'İtibar ve İktidar' kitabının yazarı Muhsin Altun, “Hayatın anlamına dair yalın ve maddeci bir kavrayış, otorite toleransı düşük bir toplumun ön koşuludur” diyor.
Bir gün gelecek, insanlar hayvanlarını sulamak, ölülerini gömmek ve halka açık yolları kullanmak için bile ücret ödemek zorunda kalacaklar."
19. yüzyılın sonlarında, Java adasının (Endonezya) orta kesimlerinde dolaşan Samin Surosentiko ve takipçileri köylülere böyle sesleniyordu. “Raden” unvanlı soylu bir ailede doğan Samin (1859-1914), Hollanda sömürgeciliğinin yol açtığı toplumsal acılara duyarlı bir mistik vaizdi. Kendilerini “Sedulur Sikep” (İnanç Kardeşi) ya da “Wong Sikep” (İnanç İnsanı) olarak tanıtan takipçileri, literatürde “Samin halkı” ya da kısaca “Saminist” olarak geçmektedir.
Samin’in geleceğini haber verdiği günler fazla gecikmedi. 1897 yılında çıkarılan bir kanunla ormanlar “hazine arazisi” statüsüne sokularak köylülerin erişimine kapatıldı. Kuruyan ağaçlar ve yere düşen dallar artık Orman Hizmetleri tarafından toplanacaktı. Almanya’dan örnek alınan “Bilimsel Ormancılık” (Forstwissenschaft) ilkeleri bunu gerektiriyordu. Sömürge idaresine bağlı orman muhafaza memurları köylerde devriye gezmeye başladı; ormana girişler ücrete ve izne tabi kılındı. 1901'de, “Etik Politika” adı altında yürürlüğe konulan bir dizi tedbir (modern okullar, yeni yollar vs.), başta pirinç olmak üzere tarımsal ürünlerden alınan vergilerde artışa yol açtı. Etik Politika, “Java’da yaratılan refahtan Java halkının da yararlanması” gibi hayırhah (!) bir gündeme sahipti. Yeni açılan okullara kayıt için eğitim harcı ödenecek, köylüler yol yapımında çalışacaklardı.
Sömürge öncesinden otoriter kurumlara aşina olan halkın tepkisi ölçülü ve şiddetten uzaktı. Java insanı, antropolog Ariel Heryanto’nun “aşırı itaatkârlık” (hyper-obedience) olarak tanımladığı kültürel kodların etkisi altında yaşamaya yatkın görünüyordu. Onlar için aşırı itaatkârlık, otoriter baskılarla baş etmenin bir yoluydu. Etik Politika’nın doğrudan Hollandalı yetkililer eliyle değil yerli memurlar tarafından yürütülüyor olması da işleri kolaylaştırdı. “Priyayi” olarak bilinen ve saygı gören yerel yönetici sınıf, sömürgen Hollanda için baltanın ölümcül kısmını; Java köylüsü için sapını temsil ediyordu.
Bununla birlikte, Orta Java’nın orman içi ve kenar köylerinde yaşayan Saministler Müslüman komşuları kadar itaatkâr değillerdi. Yaptırımla karşılaşma pahasına ormandan odun toplamaya devam ettiler. Şöyle diyorlardı: “Lemah podo duwe, banyu podo duwe, kayu podo duwe” (Toprak herkesin malıdır; su herkesin malıdır; odun [orman] herkesin malıdır). Toprağı, suyu ve ormanı yaratan devlet değildir. Herkes ihtiyaç duyduğu zaman mevcut doğal kaynaklardan yararlanabilir. Yararlanma, “saygı” (diajeni), “sürdürme” (diopeni) ve “gerektiği kadar” (demenung) ilkeleriyle sınırlıdır.
Kendi aralarında “otorite toleransı düşük” bir kültür geliştiren Saministlerin tepkisi, ormandan kaçak odun toplamakla sınırlı değildi. Çocuklarını okula ve camiye göndermiyor, nikâh ve defin işleri için Müslüman din görevlisine (Modin) ödenmesi gereken ücreti ödemiyor, köy sandığına (lumbung desa) katkıda bulunmuyor, yol yapımında çalışmıyorlardı. Vergi için gelen tahsildara cinsel organlarını gösteren Saministler, “Yüksek Java” (Krama) yerine -saygı ifadesi içermeyen- “Aşağı Java” (Ngoko) ağzıyla konuşarak onları incitiyor; soruları yanıtlarken çift anlamlı sözcükler kullanıyorlardı. Saministlerin kendilerini köyün sosyal yaşamından uzak tutma çabası, zamanla komşuları tarafından da dışlanmalarına yol açtı. Saminist kadın ve erkekler, giyimlerinde koyu ve genellikle siyah renkleri seçerek bu dışlamayı onayladılar. Koyu renkler, dürüstlüğü, tükenmişliğe karşı direnci ve tevazuu simgeliyordu.
Başlangıçta sorun yaratmamış gibi görünen Saminist tepki ve itirazlar, 1907’den itibaren Hollandalı yetkilileri huylandırmaya başladı. Sayılarının 3.000'e ulaştığı bilgisi, 1 Mart günü isyan edecekleri ihbarıyla birleştiğinde polis harekete geçti. Olası isyanla bağlantılı olduğu değerlendirilen bir grup Saminist, Tuban’daki bir “selametan” (ritüel Java yemeği) etkinliği sırasında tutuklandı. O gün yakalanamayan Samin, birkaç gün sonra valinin davetini kabul etti ve Rembang'a gelince tutuklandı. Yargılamanın ardından Samin ve sekiz takipçisi sürgün cezasına çarptırıldı. Padang’a 90 km uzaklıktaki Sawahlunto kasabasına (Batı Sumatra) sürülen Samin, burada tehlikeli suçluların gönderildiği bir kömür madeninde zorunlu çalışmaya tabi tutuldu ve 1914’te öldü.
Sürgünler ve Samin’in ölümü, hareketin sona erdiği anlamına gelmiyordu. Samin’in takipçileri, köylüleri vergi ödememeleri ve yol yapımına katılmamaları yönünde kışkırtmayı sürdürdü. Aralık 1914'te, Javalı bir gazetecinin Rembang valiliğinden aktardığı hikâye, durumun ciddiyeti hakkında fikir verir türdendir. Yerli vali vekili (Patih), vergi ödemeyi reddeden Saministlerden birini sorgulamaktadır:
- Devlete hala 90 sent borcunuz var.
- Devletten hiçbir şey ödünç almadım.
- Yine de vergi ödemek zorundasın.
- Wong Sikep [Saminist] vergi bilmez.
Cevaba kızan Patih, köylünün yanında oturan polisten ona bir tokat atmasını ister. Tokadı yiyen köylü sakinliğini koruyarak şöyle der: "Devlet ona vergi toplamasını emrediyor, bense ödemek istemiyorum; doğal olarak sinirleniyor." Patih, bu defa -günümüzde de sıkça başvurulan- “neoliberal” bir mantık oyunuyla köylüyü ikna etmeyi dener:
- Devlet yerli halk için de para harcıyor. Devletin yeterli parası olmasaydı yolların bakımını yapmak imkânsız olurdu.
- Yolların kötüleştiğini fark edersek onları kendimiz düzeltiriz.
- Yani vergiyi ödemeyecek misin?
- Wong Sikep vergi bilmez.
Öfkesi artan yetkili, “bölge mahkemesi devlete olan borcunu ödemeni emrediyor” der ve ekler: “Sekiz gün içinde ödemezsen mallarına el konulacak. Şimdi git!” Köylü, "bildiğim kadarıyla devletten hiçbir şey ödünç almadım" diyerek ayrılır. Aradan sekiz gün geçince reddiyeci köylülerin malları haczedilip satıldı; hiçbiri buna direnmedi. Vergiler düşüldükten sonra kalan tutar sahiplerine iade edilecekti ancak köylüler bunu da reddettiler. Gerekçeleri ilginçti: "Bildiğim kadarıyla hiçbir şey satmadım."
Rasyonel düşünceyle bağdaşmaz görünen bu tavrın ekonomi dışı bir anlamı vardı. Onlara göre, insanın 100 Rupiye aldığı bir şeyi 110 Rupiye satması onursuz bir davranıştı. Bu yüzden ticaret yapmaları yasaktı. “Eğer yapacaksanız” demişti Samin, “daima daha aşağı fiyattan satmalısınız.” Tarım ve hayvancılık dışında bir iş tanımayan Saministler, vergi ödemeyi, resmi görevlilerle teması ve ticareti reddederken nasıl bir evren tasavvurundan ya da dünya görüşünden güç alıyorlardı?
Samin, polise verdiği ifadede, öğretisini "Âdem Nebi’nin Bilimi" (İlmu Nabi Adam) olarak tanımladı. Ancak buradaki Âdem’in, İbrahimî dinlerdeki Âdem peygamberle alakası yoktu. Âdem "erkek", Nebi ise "kadın" anlamına geliyordu. Kadınlara "Adam Nabi", erkeklere "Adam Wali" diyen Saministlerin "Tanrı benim içimdedir" deyişi, kendi kurtuluşundan sorumlu olan ve Tanrı ile insan arasında aracılık yapan herhangi bir ruhani otorite tanımayan bir inancın ifadesidir. Köklerini kadim Java inançlarından aldığı tahmin edilen bu “batıni” kavrayış, tüm statü hiyerarşilerine karşı koyarken Saministlere moral destek sağlıyordu. Saministler, bu destek için belirli ibadet ya da dua mekânlarına ihtiyaç duymazlar; dini önderleri ya da tapınakları yoktur. Âdem Dini, ebeveynler veya yaşlılar tarafından vaaz edilir ve öğretilir. Tek eşliliğin kural olduğu bu dinde, kadın, kocasından “Toprak Ana’ya” (İbu Bumi) gösterilene denk bir saygı görmenin yanı sıra diğer erkekler tarafından da büyük saygı görür. Anne olarak kadınlar, yaşamı veren, besleyen ve koruyan toprağın bir tezahürüdür.
Âdem Dini’nin artan etkinliğine sömürge idaresinin yanıtı sert oldu. Saministlerin yoğun olarak yaşadığı Orta ve Doğu Java'daki köyler boşaltılıp yakıldı. Özellikle hareketin merkezi konumundaki Blora ilindeki Saministler başka yerlere göçe zorlandı. Bu “temizlik” harekâtı, daha sonra halk arasında “Samin Kargaşası” (Geger Samin) olarak anılacaktı. Buna karşın Saminist hareket, gittikçe azalan yoğunlukta olsa da eylemlerini sürdürdü ve günümüze kadar varlığını korumayı başardı. Saministler, bağımsızlığın (1945) ardından bu defa Endonezya Devlet Orman İdaresi’nin kısıtlamalarına ve Suharto rejiminin (1967-1998) İslamlaştırma politikasına direndiler. Buna karşılık, etnik ve dinsel çatışmalarla sık sık sarsılan ülkedeki diğer yerel toplulukların aksine, görece sakin bir hayat sürmeleriyle dikkati çektiler.
Âdem Dini’nin Müslümanların “Allah” kavramını onurlandırmaması, Saministlerin ateist olarak algılanmasını kolaylaştırdı. Saminizm, ilham ve içerik açısından İslam karşıtı olmasa da belirgin biçimde İslam dışıydı. Kadının gördüğü saygı, erkeğin “içgüveysi” (matrilocal) konumu ve Modin’in yetkisinin reddi, Saminist erkeklerin nikâhsız yaşadığı, kadınların çok kocalı (kumpul kebo) olduğu vb. çirkin yakıştırmaları teşvik etti. Otoriteyi ve onun dayattığı adaletsizlikleri kabullenmeye karşı gösterdikleri isteksizlik, zamanla "Samin" sözcüğünün özgün anlamında da kaymaya yol açtı. “Aynı, eşit” anlamındaki sözcük, günümüzde “boş tartışmalar (ngenyelan) yapmaktan hoşlanan, uyumsuz, inatçı, aptal, barbar, ateist” bireyleri nitelemekte kullanılmaktadır. Google Translate uygulamasının, Saministlerin kendileri için kullandıkları “wong sikep” terimini “aptal insanlar” şeklinde Türkçeye çevirmesi anlamlıdır.
Sonuç:
Küçük toplulukların “egemen” olana karşı geliştirdiği direniş türlerine dair derinlikli analizler nadirdir. Otoriteyi, “itaat etmek, saygı göstermek, iznini almak” gibi teslimiyetçi tutumlarla birlikte düşünme eğilimi, insan idrakinin anti-otoriter boyutlarının keşfini zorlaştırmaktadır. Tarihçiler H. Benda ve L. Castles’in tespitiyle, “modern Java tarihinin en uzun yaşayan sosyal fenomenlerinden biri” olan Âdem Dini’nin ve Saministlerin hikâyesi, bu zorluğu aşma anlamında yolumuzu aydınlatabilir.
Maddi yaşamın devamı için zorunlu kaynakların kolektif mülkiyetine inanan Saministler, inançlarını muğlak kutsal metinlerden değil gündelik hayatın somut pratiklerinden türettiler. Onların hikâyesi, hayatın anlamına dair yalın ve maddeci bir kavrayışın, otorite toleransı düşük bir toplumun ön koşulu olduğunu ima etmesi açısından da değerlidir.