Görüşler

Kamu hizmetlerinde ve istihdamında enflasyon

Kamu hizmetlerinde  ve istihdamında enflasyon

Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Çemrek “10 yıl içinde iki katına çıkan kamu istihdamına rağmen eğitimde giderek artan kalitesizleşme kaçınılmaz olarak hem Türkiye’yi demokratik ligden düşürdü hem de orta sınıfı bir soykırıma tabi tuttu” tespitinde bulunuyor.

Çocukluğumda mahalleleri -yaşları erişmeyenlerin en azından Seksenler dizisinden hatırlayacağı gibi- gece bekçileri korurdu. Bekçiler, Roma’daki pretoryen muhafızlar gibi, gerektiğinde mahalleyi mahalleliden bile korumakla ödevli, kanunen de güvenlik güçlerine yardımcı olan silahlı kolluk görevlileriydi. 1995’te durdurulan bekçi alımları sonrasında 2008’de Emniyet Hizmetleri sınıfına dahil edilmeleriyle görevlerine devam ettiler. 2017’de yeniden bekçi alımları başlarken 18 Haziran 2020 tarih ve 7245 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçiliği Kanunu ile 14 Temmuz 1966 tarih ve 772 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu’ndaki çalışma şartları güncellendi. Genelde Osmanlı-Türk modernleşmesi ve özelde bu sürecin bir kırılma mı yoksa devamlılık mı olduğu tartışmalarına dair çalışanlar için bir kamu spotu olması için aslında 1966’daki güncelleme de 24 Nisan 1914 tarihli Çarşı ve Mahallât Bekçileri Hakkındaki Muvakkat Kanun’un o günün koşullarına uyarlanmasından başkası değildi.

Bekçi denilince aklıma kötü bir renk tercihi olarak kahverengi üniformaları ve bir Hıdırellez akşamı (fonda Emir Kusturica’nın Çingeneler Zamanı filmi ile özdeşleşen Ederlezi çalsın lütfen) sokağın her iki tarafı araba doluyken yol ortasında yakılan ateş yüzünden bekçinin copundan nasiplendiğimiz olmuştu. Hatırladığım kadarıyla 7-8 yaşlarındaydım ve kendimizden büyüklerin akıldaneliğine kurban olmuştuk. Zira o zamanki birbirine sıkışık beş katlı apartmanların -bırakın hane başı bir tane araba ve park yerini- asansörü bile yoktu (Komik olma kuzen Larry, tabii ki yangın merdiveni de yoktu o apartmanların ama Amerikan filmlerinde klasik yangın merdiveninden kaçma sahnesine hepimiz müptelaydık). Sonrasında yukarıda belirttiğim istihdam düzenlemeleriyle bekçiler hayatımızdan kayboldu ama Kemal Sunal’ın hayat verdiği Bekçiler Kralı filmi özel televizyon kanallarında bugün bile en beklenmedik zamanlarda karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Bir anlamda gecikmeli olarak hayatlarımıza özel televizyon kanalları girmişti ama bekçiler de çıkmıştı.

Bitişik nizam apartmanların yerini duruma göre daire başı bir hatta bazen iki araçlık kapalı park, evinizden kapalı devre kamera sistemiyle çocuklarınızı izleyebileceğiniz çocuk oyun parkı ve yangın merdiveni (ama lütfen turşu bidonlarını ve bodrumdaki depoya indirmeye erindiğiniz ıvır zıvırı koymayın yangın merdivenine) gibi açık ara daha steril yaşam alanları sunan siteler almaya başladı. Ben de çocuğumuzu rahat takip edelim diye bir tanesine taşındıktan sonra aklımı kurcalayan meselelerden bir tanesi sitenin özel güvenliği oldu. Madem özel güvenlik hizmeti için aidatın bir parçasını ödüyorduk haliyle kamusal güvenlik hizmetlerinden daha az faydalanıyorduk. Buna rağmen hem oransal hem de toplamda toplum olarak her geçen gün daha fazla vergi ödüyorduk. Öte yandan, devletin sunduğu güvenlik hizmetlerinin -en azından görünür olanlarından- daha az ediniyorduk ama biz mışıl mışıl uyurken beyaz şapkalı hacker’lar farklı renklerde şapka tercih eden hacker’lara karşı malımızı ve canımızı koruyorlardı (Her seferinde Polat Alemdar olası bir siber saldırıda tüm fişleri kopartırcasına çekemezdi ya…). Modern toplumda üretilen ve haliyle de tüketilen hizmetlerin hem sayı hem de yoğunluk artışından dolayı aklıma ilk gelen teselli cevabı istihdam olanakları da yaratmak adına emek yoğun düzenlemelerdi.

Klasik liberalizmde “gece bekçisi” metaforu ile olabildiğince sınırlı bir çerçeveye indirilen devlet, gece bekçilerinden de vazgeçtiyse -evlerden eşiklerden ırak- anarşistlerin ütopyasına bir adım daha yaklaşmıştık. Halbuki, devleti şeytanı (necessary evil) ne kadar gerekliyse o kadar içselleştiren klasik liberalizm çoktan yenilgiye uğramış; önce Büyük Buhran sonrasında Keynesyen politikalar ve akabinde de II. Dünya Savaşı sonrası kıta Avrupa’sında yükselen sosyal demokrat politikalar sayesinde kamu istihdamı başını alıp gitmişti zaten. Her ne kadar Reagan, Thatcher ve Türkiye’de de Özal sayesinde özellikle kamu istihdamı ve kamu fonlarının daraltılması merkezli neoliberalizm yükselişe geçse de bilginin giderek metalaşmasıyla bilgi toplumu yükseldikçe, hizmet sektörü sanayinin ve tarımın önüne hem istihdam hem de ürettiği katma değer ile biteviye ivmeleniyordu. Endüstri Devrimi’nin ilk başta daha çok ihtiyaç duyduğu mavi yakalıların yerini daha fazla beyaz yakalı istihdamı almıştı ama hizmet sektörü bütün otomasyon hamlelerine rağmen bugün bile emek yoğun özelliğini korumaya devam ediyor.

TIP SEKTÖRÜ

Benzer bir emek yoğunluğunu ister kamu hastaneleri ister özel hastanelere gittiğimde de her seferinde fark ediyorum. Eskiden kraldan çok kralcı bir hastabakıcının “Yassagh, başhekimin emri var” diye ziyaretçileri içeri almadığı, daha az doktor ve hemşirenin dolaştığı hastaneler artık Sağlık Liselerinden mezun envaiçeşit renkteki üniformalarıyla hemşireler, laborantlar, acil tıp teknisyenlerinin dolaştığı oldukça emek yoğun alanlar haline geldi. Eskiden tedavi amaçlı bulunamayan sağlık personelinin -hassaten doktorlar- şimdilerde bazı vandalların şiddetine maruz kalacak kadar arttığını da söylemeden edemeyeceğim. O yüzden sağır sultanın bile duyduğu üzere tıp sektöründe Almanca öğrenip yurt dışına giden nitelikli büyük bir emek göçü var. Genel sağlık sigortası yeterli olmadığı için soluğu yine özel hastanelerde alan ve bunu da en azından tamamlayıcı sağlık sigortası ile daha ucuza halletmeye çalışanlar açısından baktığımızda ödenen bu vergiler ve sigorta primleri hastalandığımızda tedaviye yetmiyorsa, sorgulamaya dermanımız yoksa bile kafamızda evhamların oluşmasına engel olamıyorlar.

EĞİTİM SEKTÖRÜ

Sadece tıp sektörü değil eğitim sektörü de eskisine oranla daha emek yoğun hale geldi. En azından X ve Y kuşağının hatırlayacağı üzere köy ilkokullarında beş sınıf -o zamanlar ilkokul beş yıldı- bir arada okurdu. Bunun biraz daha zengin duruşlusu ise ilk üç sınıfın bir derslikte diğer iki sınıfın ise diğer derslikte olanıydı. Şehirlerdekiler de eğer tayinle veya kendilerinin okul değişikliği olmazsa tek bir öğretmenle beş yılı bitirirdi. Genellikle ilkokul öğretmenleri birinci sınıftan aldıkları öğrencileri son sınıfa getirip öyle emekli olurlardı. Bundan kelli, ilkokul öğretmenleri bizleri kamusal hayatla tanıştıran figürler olarak hepimizin hayatında oldukça özel şahıslar olagelmişlerdir. Köy Enstitüleri kapatılmış ve Ecevit’in köy-kent projesi gerçekleştirilmemişse de eğitim şehirlere doğru mobilize oldu ve haliyle de şehirleşti. Taşımalı eğitim sistemiyle eğitilmek üzere sürüklendiğimiz şehirler parıltılı ışıkları ve daha fazla materyal imkânlarıyla hepimizi ayartırken kimse “tarım öldü, köyler boşaldı” diye ağıt yakmasın bir zahmet. Bu ağıtçılara soracağım tek soru, siz neden tercihinizi köyden yana kullanmıyorsunuz o zaman? Haklısınız, sizin de Avrupa’daki gurbetçiler gibi şehirlerde kurulu düzeniniz var.

Şimdilerde ilkokullarda sınıf öğretmenleri eskiden olduğu gibi derslerin hepsine de girmiyor. Ebeveynlerin özel değil sıradan bir eğitim için bile dişlerinden tırnaklarından arttırdıklarını da özel okullar ve kurslara harcadıklarını hepimiz temaşa ediyoruz ya da bizatihi onlar biziz. Özel okullara rağbeti göz önüne alırsak -güvenlik meselesinde olduğu gibi- devletin eğitim hizmetinden daha az faydalanmamıza rağmen daha fazla vergi verdiğimiz ortada. Elbette Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yurt sathında ve yerel yönetimlerin de kendi mücavir alanlarında sağladığı yaz spor kursları ve kamplarını da yabana atmamak lazım. Bu yüzden emeklilere tatil beldelerinde Bakanlığın yurtlarında kalma olanağını da nazar değmesin diye saymıyorum bile.

YARIN ENDİŞESİ

İnsanın kendine dair tek bilinçli canlı olmasının getirdiği yükün uzantısı olarak yaşadığımız hayatın her geçen gün karmaşıklaşması ve bu karmaşayı çözmek için daha fazla teknolojik desteğe muhtaç olmamız bu paradoksa ışık tutuyor. Organik birer canlı olarak yaşamasını bırakın, katlanması bile daha zor hayatlar hepimizi çevrelemiş durumda. Modern öncesi insan gibi doğal afetlerde veya vahşi hayvanların saldırılarıyla yaşamlarımız son bulmayabilir ancak yarın endişesini iliklerimize kadar içselleştirdiğimiz bir çağdayız. O yüzden nüfus istatistiklerinin Türkiye açısından alarm verdiği bu süreçte hükümet önümüzdeki dönemde hangi teşviklerle çocuk sahibi olmayı özendirebilir bilmiyorum. İnsanların kendilerini zar zor geçindirebildikleri, özellikle dar gelirlilere bir dokun bin ah işit söz konusu iken bu teşviklerin de sadra şifa olacağını zannetmiyorum. Zira modern toplumu oluşturan modern birey günün sonunda çıkarlarını maksimize etmeye çalışan bir Homo Economicus’tur ve vereceği cevap da filmlerdeki klişe repliklerden biri olarak “Bu dünyaya mı çocuk getirelim?” olur.

10 yıl öncesine kadar Türkiye’deki ateşli tartışmaların ana temalarından birisi ülkenin orta gelir tuzağına düşmeden bir üst lige nasıl çıkacağı ve bu çerçevede Türkiye’nin en azından Hollanda hastalığına yakalanmayacak derecedeki ihracat çeşitliliği ile iç piyasanın da genç bir nüfus tarafından beslendiğiydi. 10 yıl içinde artık orta gelir tuzağına tutulmuş ve haliyle de her anlamda fakirleşen kitlelerinin endişelerine, feryatlarına veya kuyruğu dik tutma pozlarına şahit oluyoruz (Evet, bayramda Alaçatı’daydık canım). 10 yıl içinde iki katına çıkan kamu istihdamına rağmen eğitimde giderek artan kalitesizleşme kaçınılmaz olarak hem Türkiye’yi demokratik ligden düşürdü hem de orta sınıfı bir soykırıma tabi tuttu. Şimdi onların hepsi prekarya. Orta sınıf için havf ve reca dengesi, bir alt sınıfa düşme korkusuyla bir üst sınıfa çıkma arasındaki tahterevallide kendini olabildiğince geliştirip koluna yeni yeni altın bilezikler takmaktır. Böylece göreceli meritokratik bir piyasada aranan niteliklerini artırarak bir üst sınıfa değilse bile sınıf içi yukarı harekete ulaşabilir. Eğer artan kamu istihdamından memnunsanız, maaşların düşüklüğünden ve özlük haklarının daralmasından şikâyetiniz havada kalıyor. Eğer bu enflasyonist artış nedeniyle kamu hizmetlerinin kalitesinde genel bir düşüklük yaşadığınızı düşünüyorsanız, o zaman kamu istihdamındaki artışa dair duruşunuzu gözden geçirmeniz gerecektir.

MURAT ÇEMREK KİMDİR?

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Bilkent, Atatürk Alatoo (Kırgızistan) Selçuk, El Farabi (Kazakistan) Üniversitelerinde ve Polis Akademisi’nde dersler verdi. Ahmet Yesevi Uluslararası Üniversitesi’nin (Kazakistan) Avrasya Araştırma Enstitüsü’nün Kurucu Müdürlüğünü yaptı. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Bölüm Başkanlığı yürütmektedir.

whatsapp-image-2022-12-28-at-23-57-46-1.jpeg

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir