Görüşler

Devlete düşülen dipnot olmak

Devlete düşülen dipnot olmak

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Yer yer bu konu kamusal tartışmaya dönüşüyor gibi görünse de Türkiye’de yerleşik sistemin yapısal bir dönüşüm geçirmesi mevzusu, maalesef toplumu dipnot olmaktan çıkaracak bir düzleme kavuşturulamadı. Bunun en çarpıcı göstergelerinden birisini başörtüsü üzerinden yaşadıklarımız gösteriyor. Başörtüsü, Türkiye’nin siyasi tarihi açısından çok sembolik bir hüviyette. Başörtüsü özelinde yaşadığımız başkalaşım da titizlikle üzerinde durmayı gerektiriyor”

İngiliz Filozof Alfred Whitehead “tüm Batı Felsefesi tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibarettir” demişti. Bu tespit, felsefe faaliyetinin seyrini belirleyen Platon’un merkezi konumuna vurgu yapıyor. Dolayısıyla felsefi bir faaliyetin ister yanında ister karşısında olsun, Platon’la hesaplaşmadan bir mesafe alamayacağının altı çiziliyor. Siyasi tarihimizin serencamına bakıldığında Türkiye’de de her şeyin devlete düşülen bir dipnot olduğunu söylemek gerekiyor sanırım. Devletin ayrı, bağımsız bir entite olarak mevcudiyeti iddiasında değilim şüphesiz. Onun homojen, tarih-toplum üstü bir varlık olarak sabit, değişmez olduğu da söylenemez.

Ancak bu tarz bir özün, determinizmin yokluğu istediğin şekli verebileceğin bir balmumu durumunu da asla düşündürtmemeli. Belirli koşullar içinde şekillenmiş bir zihniyetten, anlayıştan, düşünceden, pratikten bahsediyoruz. Devlet denilen mekanizmanın kendine has hususiyetleri var. Diğer taraftan bununla birlikte her devletin ayrıca kendine has hususiyetleri var vs.

Bu hususiyetler yukarıda değinildiği üzere değiştirilemez bir doğaya göndermede bulunmaz. Ancak bu gerçeklik, dikkate alınmadığında kendisini gerçekleştiren bir kehanet gibi sürekli mevcudu yeniden üretecek şekilde işler, işlemeye devam eder. Bu işleyiş bir zorunluluğun değil tersine zihniyetin, anlayışın, okumanın, pratiğin kaçınılmaz bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Çok derinlere işleyen bir sorun tanılama ve çözme yetisi, yatkınlığı var karşımızda. Elbette ideolojik-politik niteliği var, pratik, pragmatik boyutları var. Bütün bunlar nihayetinde yerleşik düzeni, düzenin işleyişini vs. belirliyor.

Türkiye'de devletin niteliğini belirleyen, kaderine yön veren iktidar seçkinlerinin kimler olduğunu daha doğrusu etki kapasitesi yüksek hangi güç bloklarının faal olduğunu detaylandırmak önemli bir tartışma alanı olarak önümüzde duruyor. Yer yer bu konu kamusal tartışmaya dönüşüyor gibi görünse de Türkiye’de yerleşik sistemin yapısal bir dönüşüm geçirmesi mevzusu, maalesef toplumu dipnot olmaktan çıkaracak bir düzleme kavuşturulamadı. Bunun en çarpıcı göstergelerinden birisini başörtüsü üzerinden yaşadıklarımız gösteriyor. Başörtüsü, Türkiye’nin siyasi tarihi açısından çok sembolik bir hüviyette. Başörtüsü özelinde yaşadığımız başkalaşım da titizlikle üzerinde durmayı gerektiriyor.

Türkiye'deki modernleşme hikâyesinin önemli başlıklarından birisini kılık-kıyafet oluşturuyor. Osmanlı son döneminden başlayan ve Cumhuriyetle radikalleşerek bugüne gelen süreç kılık-kıyafet üzerinden okunabilir pekâlâ. Bu açıdan başörtüsü temelinde siyasi ve sosyolojik bir okuma yapmak gayet makul. Çünkü sistemin varlığını, işleyişini, kodifikasyonunu gösteren önemli unsurlardan birisi. Başörtüsünün, başörtülülerin sistem içindeki dönüşümü bir yönüyle Türkiye’deki meşruiyet evreninin durumuna ilişkin açıklayıcı bir veri sunuyor.

Şüphesiz başörtüsünün, başörtülülerin yeni meşruiyet evreninde yer bulmuş olmaları çok önemli. Ancak meşruiyet evreninin bu tarz sembolik, ideolojik-politik dönüşümü ile sistemin karakterinin ve işleyişinin yapısal dönüşümü arasındaki farkın altını çizmekte ve bu tip dönüşümleri bununla etkileşime sokarak okumakta yüksek yarar var. Aksi taktirde herkesin, her şeyin niye dönüp dolaşıp devlete düşülen bir dipnota dönüştüğünü ne anlamak ne de bu girdaptan çıkmak mümkün olabilecek.

Bu anlamda devlete düşülen dipnot olmaktan çıkamadığımızı gösteren iki düşündürücü tabloya değinmek istiyorum. Birisi henüz sıcaklığını koruyan dokuz gencimizin İsrail’le ticaretin devam etmesini protesto etmesinden dolayı tutuklanmasıydı. Basına yansıyan bilgilere göre protestoyu gerçekleştiren gençlerin gözaltı kararını veren hâkimin başörtülü olduğuydu. İsrail’i protesto eden ve gözaltına giden süreçte gerekçe olarak ileri sürülen şey, gençlerin Cumhurbaşkanına hakaret etmesiydi. Zaten Erdoğan'a yönelik protesto veya İsrail’le ticari ilişkilerin kesilmemesine ilişkin eleştiriler üzerinden gençlerin tutuklanmış olması başlı başına trajik bir şey. Ancak bu kararı veren hâkimin başörtülü olması, gözaltına alınan başörtülülerin uğradıkları muamele ise neden bir dipnot olmaktan öte anlam taşınmadığının ibretlik bir görünümünü veriyor.

Diğer önemli tablo ise TBMM görüşmelerinde hükümete yönelik eleştirilere verilen kurumsal cevapların çoğunluğunun başörtülü grup başkan vekilleri tarafından veriliyor olmasıdır. Hükümetin veya devletin her türlü eksikliğini, yanlışlığını dile getiren söylemlerin cevabını başörtülü vekiller veriyor. Öyle bir denklem oluşuyor ki; bu tip yanlışların, hataların, sıkıntıların neredeyse sorumlusu olarak başörtüsü, başörtülüler oluyor. Başörtüsü, başörtülüler ve dile gelen eleştiriler, hatalar, yanlışlar arasında bir özdeşlik algısı oluşuyor. İktidar başörtülülerin iktidarı, dolayısıyla tüm yanlışların, eksiklerin, hataların sorumluları da başörtülüler! Bu denklem şüphesiz her şekilde yanlış bir denklem değil. Ancak her haliyle doğru bir denklem olduğunu söylemek de mümkün değil.

Meşruiyet evreninin sınırlarında tarihsel süreklilik içerisinde oynama oluyor. Ancak iş dönüp dolaşıp Nevzat Tandoğan’ın ibretlik çıkışında tükeniyor: “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?”

Ne olursanız olun, kim olursanız olun fark etmiyor. Söyleminiz, iddialarınız, inançlarınız da çok önemli değil. Nihayetinde görünür bir dipnot olmak için vaktinizi bekliyorsunuz. Düzen uygun gördüğünde, siz ona düşülen bir şerh olmak için işlev göreceksiniz. Her şeyi dipnota dönüştüren, açıklayıcı bir şerhe büründüren layusel bir mekanizmadan, sıra dışı bir tahakküm sistematiğinden bahsettiğimiz anlaşılmasın elbette. Burada işleyişi, ilişkisi, ağı ile bir mekanizma var. Bu mekanizmanın gerçekliğini gözetmeyen her hamle kaçınılmaz şekilde esir düşüyor. Bazılarının bu esarete bakıp esarete düşüren mekanizmada keramet aramasına da çok prim vermemek gerekiyor. Ağına düşüren ve herkesi bir dipnota çeviren bu mekanizmanın nihayetinde karşımıza çıkardığı gerçekliği görüyoruz, yaşıyoruz. Her şey önümüzde, niteliğiyle, kalitesiyle vs.

Bizi dipnota çeviren şey, Platonvari bir büyüklük değil. Ancak Platon’da olduğu gibi mutlaka dikkate alınması, hesaplaşılması gereken bir mevcudiyet var önümüzde. Platon büyüklüğü, derinliği, yüksek etki kapasitesi ile felsefe tarihini domine ediyor. Türkiye'de devlet ise başka bir düzlemede kendisini dayatıyor. Sanılanın aksine o, üst bir zekâ, derin bir akıl, rafine bir strateji olarak belirmiyor. Öyle olsaydı Türkiye, devleti ve milletiyle varlığını ve işleyişini bambaşka bir seviyeye çıkarabilme performansını gösterebilmiş olurdu. Burada adeta yapı olarak, form olarak, işleyiş olarak kendisini muhafaza eden ve her tür varlığı, gelişmeyi, iddiayı ve siyaseti kendi varlığına güç temin eden bir aparata dönüştürüyor. Ruhunu emip amorf bir bünyeye dönüştürüyor. Bu başarı elbette devletin, sistemin, yapının başarısı olarak not edilmelidir.

Nihayetinde her şeyi kendisine düşülen bir şerhe, dipnota çeviren yapının gücünden şüphe edenin aklından şüphe etmek lazım. Gerçekten de Türkiye’de gücün nerede ve kimde olduğunu görmek çok zor değil. Ancak bu denklemde güçsüz olanın ne olduğu, kim olduğu ve nerede olduğu çok daha açık ve dikkate değer görülmeli. Başörtüsü de bu açıklığı bütün çarpıcılığıyla önümüze bırakıyor. Devlete düşülen dipnottan başka bir şey olmayı beceren çıkmadı henüz. Osmanlıda oyun bitmiyor ve açık konuşmak gerekirse bizim de dipnot olmaktan çıkacak gibi bir durumumuz ufukta görünmüyor.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir