyu olarak anılır.
İstanbul’da ilk defa halka suyun parayla satılmaya başlanması suyun Terkos gölünden basınçlı borularla 1885 yılında şehre getirilmesinden sonradır.

Sultan Abdülhamid dönemine geldiğimizde ise, şehrin su ihtiyacının daha da arttığını görüyoruz. Sultan Abdülhamid çıtayı daha da yükselterek Cendere’de bir pompa istasyonu yaptırmış ve şehir şebekesine de böylece basınçlı su verilmeye başlanmıştır. Yine bugün Terkos’taki yapılar gibi Cendere Pompa İstasyonu da restore edilerek koruma altına alınmış durumdadır.

Cumhuriyetten sonra ise (1926) Kâğıthane sırtlarında ilk Su Tasfiye Tesisi inşa edilmiş ve su arıtılıp klorlandıktan sonra şehre verilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan gittikçe gelişen Anadolu Yakası’nın su ihtiyacını karşılamak üzere Üsküdar-Kadıköy Su Şirketi 1893’de Elmalı Deresi üzerinde 1. Elmalı Barajı’nı inşa etmiş, Anadoluhisarı’ndan Bostancı’ya kadar olan sahada su şebekesi döşenmiştir. Daha sonra Elmalı Barajı’ndaki suyu arıtacak bir Su Tasfiye Tesisi, terfi merkezi, Bağlarbaşı’na kadar isale hattı ve Bağlarbaşı Su Deposu da bu şirket tarafından inşa edilmiştir.

Ancak zamanla bu imtiyazlı su şirketleri, haklarının çoğunu alıp görevlerini yerine getirmekten kaçınca, su meselesinin bu şirketler eliyle çözüme kavuşamayacağı kanaatine varılmış ve Terkos Şirketi 1932 yılında, Üsküdar - Kadıköy Su Şirketi ise 1937 yılında satın alınarak İstanbul Sular İdaresine (İSİ) devredildiğini görüyoruz. Böylece su dağıtımı işi özel şirketlerden alınıp kamu eliyle yönetilmeye başlanmıştır.

KÖYDEN KENTE GÖÇ VE SU

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ise modern su yapılarının artığını görüyoruz. Böylece teknoloji ile yeni tanışan İstanbul’da şehir şebeke hatları, barajlar, pompa istasyonları… yapılmaya başlanıyor. Bu arada nüfus da hızla artıyor. Özellikle 1950’li yıllardan sonra Türkiye’de köyden kentlere başlayan göç dalgası haliyle İstanbul’da da nüfus patlamasına yol açıyor.

Söz konusu sebeplerden dolayı öngörülemeyen su yatırımları ve şehrin kötü yönetimi neticesinde 1980’li yıllara geldiğimizde şehrin susuzluktan kırılmaya başladığını görüyoruz. Belediyeler tarafından artık yönetile(me-ye-)n İstanbul Sular İdaresi (İSİ) ise gün geçtikçe köhneyip çürümeye başlıyor.
Bu süre zarfında İstanbul’un altyapısı da geliştirilemiyor. Bu durum gecekondu tarzı mahallelere hizmetin götürülmesini daha da zorlaştırıyor haliyle. Artan nüfusun su ve kanalizasyon ihtiyacını karşılamaya İstanbul Sular İdaresi (İSİ)’nin gücü yetmeyince daha geniş yetki ve imkânlarla yeni bir idarenin kurulması ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Böylece 1981 yılında kurulan bu yeni idarenin isminin ‘İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ)’ olduğunu görüyoruz. Ancak İSKİ’nin kurulması yeterli olmamış, İSKİ’yi iyi yönetecek ekiplere de ihtiyaç gün geçtikçe artmaya başlamıştır. Dolayısıyla şehrin su ve atıksu problemi de bir kangren halini almıştır bu yıllarda.

