Görüşler

64 yıl sonra bir 27 Mayıs değerlendirmesi

64 yıl sonra bir 27 Mayıs değerlendirmesi

Hukukçu ve eski Bakan Ertuğrul Günay "27 Mayıs, Türkiye demokrasisinin çocukluk çağında erginleşmesini, kendi sorunlarını kendi içinde çözmesini engelleyen talihsiz bir müdahale, derin yaralar açan bir darbedir" değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye, çok partili sisteme 1946 yılında geçti. 1923’de kurulan cumhuriyet, bir çeyrek asır boyunca otoriter-modernleşmeci bir ‘Tek Parti’ yönetimiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin -Sovyet blokunun tasallutu altına girme tehlikesi karşısında- haklı ve akılcı olarak yaptığı Batı Demokrasisi tercihi, tek parti yönetimine son vermeyi gerektirdi.

1946’da başlayan bu yeni süreçte kurulan Demokrat Parti (DP), 1950 seçiminde iktidar olmayı başardı. Genel Başkan Celal Bayar (Atatürk’ün son başbakanıydı) cumhurbaşkanı seçildi ve ilkeli bir tutumla genel başkanlıktan ayrıldı. Parti kurucularından Adnan Menderes, yeni genel başkan ve başbakan oldu.
DP’nin kurucu kadroları ‘Tek Parti’ içinde uzun yıllar görev yapmış, bilgi ve deneyimlerini CHP’de kazanmış siyasetçilerdi. Kuruculardan Celal Bayar ve Refik Koraltan 1920’den, Adnan Menderes 1931’den ve Fuat Köprülü 1935’den itibaren CHP milletvekiliydi. İktidar hayal ve ufuklarının belirlenmesinde CHP deneyimi önemli ölçüde belirleyici olmuştu.

1946’dan 1950’ye giden süreçte İsmet Paşa (İnönü) ve Celal Bayar’ın deneyimlerinin, kriz çözücü, yapıcı yaklaşımlarının katkısı inkar edilemez. İsmet Paşa, 1946 sonrasında muhalefet partilerinin hukukunu koruyan ve 1950’ye esenlikle varılmasını sağlamayı amaçlayan önemli bir rol üstlenmişti. Üstlendiği tarihi rolün gereğini eksiksiz yerine getirdi. Bayar da bu süreçte, partisi içindeki radikallerin eleştiri ve istifalarına karşın, dengeli bir muhalefet çizgisiyle sonucun başarıya ulaşmasında etkili oldu.

Ancak CHP yönetimi, çok partili sisteme geçerken, iktidarın ellerinden bu kadar çabuk gideceğini hesap edememekten olsa gerek, yeni sistemin gereksinmelerine dönük hiçbir düzenleme yapmadı. Seçim sistemi çoğunluk esasına dayalıydı ve adaletli temsile imkan vermiyordu. Öte yandan 1924 Anayasası, parlamenter demokrasiye açık olmakla birlikte, demokrasinin vazgeçilmez ilkesi olan “kuvvetler ayrılığı” konusunda güvence oluşturacak hiçbir kural içermiyordu.

Demokrat Parti, tek parti yönetimine olanak yaratan bu seçim sistemi ve bu anayasayla iktidar oldu; -seçim sisteminin sonucu olarak- aldığı oydan çok daha fazla güçle Meclis’e girdi.

Yeni iktidar 1954’e kadar, muhalefette iken verdiği sözlerin doğrultusunda olumlu adımlar attı. 1951’de çıkarılan Af Yasasıyla, 1938’den beri hapiste olan Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı gibi tanınmış aydınlar özgürlüğe kavuştu. Oldukça özgürlükçü yeni bir basın yasası yapıldı. ABD’den gelen yardımların da etkisiyle ülke düzeyinde göreceli bir gelişme, refah ortamı oluştu.

Ancak, 1954 seçiminde DP’nin oylarının artmasıyla Meclis’te neredeyse tek parti çoğunluğu oluştu. DP %55 oyla 500, CHP %40 oyla 30, Millet Partisi de %5 oyla 5 milletvekili kazanabilmişti. Artan oy oranı ve milletvekili sayısı, DP’yi daha hoşgörülü ve kucaklayıcı yapmak yerine, daha katı ve otoriter bir parti olmaya itmiş görünüyordu. Millet Partisi’nin kazandığı tek il olan Kırşehir cezalandırıldı, il olmaktan çıkarıldı, ilçe yapıldı.

DP yöneticileri, özellikle Menderes, bu büyük Meclis çoğunluğunun, seçim sisteminin haksız armağanı olduğunu biliyor; 5-10 puanlık oy değişikliğinin durumu tam tersine çevirebileceğini görüyordu. Otoriterleşme, her şeye egemen olma, tek parti dönemine özenme arayışları böyle başladı.

Partinin kuruluş ilke ve değerlerinden sapması içeride önemli itiraz ve eleştirilere yol açtı. 1955 sonunda, aralarında kurucular ve eski bakanların da bulunduğu önemli isimler, ‘ispat hakkı’ tartışması olarak bilinen bir önerinin sonucunda -bir kısmı ihraç, bir kısmı istifa ile- partiden koptular; Hürriyet Partisi’ni kurdular. Bu süreçte DP grubu da zaman zaman Menderes ve bakanları hırpalıyor, ağır eleştirilere maruz bırakıyordu. Bir keresinde Menderes, hükümetin bütününü grubun önüne atarak kendisini ancak kurtarabildi.

Bu ortamda, muhalefetin güç birliği arayışlarını akamete uğratan ve her türlü dayanışmasını olanaksız kılan baskın seçim kararıyla erken seçime gidildi, (1957).

Meclis çoğunluğuna, devletin partizanlığına, radyoda iktidarın tekelciliğine ve basındaki sansürlere karşın, muhalefetin (CHP-HP-MP) oy toplamı ilk kez Demokrat Partiyi geçti. Muhalefet liderlerinden Osman Bölükbaşı seçime hapishanede girmişti; CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek Anadolu gezilerinde sık sık savcılığa ve karakola gidiyordu. Bu ortamda muhalefetin artan oyuna karşın, seçim sisteminin yardımıyla DP -oy ve milletvekili sayısı azalarak da olsa- yine tek başına iktidar oldu.

Ancak Menderes’in kazandığı bu seçim, bu kez tam anlamıyla bir Pirus zaferiydi. DP ileri gelenleri, yeniden kazandıkları seçimin özgüveniyle ortamı yatıştırmak yerine, gerginliği sürdürmeyi seçti. Basında sansür ve gazeteci cezalandırmalar sürüyor; Vatan Cephesi adı altında vatandaş iktidar saflarına katılmaya zorlanıyordu.

Meclis’te Tahkikat Komisyonu adıyla bir siyasi kurul, önemli ve sağduyulu DP’lilerin ve Ord. Prof. Ali Fuat Başgil gibi -DP yanlısı bilinen- hukuk bilginlerinin uyarılarına karşın olağanüstü yetkilerle muhalefeti tazyik ve tehdit ediyordu. Doğrusu, bütün bu baskıcı yöntemler karşısında muhalefetin yıldığı, geri adım attığı da söylenemez. Tam tersine, muhalefet de, ortamı gerecek söz ve davranışlarda iktidardan pek geri kalmıyordu.

Bütün bu akıl tutulması içinde ülke, 27 Mayıs 1960 sabahı bir askeri darbe ile karşılaştı. Üsteğmenden orgenerale kadar çeşitli rütbelerdeki 38 subay, başlarına -kısa bir süre önce bir uyarı mektubu yazarak istifa etmiş bulunan- eski Kara Kuvvetleri Komutanı bir orgenerali (Cemal Gürsel) ‘Devlet ve Hükümet Başkanı’ ilan ederek yönetime el koydu. TBMM kapatıldı, iktidar milletvekilleri hapis edildi. Halk oyuna dayalı cumhuriyet yönetimi fiilen ve hukuken sona ermişti. Devrin muhalefet yanlısı, sözde ilerici bazı gazeteleri, askeri cunta üyelerini “İkinci Cumhuriyetin Kurucuları” olarak kamuoyuna tanıtıyordu. (Bugünün bazı sözde iilerici-solcu çevreleri, bu deyimi bir suçlama aracı olarak kullanıyorlar).

Yassıada’da kurulan olağanüstü mahkemelerde ağır ve haksız kararlar verildi. Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan ile Başbakan Menderes asılarak cezalandırıldı. Büyük olasılıkla aynı akıbete uğrayacak olan İçişleri Bakanı intihar etmişti. Başta Celal Bayar olmak üzere çok sayıda DP milletvekili ağır cezalarla mahkum edildiler. Üç seçim kazanmış, milyonlarca taraftarı olan bir siyasi parti, DP, temelli kapatıldı.

27 Mayıs 1960, çok partili sistemde deneyimi ve birikimi olmayan genç bir demokrasi ye, çocukluk çağında ağır bir darbe etkisi yaptı. Üç önemli devlet adamını, ancak siyaseten tartışılabilecek iş ve işlemleri yüzünden idam etmekle, toplum vicdanında onulmaz yaralar açtı, Türkiye demokrasisinde bir travma, daha da vahimi bedelini ilerideki yıllarda başka masumların ödeyeceği bir kan davası yarattı.
Çok partili sistemde ilk iktidar değişikliğinin onuncu yılında yaşanan travma, Türkiye demokrasisinin erginleşmesini, kendi sorunlarını kendi içinde çözebilmesini engelledi.
197! ve 1980 müdahale ve darbelerinin de yolunu açtı.

Buna karşılık bazı çevrelerde, 27 Mayıs’ı sonraki darbelerden ayrı tutan bir eğilim var.
Bu çevrelerde, 27 Mayıs’a DP iktidarının tutumunun yol açtığı, darbeyi neredeyse zorunlu kıldığı savunuluyor. Bu savunma kesinlikle kabul edilemez.

DP iktidarının sistemi tıkayan, konumunu perçinlemek için hukuku ve iç güvenliği zorlayan bir takım arayışlara girdiği doğrudur. Ancak, 1957’de erken seçime giden iktidarın, bu güçlükler karşısında yine seçime gitmekten başka yapabileceği şey de yoktu. Nitekim, Menderes’in haziran başında seçim tarihine ilişkin açıklamalar yapacağına ilişkin önemli bilgiler var.

Bu açıdan, “seçim ilan edilseydi darbe olmazdı” demek çok doğru görünmüyor, bu iddia kesinlik taşımıyor. Çünkü Silahlı Kuvvetler içinde eski tarihlerden beri bazı cuntaların oluştuğu, sonraki yıllarda - marifetmiş gibi- anılarda yazıldı, konuşuldu. Bu açıdan, bazı darbecilerin belki erken seçim ilanının önünü kesmeyi amaçladıkları bile düşünülebilir. Darbe komitesinde (MBK) bir grubun -Türkeş ve arkadaşlarının- derdi, demokrasinin yeniden işlemesi değildi; onlar bu gerginliği fırsat bilerek iktidara kalıcı biçimde el koymak niyetindeydiler. Nitekim, yeni anayasa ve seçimler, ancak onlar tasfiye edilip yurt dışına sürüldükten sonra mümkün olabildi.

27 Mayıs’ı savunanların ikinci ve asıl gerekçesi ise 1961 Anayasasının yapılmış olması. 1961 Anayasası, barındırdığı bazı vesayetçi düzenleme ve geçici maddelere saklanan antidemokratik hükümlere rağmen, bizim anayasacılık serüvenimizin 1924 ve 1982’ye göre elbette ilerisinde bir belgedir. Ama bu anayasanın 27 Mayıs darbesinden sonra yapılması, Türkiye için bir kazanım değil, bir kayıp oldu.
1961 Anayasası, darbeyi yapan cuntanın çantasında hazır getirdiği bir metin değil, 1957 seçimlerine giderken üç muhalefet partisinin savunageldiği düşünce ve önerilerden oluşan bir metindi. Eğer, 27 Mayıs’ta darbe yerine, 60’ın sonbaharında ya da 1961’de seçim olsaydı iktidar değişecek, -1957 seçimleri bu işareti vermişti-, anayasa bir darbenin değil, milletin ve milletin oyuyla seçilmiş Meclis’in eseri olacaktı. Üstelik o zaman bu anayasada, bir darbe sonrasının izlerini taşıyan hükümler de bulunmayacaktı.

27 Mayıs öncesi ve sonrasında, çok sayıda gencin öldürüldüğü ve yok edildiğine ilişkin yalanlar ve özellikle Doğu Anadolu’da, sözde bölücü faaliyet iddiasıyla yapılan eziyet ve sürgünler, sonraki yıllarda her darbenin ve her baskıcı yönetimin, haklılık ve meşruluk arayışıyla başvurduğu yöntemlere yol ve örnek oldu.

60 yılı aşkın uzun bir süre önce yaşananların öğrettiği şudur ki, iktidarlar her ne pahasına işbaşında kalmak için hukuku ve sistemi tıkamaya kalkmamalıdır. Eğer böyle yaparlarsa, bu durumda muhalefet de, ülkenin ve demokrasinin önünü açmak için sadece ve sadece milletin özgür iradesinden başka hiçbir güce itibar ve iltifat etmemelidir.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir