‘Ütopyanın Sesleri’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, belgesel fotoğrafçılık anlayışının yenilenmesini öneren radikal sanatçıların ve sanat kuramcıların başında gelen Martha Rosler’in “Savaş sonrasında Amerikan ailesini ve iyi döşenmiş, huzur verici ev düzenini, özellikle NY City’deki üst ve orta sınıfların yaşam tarzını sorguladı. Kadınların hayatında ev işlerinin merkezi mesele olmasını inceledi. Sınıf, ırk, cinsiyet ve diğer tahakküm biçimlerinin kesişme noktalarını saptadı” diyor.
Martha Rosler yeni sol içinde yer almış bir sanatçı ve kuramcı. Dönemin ilahı Herbert Marcuse’nin derslerini izlemiş, savaş karşıtı harekete katılmış, insan haklarını ihlal eden davranışlara karşı çıkmış. Daha yakın bir zamanda Irak ve Afganistan’a farklı gözlerle bakılabileceğini gösterdi. Aradan geçen onca yıla rağmen Vietnam Savaşı ile bu savaşlar arasında benzerlikler buldu.
1980’lerde Martha Rosler’ın gündeminde Latin Amerika vardı. 1981 başında bir grup sanatçı arkadaşıyla birlikte önce Küba’yı, sonra ardından Mexico City’yi ziyaret etti; aynı yıl Nisan ayında yine Mexico City’de “mücadele olarak fotografçıık “ başlıklı bir konuşma yaptı. Panelin başlığı ve konusu Rosler’in fotoğrafçılık anlayışını tam olarak yansıtıyordu.1 Mayıs’da şehrin merkezindeki gösterilerde yer aldı.
Martha Rosler, Brooklyn doğumlu, çocukluğu orada geçmiş. Sık sık hayal kuran bir çocuk olarak hatırlıyor kendini. Oldukça üretken ve çok yönlü bir sanatçı; pek çok alanda ürün verebiliyor. Sanatını her iki yakadan beslemiş. Avrupa’dan da hayli etkilenmiş, özellikle Jean-Luc Godard’ın sinemasından; onun kapitalizmi ve sömürgeciliği eleştirdiği çalışmalarından, 1960’ların sonlarında Üçüncü Dünya’nın mücadelesine verdiği destekten ilham almış. Tüketim kültürünün eleştirisinde de öncü rol oynamış.
Dadaistler ve diger avangard akımlar fotoğrafı kolaj malzemesi olarak kullandılar. Görsel ve dilsel öğeleri parçaladılar, bütünlüğü bozarak heterojenlik yarattılar. Sanatta alışılagelmiş anlatım biçimlerine karşı çıktılar; imgeleri parçalayarak farklı bağlamlara yerleştirdiler, yeni anlamlar yarattılar. Bütün bunları Martha Rosler da yaptı.
Martha Rosler bugüne değin yazdığı çok sayıdaki kitapta sanatını, sanat adına yaptığı ve yapmak istediklerini dile getirdi. Bazen kadın olma haline odaklandı; kadının mutfak deneyiminden ev temizliğine yüklendiği bütün işleri sorguladı, televizyondaki yemek programlarını eleştiri süzgecinden geçirdi. Kadınlara dayatılan güzellik standartlarına karşı çıktı.Kamerası kadına ayrılan ve esas olarak ona ait sayılan yerde gezdirdi.
Martha Rosler, Amerikan belgesel fotoğrafçılık, özellikle sosyal belgeselcilik geleneğinin radikal bir eleştirmenidir. Bu tür belgesel fotoğrafçılık sosyal reformculukla birlikte gelişti. Büyük şehirlerdeki yoksullukla mücadeleyi hedefleyen sosyal reformcular bu geleneğin gelişmesinde önemli rol oynadılar.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarında çok sayıda göçmenin gelişiyle gecekondu mahalleleri büyüdü; kalabalık aileler buralarda sağlıksız ve havasız konutlarda ve koşullarda yaşadılar. Sosyal reformcular onların yaşadığı yoksulluğun derinliğini kanıtlamaya, orta sınıfların vicdanlarına seslenerek empati yaratmaya çalıştılar. Büyük şehirlerindeki yoksul mahalleleri, evleri, buralarda barınan insanları görüntülediler, fotoğraflarını çekerek belgelediler.
Kendi de bir göçmen ailesinin oğlu olan Danimarka asıllı Jacob Riis bu reformcuların ilk akla geleni. Riis için fotoğrafçılık başlangıçta gazetecilik kariyerinin bir parçasıydı.1870’lerin sonunda Lower East Side’da polis muhabiri olarak çalışırken oradaki ailelerde bebek ölümlerinin yüksek oranı dikkatini çekti. Flaş ampulü kullandığı fotoğraflarla yoksulların içinde bulundukları koşulları gözler önüne serdi. Amerikan toplumunun yarısının nasıl yaşadığını gösterdi. İşçi sınıfının, yoksul göçmenlerin yaşadıkları sokakları, barındığı evlerinin içini, avluları gözler önüne serdi, onların varlığını toplumda daha iyi olanlara hatırlattı. Sosyal reformcular sosyal ahlakçılardı aynı zamanda. Onların reform programları, tasarı ve teklifleri buraları steril, temiz, sağlıklı bölgelere dönüştürmeyi hedefliyordu; hatta bu hassasiyetin kimi zaman refah sağlamanın önüne geçtiği de söylenebilir. Alkolizm, yüksek suç oranı, fuhuş, hastalık... Kibar toplum açısından tehdit oluşturuyorlardı.
Martha Rosler aynı kent mekânına Riis’den yaklaşık bir asır sonra döndü, orada farklı çalışmalar yaptı. Bowery: İki Yetersiz Betimleyici Sistemde bu çalışmaların sonucu. Kentsel yoksulluğu gözler önüne serdi. Bunu mağdurları teşhir etmeden, gururlarını incitmeden, onları teşhir etmeden yaptı. “Bowery serserilerini” görüntülere özellikle sokmadı, onların onurunu korudu. Bu bakımsız yöredeki serseri ve alkoliklerin de insan olduğunu hatırlattı. Terk edilmiş evler ve dükkânlar, yıkılmaya yüz tutmuş binalar. Sadece boş şişeler, çöpler görünüyor: onların onurunu korumak adına yapıyor bunu.
Martha Rosler kentsel mekânlar, mekân ve kimlik ilişkisi üzerinde durdu. NY City keskin ve acımasız bölünmelerin, çelişkilerin ve parçalanmaların kentiydi. Rosler çalışmalarında kentsel mekândaki farklılaşmayı gösterdi. Eğer Burada Yaşasaydın 1980’lı yılların sonunda yaptığı ve Bowery ile tematik olarak bağlantılı bir çalışma. Başlığı bir reklam posterinden ödünç almıştı. Banliyöleşme, mutenalaşma, evsizliğin konut krizinin birbiriyle olan ilişkisi vurgulanıyordu. Hızla ilerleyen kentsel yenilenme uygulamaları konut krizini derinleştirdi.
1980’ler toplum kesimleri arasındaki uçurum gün be gün büyüdüğü yıllardı. Sosyal harcamalardaki kesintiler nedeniyle dar gelirli insanlar maddi sıkıntı çekiyorlardı. Çok sayıda insan ipotek nedeniyle evlerini kaybetme tehlikesi altındaydı. Muhafazakâr yönetim yoksulları, evsizleri görünmez kılmak istiyordu; daha doğrusu onların göz önünde bulunmalarını istemiyordu. NY City belediye başkanı Ed Koch şehrin yoksullarına adeta savaş açmış, onları açıkça şehirden kovuyor ve burada yaşamaya maddi gücü yetmeyenleri taşınmaya zorluyordu.
Sanat pratiğinin yansıtılmasının esas mekânı kamuya açık alandı: bu herkesi katılımcı haline getirmeyi amaçlıyor ve herkesin kültürel özneler haline gelmesini hedefliyordu. Martha Rosler sanatın genel olarak bu alanlardan kaldırılmasına tepki veriyordu; politik farkındalığı harekete geçirmeye kararlıydı
Yapıtlarında değişik kavramsal teknikler ve estetik formlar kullandı. Sanatçının benlikle ilgilenmesinin eserin toplumsal önemini gölgelememesi gerektiğini, aksi halde “ narsistik “ olarak tanımlanabileceğini vurguladı. Kentsel mekânlar, mekân ve kimlik ilişkisi üzerinde durdu. NY City keskin ve acımasız bölünmelerin, çelişkilerin ve parçalanmaların kentiydi. Rosler çalışmalarında kentsel mekândaki bölünmeyi ve farklılaşmayı gösterdi. Banliyöleşme, mutenalaşma, evsizliğin konut krizinin birbiriyle olan ilişkisi vurguladı. Hızla ilerleyen kentsel yenilenme uygulamaları konut krizini derinleştirdi.
Martha Rosler belgesel fotoğrafçılık anlayışının yenilenmesini öneren radikal sanatçıların ve sanat kuramcıların başında geliyor. O öncelikle belgesel türüne yönelik siyasi eleştiri geliştirdi: alışılmış haliyle belgeseli tartışmaya açtı, Fotoğrafta yeni sunum biçimleri araştırdı. Asıl önemlisi fotoğrafçılığı siyasi bir olgu olarak kavradı. Geleneksel belgeselin temsil gücüne ve biçimlerine yönelik eleştiri geliştirdi. Buna göre fotoğrafçı ile fotoğraflanan (görüntülenen ve çerçeve içine alınan) arasındaki eşitler arası ilişkidir.
1970’lerde aynı zamanda ev içi yaşama yönelik eleştirel çalışmalara odaklandı; bu çalışmalar feminist sanatın erken müdahaleleri arasında ilk akla gelenlerdir. Savaş sonrasında tüketim toplumu ve banliyöler gelişdi, büyüdü, yaygınlaştı. Amerikan ailesini ve iyi döşenmiş, huzur verici ev düzenini, özellikle NY City’deki üst ve orta sınıfların yaşam tarzını sorguladı. Kadınların hayatında ev işlerinin merkezi mesele olmasını inceledi. Sınıf, ırk, cinsiyet ve diğer tahakküm biçimlerinin kesişme noktalarını saptadı. Aynı dönemde kent yoksulları finansal krizin sonuçlarını ağır biçimde hissediyor, konut sorunu yaşanıyordu. Şehrin belirli kısımları harap durumdaydı. Reagan bile söz konusu yerleri gezerken ikinci dünya savaşında en fazla bombalanan Alman kentini kastederek “ burası Dresden gibi “ demişti
Başlıca Kaynaklar:
Crinson, Mark Ed.( 2015 ) ,Urban Memory: History And Amnesia In The Modern City, Routledge
Wallis, Brian, Ed.( 1998) , If You Lived Here: Project by Martha Rosler, Dia Art Foundation
Weinsteign, Arnold L (1991),The Soul and the City : Art,Literature ,and Urban Living ,The Teaching Company