1990’lı yıllarla birlikte su yatırımlarında ciddi bir hamle yapıldığını görüyoruz. Yavaş yavaş kurumaya başlayan o medeniyet çınarı yeniden can suyuyla buluşturulmuştur bu dönemde. İşin ehli ve de liyakatli yönetici ve uzmanlar su ile ilgili acil eylem planları oluşturmuş ve yeni barajlar yapılmak suretiyle hızla su kaynakları geliştirilmiştir. Batıda Istırancalarda, doğuda ise Melen’de inşa edilen barajlardan devasa borularla payitahta su getirilmiştir. Bu da yetmemiş yeni modern su tasfiye tesisleri (İkitelli, Taşoluk, Emirli, Cumhuriyet…) yapılmış şehrin önemli noktalarına yeni su depoları ve pompa istasyonları inşa edilmiştir. İki binli yıllarda Büyükşehir Belediye sınırlarının il sınırlarına taşınmasıyla birlikte su ve atıksu yükü de iki katına çıkmıştır. Böylece köy, mezra, mahalle demeden İstanbul’un her yerine yeni su isale hatları ve şebeke boruları döşenmiştir. Bu da yetmemiş, şehrin mevcut bütün altyapısı yenileme yoluna gidilmiştir. Öyle ki Cumhuriyetten bu yana su ve atıksu ile ilgili yapılmamış yatırımların bu dönemde hızlı bir şekilde yapıldığını görüyoruz. Gerek yapılan yatırımlar gerekse hazırlanan master planlarıyla su ve atıksu ile ilgili yıllara sari sağlam bir altyapı ve de sistem oluşturulmuştur artık. Öyle ki; 2010’lu yıllara geldiğimizde İstanbul’un Tokyo ve Kyoto ile birlikte dünyanın üç büyük başarılı su şehri arasına girdiğini görüyoruz.

Çünkü bu dönem yatırmalarında suya imza atan çağdaş bir Mimar Sinan dehası vardır. Yine bu dönemde suyun başında su için çarpan bir yürek vardır; Prof. Dr. Veysel EROĞLU (1994-2002)… (Veysel Eroğlu bu dönem hatıralarını iki kitap halinde 2022, 2024 yıllarında yayınladı. Bu dönemi daha detaylı öğrenmek isteyenler okuyabilirler. (4)

Bu dönemde geliştirilen su kaynakları, yapılan yatırımlar ve su yönetimi ile ilgili oluşturulan sistem sayesinde halen Payitahtın su ve atıksu hizmeti aksamadan devam ediyor.
Payitaht suyu ile ilgili açtığımız parantezi kapatıp en başta söylediğimizi yineleyerek bu bahsi hitama erdirelim.

Evet, su kaynakları bir bir kuruyor, her geçen gün barajlar, göller dibe vuruyor, toprak çatlayıp çoraklaşıyor, sıcaklar eyyam-ı buhur günlerini yaşıyor, beklenen yağmurlar bir türlü gelmek bilmiyor…
Neticede; dünyamız bu durumdan olumsuz etkileniyor. Bütün bu olanların tek müsebbibi iklim değil. Çünkü iklimin değiştirdiği dünyayı, dünyanın değiştirdiği iklime dönüştürdük maalesef.

(Bu konuda daha geniş bilgiyi linkteki yazımızda bulabilirsiniz https://www.karar.com/gorusler/kuresel-kuraklik-ve-su-kitligi-sadece-iklimsel-bir-olay-degil-1881617 )

Gerçek şu ki; kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin neticesini yaşıyoruz bir bakıma.

Şayet bu hususta zamanında yeterli tedbirler alınmazsa hayati tehlikelerin zuhur etmesi sürpriz olmayacaktır.

Biline!...

KAYNAK:
1-İklimin Değiştirildiği Dünya, Marcus Rosenlund, Kaplumbağa Yayınları
2- Dünden Yarına Su, Yusuf Tosun, Çıra Yay. S:75
3-Aziz Şehre Leziz Su, İlhami Yurdakul, Kitabevi Yayınları, S:1-25
4- Suya Atılan İmza Hatıralarım-1, Prof. Dr. Veysel Eroğlu, İnkılap Yayınları, 2022
Su ve Medeniyet: Mühendislik Destanı Hatıralarım – 2, Prof. Dr. Veysel Eroğlu, İTÜ Yayınları, 2024

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir