Görüşler

Denise Levertov: Şiir ve dua

Denise Levertov: Şiir ve dua

‘Tuhaf Günler Peşimizde’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, Amerikan edebiyatının önde gelen şairlerden Denise Levertov’un şiirini toplumsal boyutuyla ele alıyor.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Amerikan edebiyatının en önemli şairlerden biri olan Denise Levertov şiirini dinsel duygularla beslemiş, toplumsal adalet meseleleriyle yakından ilgilenmiş, iktidar ve tahakküm retoriğine karşı yeni bir şiir dili geliştirmişti. Şiirinde dinsel yönelim giderek daha belirgin hale geldi. İlkeli, uzlaşmaz ve zarif bir şairdi.

Levertov’a göre şiir yazma deneyimi aynı zamanda dönüşüm süreciydi ve şiir ruhsal yenilenme için elzemdi. Denemelerinde de siyasi olarak etkili düşünceler üretti. Ötekilerin hayatlarına saygının önemini duyurdu. Ekolojik bilinçle kaleme aldığı denemelerinden bazılarında bizlere paylaştığımız gezegene karşı sorumluluğumuzu hatırlattı.

1923 yılında İngiltere’nin Essex yöresinde Ilford kentinde dünyaya geldi. Çocukluğu İngiltere kırsalında geçti. Rus Hasidik Yahudisi olan babası Yuhanna İncili’ni okuduktan sonra Hristiyanlığa geçmiş; sonunda Anglikan rahibi olmuştu. Galli annesi ressamdı. Levertov ailesinin bir kızları daha vardı. Denise’den dokuz yaş büyük Olga ; hayatı boyunca ağır ruhsal sorunlarla boğuştu ve orta yaşta öldü. İki kız kardeşe de evde anneleri ders verdi; resmi eğitim almadılar.

Denise Levertov on iki yaşında o güne değin yazdığı şiirlerden birkaçını T.S.Eliot’a gönderdi. Daktiloyla yazılmış iki sayfalık bir cevap aldı; büyük şair ona tavsiyelerde bulunuyor, şiir yazmaya devam etmesini söylüyordu. O da öyle yaptı; şiir yazmayı inatla sürdürdü.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında önce Londra’da, ardından Paris’de hemşire olarak görev aldı; savaşın ne olduğuna dair fikir edindi Paris’de tanıştığı Amerikalı yazar Mitchell Goldman ile evlenerek Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ve. Hayatının İngiltere ve Birleşik Devletler arasında bölündüğü söylenir, âmâ o buna pek katılmıyor; “hiçbir yere ait olmayan haç yolcusu” olduğunu belirtiyordu.

Denise Levertov yirminci yüzyılın ikinci yarısında Amerikan edebiyatında çiçek açan, birbirini izleyen akımlardan birkaçıyla aynı anda ilişkilendirilmiştir; fakat bunların hiçbiriyle bağları kuvvetli değildi. Zaman zaman Beatler’le birlikte anılsa da kendini onlardan uzak tutuyordu. Öncelikle Beat şairlerinin bohem yaşam tarzını kesinlikle paylaşmadı. Onun hayatına disiplin içinde bir arayış hakimdi. Beatler kentsel karmaşanın içinde kayboldular, Levertov gündelik hayatın içinde ilahi bir dönüşüm yaşamayı seçti. Robert Duncan ile dostluğundan dolayı San Francisco Rönesansı akımına dâhil edildiği oldu. Ayrıca Kuzey Caroline’da 1939’dan 1957’ye kadar faaliyet gösteren, edebiyat ve sanat ağırlıklı bir eğitim veren deneysel Black Mountain College’ın üyesi olarak da görüldü. Robert Creeley’in editörlüğünü yaptığı Black Mountain Review’de şiirleri yayınlanması bu okulla ilişkilendirilmesinin nedenlerinden biriydi. Oysa onun şiir anlayışı, örneğin bu okulun en önemli temsilcisi ve hatta kurucusu sayılan Charles Olson’ın ‘projektivist şiir’inden hayli farkıydı. Şiirsel biçim konusunda da Black Mountain şairlerinden ayrılıyordu; onun “ biçimlerin ötesinde bir biçim” olarak tanımladığı “organik biçim” anlayışı nesnede, deneyimde ve düşüncede doğal olanın keşfine dayanıyordu. Sonuç olarak birkaç akımla zayıf bağları bulunan Levertov kendi okulunun şairiydi. Belli bir okulla kuvvetli bağ kurmada etiketlenme tehlikesi görüyor ve bunu reddediyordu. Kenneth Rexroth onun “ aslında klasik olarak bağımsız “ olduğunu söylerken bu tutumunu dile getirmişti.

