Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Karadeniz’de biriken güç, kendini maçlarda “Bize Her Yer Trabzon” sloganı ile dışa vuruyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Karadenizli olup, etnik kökenini önemseyen-unutmayan veya önemsemeyen; “İnsan”, “Vatandaş”, “Mü’min” olmayı, köken saplantısından daha önemli olarak görüp; ülke, devlet ve ayrım yapmadan toplum için canla-başla çalışan sayısız insanımız var. Hocalarım (Rizeli) Hüseyin Atay ve M. Said Yazıcıoğlu (Trabzonlu) ve kardeşi rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu, benim tanıdıklarımdan bir-ikisidir.
Aşağıda yapacağım analiz, “bir kısım” Karadenizlileri kapsamaktadır. Yazıdan –el çabukluğu ve kurnazlık ile- birileri bir “Türk ırkçılığı” veya bir bölgenin aşağılanması ithamını çıkarmaya kalkışmasın. İddia, tam tersidir: Bir bölgenin bir kısmı, Türkiye’nin gerisini aşağılamaktadır. İddialar, bir gözleme-yoruma dayanmaktadır. Söylediklerimde hilafı-ı hakikat varsa, isteyen çıksın eleştirsin, gerekçeli olarak reddetsin.
Karadeniz Bölgesi, coğrafi ve etnik kökeni ile kendine has özellikleri olan bir bölgemizdir. Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu ve Samsun illerini kapsar. Samsundan batısı, “Karadeniz” diye anılmaz, çağrılmaz. Artvin- Rize-Trabzon, “Öz-Karadeniz” olarak diğer illerden ayrılır. Bu ayrımı belirleyen temel husus, “Öz-Karadeniz”in Gürcü (Artvin)-Laz (Rize)-Pontus-Rum (Trabzon) etnik kökenlilerin, diğer illerden daha fazla olmasıdır. Coğrafya da, “Öz-Karadeniz”de denize daha diktir ve çay bitkisi gelinceye kadar, Tarım, imkânsızdı. Diğer illerde (Giresun-Ordu-Samsun) etnik olarak “Türk” kökenlilerin sayısı, diğerlerine eşit gibidir. Öz-Karadenizliler için “hîn- i hacette” ikinci sırada yer alırlar. Öz-Karadenizliler, -Sayın Erdoğan’ın deyimi ile- kendilerini: “Bizim Uşaklar” diye çağırırlar.
Yetmişli yıllarda Rizeliler yaylacılık, fırıncılık, balıkçılık; Trabzonlular müteahhitlik ve ticaret ile uğraşırlardı. Rize ve Of’ta “meslek” olarak Din-adamı (Ofli Hoca-Cübbeli Ahmet) yetiştiren bir Medrese geleneği de mevcuttu. Pontus-Rum döneminde de –aynı saikler ile- buralarda Papaz yetiştiriyordu. Ayrıca bölgede gizli olarak sürdürülen “El Yapımı” silah (Tabanca) imalatı, bugünkü “İHA” ve “SİHA” ların ve bir ölçüde Savunma Sanayisinin gelişmesinde bu bölge insanının “silah merakı”nın belli bir katkısı, inkâr olunamaz.
Ellilerden itibaren Karadeniz bölgesinden Türkiye’nin her yerine ve özellikle İstanbul’a ilk göçün olduğu malumdur. İstanbul’a göç, Karadenizlileri ticarette ve inşaatta (müteahhitlik-emlak) söz sahibi yaptı ve paraya ulaştırdı. Bu sayede, R. T. Erdoğan, doksanlı yıllarda İstanbul Belediyesine Başkan seçilebildi. Mesut Yılmaz’ın, aynı dönemlerde merkezi siyasette etkin olması da tesadüf değildir. İstanbul’da şu anki muhalefetin Belediye Başkanının (E. İmamoğlu) da Trabzonlu olması, İstanbul’daki “Karadeniz” gücünü ortaya koyar. Türkler İstanbul’u Yunanlılardan fethetti; Karadenizliler de, İstanbullulardan. “Kanal İstanbul” ise, İstanbu’lu Araplara pazarlama projesiydi. N. F. Kısakürek’in bir zamanlar Devrimcilerin (Balkanların/Suyun o tarafı) hegemonyası karşısında Anadolu insanının (asker/çeri-manav-çiftçi) durumunu ifade etmek için söylediği :“Öz vatanında garipsin; öz vatanın da parya” dizeleri, bugün “Öz-Karadenizliler” karşısında etnik olarak “Türk”lerin politik-ekonomik konumunu tasvir eder gibidir: “Adı bizim; tadı sizin” . Karadenizliler, bu duruma: “Kıskanma, ne olur; çalış, senin de olur.” diyeceklerdir; ancak, kazın ayağı, öyle değil. Çalışma veya ehliyet/liyakat ile olmuyor; “hem-bölge/hem-şehri” dayanışması ve “mülakat”la oluyor.
Son yirmi yılda Metropollerde ve sahillerde yabancılara emlak satışının ve Güney ve Doğu sınırlarından –makul gerekçesi olmayan- Göçmen/Mülteci kabulünün(sayıları çoktan 10 milyonu geçti) anlamı nedir? “Vatandaşlık” satmada (Bir zamanlar 250 bin dolardı; sonradan 400 bin dolara çıkardılar) ve dağıtmadaki bu cömertlik nereden geliyor? Ayrıca “Para” uğruna, şehit kanları ile sulanmış “Vatan Toprağı” satılır mı?
Anadolu insanının binlerce yıllık tecrübesinin sonucunda edindiği: “Toprak satılmaz” akide ilkesidir. Aç yatmak, toprak satmaktan daha haysiyetli değil mi? Hani: “Toprak, eğer uğruna ölen varsa; “Vatan”dı? Anadolu, yoksa kasti olarak “Türk Yurdu” olmaktan çıkarılmak mı isteniyor? Yeni hazırlanacak Anayasa taslağında “Türk” isminin çıkarılmak istenmesi, neyin nesi? İngiliz muhibbi Fesli Kadir, Şevki Yılmaz, Mustafa Armağan, İsmail Kahraman… gibi isimlerin Ata TÜRK karşıtlıklarının temelinde 1925 de Şapka kanununa isyan sonucu Hamidiye Kruvazörünün, Rize’yi bombalaması, Trabzon mebusları Ali Şükrü ve Topal Osman olaylarının rövanşı mı var? Bu “Ümmet-İnanç Toplumu” oluşturma politikasının-projesinin arkasında ABD ve İngiltere’nin hazırlamış olduğu “BOP” bağlamında teşvik ve desteklerinin rolü nedir?
Coğrafyanın sertliği (deniz-dağ), bölge insanının karakterine de yansımıştır: Sert mizaç ve gözünü budaktan sakınmama; doğal olarak çalışkanlık, ekmeğini taştan çıkarma ve biraz da mafyalık (Laz İsmail). Bu çelik çekirdek (”Gürcü-Laz-Rum”) ortak paydasında kendini bölgesel bir dayanışmanın içinde buldu: “Karadenizlilik”. Osmanlı döneminde üçü de “Müslüman”laşarak oluşan bu ortaklık; Türkiye Cumhuriyeti döneminde “vatandaşlık” anlamında nominal “Türk”lüğü de rahatça benimsedi; ses çıkarmadı. Kürtlerin bir kısmında olduğu gibi, bir itirazda bulunmadılar ve “Bölücülüğe” de iltifat etmediler; köklerini unutmadılar; daha ziyade “İş” lerine baktılar ve işlerini yürüttüler.
İki binli yılların başında kurulan AK Parti, patronajını(finansman) büyük ölçüde Karadenizlilerin oluşturduğu bir “koalisyon”du. Partide, Bürokraside ve Belediyelerde giderek Karadenizlilerin sayıları arttı. Hatta bir dönem kabinede dokuz tane “Gürcü” kökenli Bakan vardı. Karadenizliler, Ak Parti tarafından her şehirde ve ilçede Belediye Başkan veya milletvekili adayı yapılabilmektedir. Ak Parti, İslam/din vurgusu ile “Gayri Türk”lerden destek alırken; -zayıflamasına paralel olarak- “Milliyetçilik” vurgusu ile de (Cumhur İttifakı), taşrada “Türk”lerden destek almaktadır.
Parti, Merkez-Sağın iki binli yılların başında çökmesi ile R.T. Erdoğan tarafından, “Krizi Fırsata Çevirmek” ve “Kazan-Kazan (Win-Win)” formüllerine göre kurulmuş; hemen herkes nezdinde pür-pozitif birer kavram ve değer olan Din/İslam ve Demokrasinin, daha ziyade sos-süs yapıldığı (”Muhafazakâr Demokrat”); derininde/dibinde ise, “Anonim Şirket” ruhlu siyasal bir yapıdır. Partinin kuruluş çatısını-ruhunu ve temel motivasyonunu, burada “ibadet” saiki ile siyaset yapan bazı zevatın niyeti ile karıştırmamak lazım. Parti, İslam ve Türklüğün desen olarak-amblem olarak kullanıldığı bir anonim şirkettir(koalisyon). Patronajı “Öz-Karadeniz”lilere ait olmak kaydıyla, “Taş-ören” olarak Türk, Kürt, Arap…ın çalıştırıldığı, istihdam edildiği bir şirket.
Sayın Erdoğan’ın oluşturduğu ve muhalefet tarafından “Beşli Çete” olarak isimlendirilen ve büyük devlet ihalelerini alan şirketlerin sahipleri veya ortakları, büyük oranda Karadenizli olduğu gibi; devletten “Teşvik”ler alan veya vergileri silinen-vergiden muaf tutulan şirketlerin arasında bir hakkaniyetin olmadığı söyleniyor. Son yirmi yılda para kazanmanın, zengin olmanın yolu endüstri, innovasyon, üretim ve ticaretten giderek siyaset erbabı/esnafı ve bürokrat olmaya kaydı. Siyasetçi-Bürokrat milyrderlerimiz var. Uzun süreden beri yerleşmiş, kökleşmiş, palazlanmış, alışmış(kudurmuştan beterdir), bir içgüdü ve güç istenci, kendini suret-i haktan göstererek salt “Hizmet” ettiğini iddia etmektedir. Bu politikalar, Hz. Osman’ın “Kabilecilik” ile şahsına “Sadakat”ı birleştiren din soslu “Hilafet” politikalarına benziyor.
Futbol, eğer bir yönü ile şehirlerin zenginlerinin el attıkları ve onur/gurur savaşı yapmanın birer aracı/aparatı ise; İstanbul sermayesinin yönetiminde olduğu Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin yanında; “Trabzon Spor”, dördüncüdür. Karadeniz’de biriken güç, kendini maçlarda “Bize Her Yer Trabzon” sloganı ile dışa vuruyor. 17 Mart 2024 de Trabzon’da oynanan Fenerbahçe-Trabzon karşılaşmasında Fenerbahçe’nin 3-2 galip gelmesi ile seyircilerin sahaya inmesi, benzer bir güç taşmasının son örneğidir.
Eskiden iktidar partisi, kabineyi oluştururken, bütün bölgeleri göz önünde tutar ve illeri küstürmemeye çalışırdı. Bakanlık ve bürokrasi bölgelere göre adil olarak paylaştırılmaya çalışılıyordu. Uzun süreden beri bu teamül, ortadan kalktı. Kabinenin ve bürokrasinin ve Belediye Başkanlarının büyük bölümü “Karadenizliler” den oluşuyor. Diğer bölge vatandaşları bunu kendi aralarında dillendirse de; İktidar, hiç umursamıyor. Memlekette onca genç işsiz-güçsüz gezerken; Karadeniz’de Eşekler bile işsiz değil. Rizeli zengin bir işadamı arkadaşıyla telefonda konuşurken; arkadaşının: “Neredesin?” sorusuna, büyük bir öz-güven patlaması ile –ve şaka yollu- “Rize “il”inin Ankara “ilçe”sindeyim.” diyebiliyor. Kadıköy’de Rıhtımda bir dolmuş şoförü, Karadeniz müziğini sonuna kadar açarak, trafikteki herkese fütursuzca dinletebiliyor. Çünkü trafik polislerinden korkusu yoktur.
Türkler -İmparatorluk kurmuş bir halk olarak-, Cumhuriyet döneminde hiçbir ayrım yapmadan Balkanlardan ve Kafkaslardan gelip buraya yerleşen veya burada meskûn farklı etnik kökenli gruplara eşit muamele yaptılar. Devrimcilerin bazı “kurucu-günah”larını hariç tutarsak; halkın kahir ekseriyeti, buradaki topluluklara karşı “Milliyetçilik” yapmamaktadır. Mevcut etnik grupların, kendi aralarında dayanışması-yarışması da anlaşılabilir bir şeydir. Ancak, şu anda olan “Üçlü-Bir (Gürcü-Laz-Rum)” dayanışmasının, daha doğrusu “Karadenizliliğin” siyaseti ve iktisadı “a-normal” bir şekilde manipüle etmesi, başta etnik Türk kökenliler olmak üzere “diğer”lerinin gözüne batmakta ve onlara biraz ağır gelmektedir. Mırıldanmalar şöyle: “Ayıp oluyor beyler”; “Hepimiz, din kardeşiyiz” ; “Allah, adamı çarpar.”
Hâsılı, İktidar/tahakküm/sulta kurmak ile “Devlet/Hukuk” kurmak, birbirinden ayrı şeylerdir. Birincisi, güçlü bir içgüdü; ikincisi, yüksek bir kültür gerektirir.