Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin kurucusu Tarık Çelenk “İlahiyat fakültelerimiz kaynaklı aydınların bu kopuşlara ilişkin yaklaşımlarını daha gerçekçi ve sorgulayıcı olduğunu tarikat ve medreselere göre kıyaslanmayacak fark oluşturduğunu söyleyebiliriz. Burada teoloji fakültesi olarak kurulanlar ile din adamı yetiştirmek üzerine kurulan eski Yüksek İslam Enstitüsü geleneği üzerine kurulan İlahiyat fakültelerinin nüans farklarından da bahsedebiliriz” diyor.
TARIK ÇELENK
Son yıllarda özellikle ülkemizde ve İslam dünyasında da bugünkü haliyle sadece İslamcı popülist otoriterlik ve dini sembol veya referanslar değil din de sorgulanmaya başlandı. Burada dini anlayış, yorumlar veya yaklaşımı kastetmemekteyiz. Dinin kendisinden bahsetmekteyiz. Bu duruma arınma veya özü yakalama şeklinde iyimser bir yaklaşım da gösterebiliriz. Dini sorgulayanlardan kastımız sekülerler değil.
Sekülerler dini sorgulama konusunda özellikle yurt dışında eğitim alan veya dünyaya açık mütedeyyin genç kuşak karşısında dini sorgulama hususunda oldukça masum kalmaktalar. Bu sorgulayan genç kuşağın ciddi kısmı kurumsal dini tamamen terk etmiş durumda. Belirli bir kısmında sosyallik açısından tesettür şeklen hala da devam etmekte. Eski mütedeyyin gençlerin önemli kesiminde bayramlar dahil kültürel ritüellerde artık hafızalardan pratikte silinmiş gözükmekte. Son dönemde ülkemizde yapılan değerler araştırmalarında dini değerlerin oldukça kan kaybettiği bilinmekte. İstatistiklerde de özellikle camilerde Cuma namazı cemaatinin yarıya yakınının artık Cumalara devam etmedikleri gözlenmekte.
Mahalleliden ehli tarik ve cemaat olanlar dinde bu sorgulamayı ya sadece ahir zaman alameti -apokaliptik- görmekte ya da bunu foncu basının çarpıtması olarak bakmakta. Dindar zenginler veya yoksullar ise duvarların ötesi ile merak veya ilişkileri olmadığı için mütevazi yankı odaklarında Ali Şeriati’nin “dine karşı din” benzetmesi misali kendi dinlerini yaşamaktalar.
ÜLKEMİZDE DİN ANLAYIŞI
Ülkemizde din anlayışını doktriner ve tarz olarak üç temel bakış şekillendirmektedir. Fıkıh, Tasavvuf ve Kelam bakışı. Fıkhı medreselerin, Tasavvufu tarikat ve cemaatlerin, Kelam’ı da mevcut özellikle Ankara ilahiyatın merkezde olduğu ilahiyat fakültelerini temsil ettiklerini söyleyebiliriz. Burada Ankara ilahiyata (1949) özel bir parantez açmak gerekebilir. Medreselerin tarikatlara kesişim noktalarının son yıllarda çoğaldığını da görmekteyiz. Bazı ilahiyat fakültelerine de tarikat medreselerinin öğrencilerinin diploma yeterliliği amacıyla da devam ettikleri bilinmekte. Medreseler ve ilahiyat fakülteleri, tarikatların manevi hiyerarşinin yaptırım gücü, menkıbelerin abartılması, rabıta ve pratikte şeyh masumiyetin dayatılması gibi konulara sıcak baktıkları söylenemez. Ancak bu çelişki iki sosyal kurumun ortak yolculuğuna devam etmelerini de etkilememektedir.
TARİKAT VE MEDRESELER’DE VİCDAN TELAKKİSİ
Dinin siyasete ve ticarete alet edilerek evrensel ahlak ve vicdan özelliğinin yok sayılması ve kimlikleştirilmesinde tarikat ve cemaatlerin vebalinin büyük olduğu söylenebilir. Kapalı ve geleneksel yapılar olan medreseler ise özde bir araç olan yüzyıllar öncesi maslahat ve içtihatta kapalı fıkhın sınırlaması içinde kaldıklarından öteki, ahlak ve vicdan anlayışının evrenselliği duyarlılığı konusunda sessiz ve yetersiz kalmaktadırlar.
Sıkça yazdığımız gibi medreseler ve bugünkü tarikatların evrensel değerler karşısında sessiz kalmalarında yüzyıllar önceki iktidar ilişkilerine dayalı Nizamülmülk medrese geleneğinin rolü büyüktür. Köylülük ve katı iktidar karakterinde olan Hanbelilik, doktrinde Eşarilik veya başka bir deyimle evren-zaman boyutunda algılanmış icraat yapan adeta insanlaştırılmış ancak kötülük problemi açıkta kalan bir Tanrı anlayışının bunda rol oynayabileceğini sıkça yazmaya çalışmıştık. Alternatifte de zaman ve mekandan münezzeh peygamberlerini iyi ahlakın tamamlanması için gönderen, iyiliği emreden Ebu Hanife ve İmam Maturidi’nin Allah’ı tanımlarını örnek göstermiştik.
MAHALLE ZENGİNLERİNİN ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Ne yazık ki bugün ülkemizde dindar mütedeyyin zenginler din anlayışının çöküşüne karşı medreseleri yüzyıllar öncesi haliyle canlandırma ve bu medreseleri kendince batı bilimi ile yoğrulmuş gençlerin katkısıyla senteze sokma çabaları içindeler. Manevi yatırımlarını buna göre yapmaktalar. Medreselerin geleneksel değerleri ve bireysel verdikleri edep tabi ki önemlidir. Ancak bu halleriyle İslam’ın krizine derman olacak nitelikleri kalmamıştır. Bu ayrıca uzmanlık isteyen bir tartışma konusudur. İleride bu konuya girmemiz gerekecektir.
ARTIK SORGULANAN SİYASET DEĞİL
Tekrar başa döndüğümüzde yurt dışını akademik ve vizyon olarak görüp yüzleşebilmiş gençlerdeki dağılma ve dini sorgulama yalnızca İslamcı popülist otoriter siyasi anlayışın sonucu değildir. Sadece batıdaki ahlak ve vicdan anlayışını gören M. Akif Ersoy gibi buradakiler ile mukayese edip Müslümanlık bu mu? demek de değildir. Dinin siyasete alet edilmesi sadece bu gençlerde bugünkü İslam anlayışının altyapı kurumlarını deşmeleri ve sorgulamalarını tetikleyebildi.
Özellikle ülkemizdeki önceden İslami cemaat, eğitim kurumları ve ailelerden yetişmiş mütedeyyin gençlerin dini artık sorgulamaları meselesinde tarikat ve medreselerin sorumluluğu ve sorgulama acizliğine şu ana kadar değinmeye çalıştık.
GELELİM İLAHİYATIMIZIN İÇERİĞİNE
İlahiyat fakültelerimiz kaynaklı aydınların bu kopuşlara ilişkin yaklaşımlarını daha gerçekçi ve sorgulayıcı olduğunu tarikat ve medreselere göre kıyaslanmayacak fark oluşturduğunu söyleyebiliriz. Burada teoloji fakültesi olarak kurulanlar ile din adamı yetiştirmek üzerine kurulan eski Yüksek İslam Enstitüsü geleneği üzerine kurulan İlahiyat fakültelerinin nüans farklarından da bahsedebiliriz. Mahalleli elitler ve cemaatler batı literatürü teoloji-ilahiyat esaslı eğitime gelenekten kopuş gerekçesiyle sıcak bakmamaktalar.
Ancak ne yazık ki ülkemizde ahlak, hukuk ve vicdan eleştirisi yapabilen din insanı niteliğinde aydın olarak nitelendireceğimiz akademisyen entelektüellerde cemaat medreselerinden değil de teoloji eğitimi almışlardan çıkmaktadırlar. Ancak son dönemlerde bu konuda ön plana çıkan aydın ilahiyatçılarımızda da bu konuda M. Ali Ayni veya Ferit Kam gibi felsefi ve tasavvufi derinliği olan entelektüellerin içeriğini yakalayamamış gözükmekteler.
Toplumda din adına yapılan görgüsüzlük ve çürümüşlüğü eleştirel bir kısım ilahiyatçı aydınlarımız genelde bunun çözümünü sadece Atatürk’ün bu yozlaşmaya karşı radikal yaklaşımlarında bulmaktalar. Bunu da adeta karşı mahallede bir popülizm tavrını andırırcasına sergilemekteler.
İLAHİYAT AYDININDAKİ AÇMAZ
Türkiye’de seküler ve sol aydın-entelektüel geleneğin ciddi bir açmazı olarak batıdaki karşı aydınlanma ve hermetik Rönesans geleneğine ilgisiz kalmalarından bahsetmiştik. Bu durum seküler Türk entelektüelinin mahalle ile ilişkilerinde bir güvensizlik ve açmazı teşkil etmektedir. Bu durumu Medrese-İlahiyat gerilimindeki tartışmalara adapte edersek adeta yarım din adamı yarım entelektüel ikilemi karşımıza çıkmaktadır.
İlahiyat kökenli önemli akademisyen ve aydınların adaletsizlik ve çürümüşlük karşısında tavır onur vericidir. Ancak bugünkü İslam anlayışı ve alt yapı kurumlarının yetersizliklerini eleştirirken sıkça toplu inkar veya alternatif göstermeden eleştiri yanlışı gözden kaçmamakta. Bu bazen Farabi ve İbni Rüşt gibi filozofların Aristocu kadim evren materyalist yaklaşımlarını hatırlatmaktadır. Ancak onlarda da batıni-ezoterik bir derinliğin olduğunu hatırlatmamız gerekir.
Çok tartışmalara neden olacağını bilmekle beraber sıkça Anadolu’nun dönüşemeyen köylülüğü veya taşralılığı mirasından bahsetmekteyiz. Bu durum karşımıza görgü sorunu olarak çıkmakta. Siyasette ve ticarette bunu hissedebildiğimiz kadar akademik hayatta da bunu iliklerimize kadar hissedebilmekteyiz. Bu durum hızlı yüzleşmeler ve değişimlere karşı bir altyapı eksikliğini de karşımıza çıkartmaktadır. En radikal çıktılarımız ise kör bir teslimiyet veya inkar olarak tecelli etmektedir.
SONUÇ
Gerek seküler ve gerekse de İlahiyatçı entelektüellerimizin zaman-mekan, sebep-sonuç veya sadece determinal dünyaya zihni ve inancı hapsetme açmazından kurtulabilmeleri gerekiyor. İrfan-gnosis, keşf-sezgi veya rabıta-nexus kavramları monoteist ve pagan, batı veya uzakdoğu kültüründe de kullanılmaktadır. İslami ezoterizmi ritüellerinin farklı kültürler içinde de kullanılması bu araçların kadim varlığını işaret etmektedir. Bu araçların kullanım yanlışlığından bahsetmekle Perenialist kapsamda inkar kolaycılığını seçmek ayrı şeylerdir. Tasavvufun alt yapısını oluşturan kadim hermetik, ezoterik-batıni geleneği ve doktrini inkar etmek tarikatlardaki çürümüşlükleri eleştiri haklılığına gölge düşürmektedir. Mahalleli taban doğal olarak eleştiriyi kuruma veya kendisine kabul etmekte, mesafe koymaktadır. İlahiyatçı aydına yakışan çürümüşlüğe dikkat çekip, kurumsal eleştiri bazında da tasavvuf anlayışımızdaki hermetik ve ezoterik evrensel geleneğin tevhit ve nübüvvet perspektifinden kritiğini yapabilmektir.