Denise Levertov ruhunda bir gizem duygusuyla büyüdü, . Bu duygu onu dikkat etmeye, diğer bir ifadeyle , başkalarının hayatına saygı duymaya teşvik etti. Sonunda şiiriyle hayatı kutladı. Levertov ’un inancında ve şirinde dikkat ve saygı sıkı bir biçimde bağlantılıydı. Onun burada dikkat sözcüğüne yüklediği anlam aynı sözcüğün Iris Murdoch’un düşüncesindeki yeriyle kıyaslanabilir. Murdoch’da dikkat ahlak felsefesine dâhil bir kavramdır. Bakmak ve görmekle bağlantılıdır ; benliğin ötesine geçerek sevgiyle , merhametle bakmak. Buna göre dikkat ve iyilik ilişkilidir. İyilik ‘ben olmayanı’, başkasını görmedir. Murdoch bu anlayışı ahlakın dikkat meselesi olduğunu vurgulayan Simone Weil’den yola çıkarak geliştirmişti.

Şiir yazmanın dinsel, mistik bir deneyim olduğu ileri sürülmüş; şiir yazma ile dua etme arasında benzerlik bulunmuştur. Bu noktadan itibaren tartışmaya edebiyat eleştirmenlerin yanı sıra ilahiyatçılar da dâhil olmuştur. Fransız ilahiyatçı ve edebiyat eleştirmeni Henri Brémond 1927’de yayınlanan Priére et Poésie (Dua ve Şiir) başlıklı çalışmasında modern çağda şiir yazmanın metafizik gelenekle, mistik deneyimle ilişkisini ele almıştı. Bremond’a göre şiir ve dua çarpıcı biçimde bir özelliği paylaşırlar. Şiir yazan şairin ve dua eden inanan insanın psikolojisi, ruh hali aynıdır. İkisi de “derin deneyim” yaşamaktadırlar. İkisine de sözcükler ruhun derinliklerinden gelmektedir. Dana Greene, Levertov’un hayatı , “ şiirin insanı duaya hazırlayabilecek bir pratik olabileceğini de ortaya koyuyordu “ der. Aslında onun hayatı ve şiiri bundan daha fazlasını yapıyordu. Levertov şiiri duaya yakınlaştıran şairlerden biriydi. Daha yerinde bir ifadeyle, onun şiiri seküler çağda söylenmiş duadır.

Denise Levertov Hristiyan geleneğini, mistisizmi uzun yıllar araştırdı ve bunlardan beslendi. Manevi arayışı onu Katolikliğe götürdü.1988’de Roma Katolik Kilisesi’ne kabul edildi. Esasen, Dorothy Day gibi sosyal adaletsizliklere karşı mücadele eden; özveriyi, cömertliği yardımseverliği, yabancılara yakınlık duymayı büyük erdemler olarak benimseyen, bunu yaşam ilkesi haline getiren Katoliklere hayrandı. Beri yandan Kilisenin hiyerarşik yapısından, dogmalarından hoşlanmıyordu; ama bundan böyle içeriden eleştirecekti.

1960’lardaki şiirleri dünyevi keder ve metafizik aşkınlık anlarını bir arada ya da kısa aralıklarla yaşadığı bir dönemin ürünüdür. Biçimsel açıdan da yenilikçi ve deneycidirler. 1964’te ölen kız kardeşi Olga’nın anısına ithaf ettiği “Hüzün Dansı” onlardan biridir. Şair bu dokunaklı şiirde klasik ağıtlarda olduğu gibi bir kaybın yasını tutar. Olga’nın “akarsuların altındaki çakıl taşlarına “benzeyen gözlerini hatırlar.
“Hüzün Dansı”, Olga Şiirleri dizisine bir giriş, bir başlangıç niteliğindedir. Şiir aynı zamanda giderek artan toplumsal bilincini yansıtır. Olga verili dünyayı olumsuzlayan, çevresindeki adaletsizliklere karşı çıkan, toplumsal vicdanı harekete geçirmeye çalışan bir politik aktivistti. Denise Levertov kız kardeşinin portresini çizerken onun politik kimliği ve düşünceleri üzerinde de durur, ondan ne kadar etkilendiğini dile getirir: “Hayatın içimde esiyor “ der. Olga ona rehber olmuş, protesto duygusu kazandırmıştır: “Dünyada çok fazla dere, çok fazla ışık var/: Çok sayıda taş üzerinde dans ediyorum / Gözlerimde çok sayıda soru”. Olga ona dünyaya soru soran gözlerle bakmasını öğretmiştir. .Savaş karşıtı şiirlerinde Olga’nın varlığı duyulur; savaşı protesto eden kalabalığın içindedir.

Vietnam Savaşı Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki en uzun ve en tartışmalı çatışmalardan biriydi. Yıllarca süren savaş boyunca binlerce Amerikan vatandaşının katıldığı protesto gösterileri gerçekleştirildi. O yıllarda müzik ve şiir yeni rol üstlendiler ; bilinç yükseltiler , savaş karşıtlığını yaygın bir politik tavra ve ruh haline dönüştürdüler. Savaş bu bakımdan kültürel bir dönüm noktası oldu. Denise Levertov da savaş karşıtı şairler arasındaydı. Kocasıyla birlikte protesto gösterilerine katıldılar; kocası bu gösterilerde birinde tutuklandı. 1972’de Vietnam halkıyla dayanışanın ifadesi olarak Hanoi’ye gitti. Savaş karşıtı aktivizmi onu Yeni Sol’a yaklaştırdı. 1980’lerde bu kez nükleer silahlanma karşıtı gösterilerde yer aldı, Birleşik Devletler’in Latin Amerika politikasını eleştirdi.

1970’de Richard Nixon Vietnam ve Kamboçya’ya daha çok sayıda asker gönderme kararı almıştı. Gençler askere çağrı kâğıtlarını Beyaz Saray’ın önünde yakıyor; kampüslerde protesto eylemleri büyüyordu. (Ohio) Kent State Üniversitesi’nde Ulusal Muhafızlar savaşı protesto eden öğrencilerin üzerine ateş açmış, dört öğrenci ölmüştü. Amerika’da kış vaktiydi. Denise Levertov 1971’de bütün bu karmaşanın ortasında To Stay Alive (Hayatta Kalmak) başlıklı kitabını yayınladı. Kırklı yaşlarının ortalarıydı; kişisel ve toplumsal olan arasındaki bağlantıyı her zaman olduğundan daha belirgin biçimde görebiliyordu. Birleşik Devletler’de soğuk savaş dolayısıyla açılan iç cephe ile Vietnam’daki şiddet arasındaki ilişkiyi, soğuk savaşın güvenlik devletinin coğrafi olarak nerelere uzanabileceğini, napalm bombalarının evdeki ırk ve cinsiyet ayrımına dayalı şiddetin uzantısı olduğunu kavradı. Güneydoğu Asya’daki savaşın, sivil haklar hareketinin, Martin Luther King Jr. ve Robert Kennedy suikastlarının yarattığı gerginlik, Olga’nın ölümünden duyduğu ıstırapla birleşmişti. Bu şiirlerin belirli bir dönemin koşulları esinlemiş olsa da etkilerinin söz konusu dönemle sınırlı olmadığı, kalıcı değer taşıdıkları vurgulanmalı.

Levertov 1960’ların sonlarından başlayarak 1970’ler boyunca yazdığı savaş karşıtı şiirlerinde, o yıllarda kaleme aldığı denemelerinde devrim sözcüğünü sıklıkla kullandı. Yakın dosttu Robert Duncan ona ‘devrim’ sözcüğünün yanlış kelime olduğunu yazdı; çünkü devrim ‘dairesel’, ‘döngüsel’ bir hareket anlamına geliyordu, ‘bir tekerleğin sonsuz bir şekilde dönmesi’ gibi. Ama Levertov devrim sözcüğünü kullanmaya devam etti. Onun dilinde devrim birden çok anlamlı ve birden çok kullanımlı bir sözcüktü. Politik, kültürel, dinsel anlamları olan sözcük.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir