Görüşler

79 yıllık yürüyüşün ardında ‘Beş İlke’

79 yıllık yürüyüşün ardında ‘Beş İlke’

‘Dindarca Öldürmek’ kitabının yazarı Muhsin Altun, 79’uncu yıldönümünde Endonezya’nın bağımsızlık hikâyesini özetliyor.

Sukarno, Bandung’daki duruşması sırasında diğer sanıklar ve avukatlarla birlikte (Fotoğraf: Onbekend / DLC, 1930)

"Yoksulluğun ortasında doğdum ve yoksulluk içinde büyüdüm. Ayakkabım olmadı, musluktan akan bir suyla banyo yapmadım. Çatal kaşık nedir bilmedim."

Bu sözler, Endonezya’nın kurucu önderi Sukarno’ya ait. Babası, “Raden” (Lord) unvanı taşıyan Javalı bir öğretmen; annesi, Balili dindar Hindu sınıfından (Brahmana) bir aileye mensup olsa da Hollanda sömürgesi bir ülkede, hem soylu olup hem de yoksul bir köylü olarak yaşamak olağandı. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Doğu ve Batı arasındaki uzun mesafeli ticaretin önemli bir merkezi konumundaki Endonezya, sömürgeleştirilmesi en zor ülkelerden biri oldu. 18. Yüzyıl sonuna kadar ülkenin küçük bir kısmını kontrol eden Hollanda Doğu Hint Kumpanyası’nın 1619 yılında Batavia’yı (Jakarta) ele geçirmesi, sömürge idaresinin kuruluşunun miladı sayılır. Adalarda tam anlamıyla bir Hollanda egemenliğinin kurulması ise 1830’dan sonra mümkün olacaktı. 1850’lerde Java ve Sumatra’nın büyük kısmına yayılan sömürge idaresi, Açe sultanlığını ancak 1904’te sona eren 30 yıllık bir savaş sonunda ilhak edebildi.

Endonezya halkı sömürge döneminde de İslam’ın tarihsel merkezleriyle ilişkilerini sürdürdü. Bu ilişkiler, ülke tarihinin kritik anlarında İslam dünyasıyla bağlantılarının önemli bir referans noktası olarak hizmet etti. Örneğin 19. Yüzyılda Java’da İslami coşkunun yükselişinde etkili olan önemli olaylardan biri Kırım Savaşı (1854-1856) idi. Perang Rus (Rus Savaşı) olarak adlandırdıkları savaş Javalıların kolektif hafızasını etkiledi. Negeri Rum (Osmanlı) ordusunun ilerleyişi merakla izlendi; Sultan Rum’un (Osmanlı padişahı) her zaferi dualar ve adaklarla kutlandı.

Yükselen İslami coşku, 20. yüzyıl başında Marksist aydınların antiemperyalist gündemiyle birleştiğinde, sömürge idaresine karşı güçlü bir isyanın fitilini ateşledi. Endonezya Komünist Partisi (Partai Komunis Indonesia- PKI) kadrolarının Kasım 1926’da başlattığı ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı. 13.000 kişi tutuklanırken 5.000 kişiye de “önleyici gözaltı” işlemi uygulandı. Bunlardan 4.500’ü çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı; 1.308 kişi 1927 yılında Batı Papua’daki Tanah Merah (Kızıl Toprak) kampına gönderildi. Modern çağın bu ilk toplama kampı, Komünistler için özel olarak inşa edilmişti.

Komünistlerin siyasal anlamda oyun dışı kalması ve dindar örgütlerin itaatkar tutumu, sömürge karşıtlığını ulus-devlet terimleriyle yürüten ulusalcıların oyunun merkezine yerleşmesiyle sonuçlandı. Ulusalcıların sahneye çıkışı, bağımsızlık hareketinin gelişiminde önemli bir dönüm noktası oldu. Liderleri, hitabet yeteneğiyle tanınan Sukarno idi.

Sukarno (1901-1970), gençlik yıllarında sömürge karşıtı “İslam Birliği” (Sarekat Islam- SI) örgütü altında toplanan Komünist ve ulusalcı aydınlarla yakın ilişkiler kurdu. SI aynı zamanda bir eğitim merkeziydi. Sukarno burada Marx, Engels, Lenin, Voltaire, Rousseau ve Jean Jaures’ın eserleri ile tanıştı. Hollanda okul sisteminde deneyimlediği ayrımcılık, tanıştığı siyasal önderlerden öğrendikleri ve nihayet yaptığı Batılı okumalar, Sukarno’yu sömürge karşıtı bir pozisyona yöneltecekti. 1918 yılında “Genç Java” (Jong Java) hareketine katılan Sukarno, SI destekli gazetelerdeki yazıları ve mitinglerdeki etkileyici konuşmalarıyla tanındı.

Sukarno, Komünist kalkışmanın bastırıldığı yıl (1927) bir grup arkadaşıyla birlikte Endonezya Ulusal Partisi’ni (Pěrsěrikatan Nasional Indonesia-PNI) kurdu. PNI, Hollanda egemenliğindeki Endonezya adalarının kitlesel hareketler üzerinden bağımsızlığını savunuyordu. Seküler bir ulusalcılığı benimseyen PNI kısa sürede Java’nın büyük kentlerinde örgütlenerek 1929 sonunda 10.000 üyeye ulaştı. Aynı yıl sömürge polisi Sukarno ve diğer ulusalcı önderleri tutukladı. 1930 sonunda mahkeme karşısına çıkarılan Sukarno, savunma hakkını sömürge idaresi aleyhine bir konuşma yaparak kullanınca dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aralık 1931’de cezası genel vali tarafından kaldırılan Sukarno, tahliyesinin ardından ulusalcı hareketi yeniden toparlamaya çalıştıysa da Ağustos 1933’te tekrar tutuklandı. Mahkemeye çıkarılmaksızın Flores adasına sürgün edilen Sukarno, 1938’de Sumatra adasının batısındaki Běngkulu’ya nakledildi.

JAPON İŞGALİ VE BAĞIMSIZLIK

Sömürge hükümeti, ekonomisi büyük ölçüde Avrupa ve Kuzey Amerika’ya petrol ve tarım ürünleri ihracına dayanan Endonezya’da, dünya ekonomik krizinin patlak verdiği 1929’dan Japon işgaline kadar sıkı bir kontrol uyguladı. Siyasal liderler tutuklanmış, toplantı ve gösteriler yasaklanmıştı. Ülkedeki Hollanda egemenliği kalıcı görünüyordu. Ne var ki 10 Mayıs 1940 günü Nazi orduları Hollanda’daki Hollanda egemenliğine son verdi. Londra’ya taşınan Hollanda hükümeti Endonezya’da sıkıyönetim ilan etti. Tanah Merah’taki Komünistler yeni bir isyan olasılığına karşı gemilerle Avustralya’ya nakledildi.

Çin, Filipinler, Vietnam, Singapur derken 8 Mart 1942 günü Jakarta’ya giren Japon ordusu, işgalden hemen önce sömürge idaresi tarafından serbest bırakılan Sukarno ile temas kurdu. Dindar Müslümanların coşkulu desteğini yeterli görmeyen işgal idaresi, Sukarno ve arkadaşlarını “Halkın İktidarı Merkezi” adıyla kurduğu bir yapı altında topladı. Müttefik kuvvetlerin olası bir saldırısına karşı “Anavatanın Koruyucuları” (Pěmbela Tanah Air- PETA) adlı bir gerilla gücü oluşturdu. Yoğun bir askeri disipline tabi tutulan PETA birlikleri ulusalcı fikirlerle endoktrine edilmekteydi.

Pasifik’teki Amerikan ilerleyişi Japon adalarının bombalanmasına kadar uzandığında Sukarno ve arkadaşlarını heyecanlandıran bir gelişme oldu: 7 Eylül 1944 günü Japonya başbakanı Koiso, belli bir tarih belirtmeden Endonezya’nın bağımsızlığı için söz verdi. İşgal idaresi, Mart 1945’te “Endonezya’nın Bağımsızlığı için Hazırlayıcı Çalışma Araştırma Komitesi”nin kuruluşunu duyurdu.

Komitedeki anayasa çalışmaları sırasında İslam’ın devlet karşısındaki konumu da tartışıldı. Bağımsız Endonezya için bir anayasa yazımına öncülük eden Sukarno, din karşısında tarafsız bir ulusalcılığı savunmaktaydı. 1 Temmuz 1945 günü komite önünde yaptığı konuşmada, “Pancasila” olarak bilinen ünlü doktrinini açıkladı. “Beş İlke” anlamındaki Pancasila Endonezya’nın resmi felsefesini oluşturacaktı: Tek tanrıya iman, ulusalcılık, insaniyet, toplumsal adalet ve demokrasi. Pancasila, ülkedeki ulusalcı, İslamcı, Komünist, liberal ve popülist fikirlerin bir sentezi gibiydi.

ABD’nin atom bombasını Hiroşima’ya bıraktığı günün ertesinde (7 Ağustos 1945), işgal idaresi “Endonezya’nın Bağımsızlığı için Hazırlık Komitesi” adlı yeni bir komitenin kuruluşunu duyurdu. 19 Ağustos günü toplanması planlanan komitenin başkanlığına Sukarno atanmıştı. Ancak komite daha toplanmadan Japonya kayıtsız şartsız teslim olduğunda (15 Ağustos) Sukarno liderliğindeki ulusalcıları karmaşık bir sorun bekliyordu: Japonya teslim olsa da ülkedeki askeri varlığı devam ediyordu. Onları teslim alacak bir Müttefik ordusu da henüz ortada yoktu. Teslim anlaşmasına göre, Müttefik kuvvetler gelinceye kadar Endonezya topraklarındaki savaş öncesi statüko korunacaktı. Dolayısıyla, Japon ordusunun bu arada bağımsızlık ilanına izin vermesi söz konusu olamazdı. Sukarno ve diğer eski nesil ulusalcılar Japonya ile bir çatışmaya girmekten çekinirken genç ulusalcılar ve illegal Komünistler bağımsızlık ilanı için bastırıyordu. Yine de Sukarno olmaksızın kimse buna cesaret edebilecek durumda değildi.

16 Ağustos günü sabahın erken saatlerinde, Sukarno ve yardımcısı Muhammad Hatta, aralarında PKI üyelerinin de bulunduğu bir grup genç tarafından kaçırılıp bir PETA garnizonuna götürüldü. Kendilerine PETA tarafından başlatılan bir kalkışmaya karşı koruma altına alındıkları söylenmişti. Ancak ortada bir kalkışma yoktu. Her ikisi de eylemin onları bağımsızlık ilan etmeye zorlamak için yapıldığını hemen anladılar. Sukarno karşısındaki gençlere çıkıştı: “Nedir sizin gerçek gücünüz? Kadınlarımız ve çocuklarımız için emniyet sağlayacak ne tür önlemleriniz var? İlan edeceğiniz bağımsızlığı savunmak için ne öneriyorsunuz?”

Japon işgal komutanı amiral Maeda’nın müdahalesiyle serbest bırakılan Sukarno ve Hatta, o günün gecesinde amiralin konutunda -Japonları kızdırmayacak bir dille- bağımsızlık bildirisini hazırladılar. 17 Ağustos 1945 sabahı, Sukarno, Jakarta’daki evinin önünde toplanan küçük bir kalabalık karşısında bildiriyi okudu: “Biz Endonezya halkı, burada Endonezya’nın bağımsızlığını ilan ediyoruz. İktidarın devri ve benzeri konular dikkatli ve olabildiğince hızlı bir şekilde gerçekleştirilecektir.” Ülkeyi işgal öncesi statükoyu değiştirmeden Müttefiklere teslim etme şartını ihlal etmiş görünmek istemeyen işgal idaresi, Jakarta radyosunu kullanmasına izin vermemişti.

Japon işgalinden kurtulması görece kolay olsa da Endonezya’nın bağımsız bir devlet olarak sahneye çıkması bir dizi meydan okumayla karşılaştı. 1946 başında ABD ve İngiltere öncülüğündeki Müttefiklerin desteğiyle geri dönen Hollanda ordusu, ulusal hükümete karşı “Polis Harekâtı” olarak adlandırdığı iki büyük saldırı (20 Temmuz 1947 ve 18 Aralık 1948) düzenledi. Genç cumhuriyetin o sıradaki başkenti Yogyakarta’yı işgal edip, Sukarno ve yardımcısı Hatta ile birlikte altı kabine üyesini tutukladı. Ancak ulusal ordunun kararlı direnişi karşısında, Hollanda hükümetinin adalarda eski düzeni yeniden tesis etmenin imkânsız olduğunu anlaması uzun sürmedi. Uluslararası toplumdan gelen baskılar üzerine ulusal önderlerin serbest bırakılmasının ardından Lahey’de bir “Yuvarlak Masa Konferansı” düzenlendi. 27 Aralık 1949 günü imzalanan anlaşmayla Hollanda idaresi altındaki adalarda egemenlik tümüyle Endonezya Cumhuriyeti’ne devredildi.

SONUÇ

17 Ağustos, 275 milyonu aşkın nüfusuyla dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi ve 16’ncı büyük ekonomisi olan Endonezya’nın bağımsızlık yıldönümüydü. Ne var ki bu bağımsızlık, ülkedeki Komünist hareketin akıbetiyle ilgili çelişkili ve yer yer kanlı bir hikâye eşliğinde idrak edilmektedir. Komünizmi hâlâ ‘Gizli Tehlike’ (Bahaya Laten) sayan bir devletin ‘Çoklukta Teklik’ (Bhinneka Tunggal Ika) vizyonunu doğrulaması çok zordur. Çünkü böyle bir vizyon, geçmişi hatırlamayı ve onunla yüzleşmeyi de gerektirir. Unutulan bir geçmiş, gelecekte de bizimle yaşamayı sürdürecektir; ama ürkünç bir uğursuzluk olarak...

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir