‘Bir Gecede Büyümek’ kitabının yazarı Emine Uçak Erdoğan, gazeteci Hrant Dink’in katledilişinin yıldönümünde “Tetikçi dışarıda, onu ‘güvercin tedirginliği içinde’ kuşatanlar dışarda, emri verenler dışarda; Hrant halen o kaldırımda…” diyor.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Bu cümleler Hrant Dink’in 12 Ocak 2007 tarihli yazısından. Öldürülmeden bir hafta önce yayınlanan yazısının son cümleleri. Yazıda hedefe konulmasının onda oluşturduğu duygularla birlikte aslında nasıl kuşatıldığını da anlatıyor. Cinayetin üzerinden 17 yıl geçti… Arkadaşları bu kez, “Tetikçi dışarıda, öldür diyenler iş başında, adalet ayaklar altında” çağrısıyla düzenlediler Agos önündeki anmayı. 17 yıldır olduğu gibi vurulduğu yerde, vurulduğu saatte ‘adalet için’ toplandık. Birbirine aşina yüzler… Dile kolay tam 17 yıldır süren bir ahitleşme; “Hrant İçin Adalet İçin”… Bu yıl bambaşka bir ağırlığı vardı buluşmanın. Tetikçi dışarıda, onu ‘güvercin tedirginliği içinde’ kuşatanlar dışarda, emri verenler dışarda; Hrant halen o kaldırımda… Bir yandan da hepimizin yüreğinde… Birbirini gözleriyle selamlayan herkesin duygusunun bu olduğu hissediliyordu… Parlak bir ocak güneşi, bir o kadar da kederli…
Evet, tetikçi Ogün Samast 16 Kasım’da cezaevindeki iyi hali göz önüne alınarak tahliye edildi. Yıllar süren yargılamalardan sonuç alınamamışken, Rakel Dink’in cinayete giden yolu özlü bir şekilde çerçevelendirdiği “Bir bebekten katil yaratan karanlık” gerçek anlamda sorgulanamamışken yaşandı bu tahliye. İki yönü var kuşkusuz bu karanlığın; ilki yıllardır süren bir adalet mücadelesi. Her şeye rağmen güvercinlere dokunulmadığına inanan bu ülkede Hrant Dink’i örgütlü bir şekilde aramızdan alanların bütün oluşumlarıyla ortaya çıkarılması ve yargılanması. Hedef haline getirilmesinden ‘vur’ emrine kadar bütün sürecin aydınlatılması. İkinci konu ise tabii ki o karanlığın başkaları için de aynı sonu getirecek şekilde sürmemesi. İki yönüyle de tablo iç açıcı değil. Anayasa Mahkemesi üyelerinin bile ‘suçlandığı’ bir vasatta bu açıdan da pek iyi durumda olmadığımız kesin…
Hrant’ın arkadaşlarından Çiğdem Mater cezaevinden gönderdiği mektubunda, “Öldür diyenleri biliyoruz, tanıyoruz. Yeni değiller, ne yazık ki eskimiyorlar da… Ne güzel ki bizler de azalmıyoruz. Hrant Dink’e sevgimiz ve mahcubiyetimizle adalete inancımız ve inadımızla buradayız. Yalnız değiliz” diyordu. Yalnız değildik esasında binlerdik, on binlerdik 17 yıldır her 19 Ocak’ta buluşanlar olarak. Ama bir yandan da o kadar yalnızdık; her şeye rağmen herkes için adalet isteyenler olarak.
Agos’un anmalarda yapılan konuşmalardan derlediği yazısı bir yandan da geçip giden yıllarda yaşananların hafızasını tutuyor. Her bir konuşmacı Hrant Dink için adalet talep ederken aynı zamanda o dönemde yaşanan tüm adaletsizlikler için haykırıyor pencereden. Bu yılın konuşmacısı olan Oya Baydar, “Her şey öldürülür ama vicdan öldürülemez” diyordu. Vicdanın bile öldüğü günler görmüştük, görüyorduk oysa…Gazze’deki soykırım, 6 Şubat depremlerinde kaybettiğimiz on binlerce insan, sürüp giden adaletsizlikler, her birini ayrı anons etti 17 yıldır o pencereden on binlerin sesine ses olan Bülent Aydın…
Cinayetin 10’uncu yılında şu satırları yazmıştım: “Normal bir toplum için öyle kolay kolay atlatılmayacak bir 10 yıl yaşadık velhâsıl, öyle görünüyor ki yaşamaya devam edeceğiz. Birlikte yol yürüdüğümüz, yürüdüğümüzü sandığımız çok insanla yolumuz ayrıldı. Şairin dediği gibi, ‘Şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhaba’yı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar’. Kimi bizzat isteyerek enstrümanı oldu siyasi çekişmelerin, kavgaların, rantların… Kimi hazır ortam oluşmuşken eski veya kişisel hesapları görmeye çalıştı. Kimi kapısının önünü süpürmektense ötekine çatmayı daha kullanışlı buldu. Kimi yangın kapısının önüne ulaşmadıkça; ses etmek zorunda hissetmedi kendisini. Kimileri her durumda zeytinyağı modundaydı ve hep haklıydı! Kimi her tarafı sisler kaplamışken ve o sisi bizzat yayanların içindeyken de güzelleme yapmaktan vazgeçmedi. Yol ayırma biçimlerinin kendisi de çok şey gösterdi.”
Yaşananları daha da katmerleştiren tanıklıklar eklendi bu yedi yılda… Çetelesini tutmak bile zorlaştı. Krizler çeşitlendi, eşitsizlikler derinleşti. Yazının sonunda yer alan Hrant Dink’in “Başkaları da var ve başka çareniz yok. Ya birlikte yaşamayı öğreneceksiniz ya da birbirinizi tüketeceksiniz” cümleleri, o günden bugüne ve korkarım daha uzun bir süre yaşayacaklarımızın özeti olarak halimizi ahvalimizi tariflemeye devam ediyor…
EMİNE UÇAK ERDOĞAN KİMDİR?
1973 yılında Siirt’in Şirvan ilçesinde doğdu. İlköğretimi ve liseyi Şirvan’da tamamlayan Uçak, 1990 yılında İstanbul İletişim Fakültesi’ni kazandı ve buradan 1994 yılında mezun oldu. Uçak gazetecilik ve televizyonculuğun yanında uzun süre İhlas Haber Ajansı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi çeşitli kurumlarda çalıştı. Sivil toplum alanında gönüllü ve profesyonel olarak bir çok kuruluş ve platformda yer alan Emine Uçak, yüksek lisans eğitimini Medeniyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kültürel İncelemeler bölümünde, İstanbul’daki Suriyeliler: Gündelik Hayat ve Mekan isimli teziyle tamamladı. Yayımlanmış kitapları: “Çanakkale Savaşı’nda Kürt Civanlar”, Keje: Bir Gecede Büyümek ve Malan Barkirin (Özlem Yağız, D. Yıldız Amca ve Necla Saydam’la birlikte)