Görüşler

Fuat Keyman yazdı: Devlet Sorunu/İkilemi: 15 Temmuz’dan alınacak ders

Fuat Keyman yazdı: Devlet Sorunu/İkilemi: 15 Temmuz’dan alınacak ders

Sabancı Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Bölümü Öğretim Üyesi ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. E. Fuat Keyman, 15 Temmuz bağlamında ortaya çıkan ‘devlet ikilemini’ masaya yatırıyor.

PROF. DR. E. FUAT KEYMAN

Temmuz akşamı Türkiye uçurumun kıyısından döndü.

FETÖ-PDY, o akşam hem var olan hükümeti yıkarak yönetime el koymayı amaçlayan bir ‘darbe girişimi’ni hem de devlet ve hükümet kurumlarını bombalayarak, saldırarak ele geçirmeyi amaçlayan bir ‘işgal girişimi’ni yaşama geçirmeye çalıştı. Bu bir Türkiye’ye ‘sahip olma’, Türkiye’ye ‘hükmetme’ amacını gerçekleştirme girişmiydi. Bu anlamıyla 15 Temmuz, daha önce yaşadığımız darbelerden ve darbe girişimlerinden farklı ve özgün bir nitelik taşıyordu.

Darbelerler özünde ‘siyasal’dır. 15 Temmuz ise darbe ve işgali birleştirerek, hem ‘siyasal’ hem de ‘varlıksal’ (existantial-ontolojik) bir girişimdi. Darbe girişimi olması 15 Temmuz’a siyasal nitelik verirken, bu amacı gerçekleştirmek için başta Cumhurbaşkanı olmak üzere yöneticileri ve halkı öldürmek, derdest etmek, rehin almak vb. eylemleri yapmaktan çekinilmemesi; Meclis’in, Cumhurbaşkanlığı Küllüyesi’nin bombalanması; MİT’e, Emniyet’e, Özel Harekat’a saldırılması; köprülerin, TV kanallarının, parti binalarının, polis karakollarının ele geçirilmek istenmesi… Tüm bunlar; ülkenin, yöneticilerin, kurumların, insanların varlığına saldırıyı içeriyordu ve bu yönüyle de işgal girişimini içeren varlıksal bir nitelik de taşıyordu.

Siyasal ve varlıksal olma nitelikleri taşıyan darbe-işgal girişimi olarak tanımlanması ve anlaşılması gereken 15 Temmuz, Türkiye siyasi tarihinde yerini ‘Türkiye’nin varlığına dönük büyük ve kanlı bir saldırı’ olarak alacaktır. Bu nedenle de 15 Temmuz akşamı Türkiye halkı, farklılıkları içerisinde bir bütün ve birlik olarak; medya, ekonomik aktörler ve sivil toplum şeklinde hep birlikte darbe girişimine ‘hayır’ dedi. Ülkelerine ve varlıklarına yapılan bu saldırıya karşı geldi. Darbe-işgal girişimini canlarını ortaya koyarak püskürttü. Çünkü hepimiz biliyorduk ki 15 Temmuz başarılı olsaydı bugüne kadar yaşadığımız Türkiye’den çok daha farklı, karanlık, cunta yönetimi altında bir Türkiye’ye uyanacaktık. Bu da 15 Temmuz’u doğru anlamak kadar 15 Temmuz’dan doğru dersleri çıkarmayı çok önemli hale getiriyor. Yani bir daha 15 Temmuz türü bir olayı, bir saldırıyı yaşamak istemiyorsak 15 Temmuz’dan doğru dersleri almamız gerekiyor.

DEVLETİ ELE GEÇİREREK ‘HÜKMETMEK’

Bu derslerin başında Türkiye’de devletin konumu, rolü, işlevi ile yaşadığımız sorun ve ikilemi tekrardan tartışmak ve çözmek geliyor. Niye FETÖ-PDY ekonomide, sivil toplumda güçlü olmanın yanı sıra, hatta çok daha önemli olarak, özellikle devletin içine sızmayı, devlet içinde kadrolaşmayı tercih etti? Ordu ve Yargı’da güçlenmeyi niye kritik önemde gördü? 15 Temmuz’a giden yolda çok önemli ve ders alınacak bir nokta, “7 Şubat 2012 MİT Krizi”ydi. Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmasıyla başlayan kriz, FETÖ-PDY’nin AK Parti Hükümeti’ne karşı başlattığı iktidar mücadelesinde çok önemli bir dönemeçti. Yargı alanında ya da yargı yoluyla başlatılan iktidar mücadelesi, altını çizelim, siyaset alanını ve toplumu direkt ilgilendirmeyen bir ‘devlet içi iktidar mücadelesi’ydi. FETÖ-PDY’nin devlet içinde hâkimiyet kurmak ve devlete hükmetmek için hükümeti karşısına alması meselesiydi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri devlet ile yakın olan, devlet-merkezci olarak eleştirilen CHP bu mücadelenin dışında bırakılmıştı. 7 Şubat MİT krizi bu bağlamda, Türkiye’de iktidar mücadeleleri tarihinde yeni bir dönemi başlatıyordu. İktidar mücadelesi yapan aktörler arasında Türkiye modernleşmesinin uzun yıllar egemen aktörü olmuş CHP ve laik orta sınıflar yoktu. FETÖ-PDY devleti ele geçirmek için devlet içi iktidar mücadelesini AK Parti Hükümeti’ne karşı başlatmıştı.

7 Şubat MİT krizinde konuştuğumuz konu devlet-toplum ilişkileri ya da toplumsal ilişkiler değil, devlet alanı ve devlet içi mücadeleydi. Arkasından gelen, 17/25 Aralık operasyonları da bu temelde okunabilir. Balyoz, Casusluk, Oda TV vb. davalarda da bu sefer, ordunun yargı yoluyla ele geçirilmesi için yapılan hamleleri izledik. 7 Şubat’ın son noktası 15 Temmuz akşamı konulmak istendi. FETÖ-PDY, darbe-işgal girişimiyle devleti ele geçirme ve bu yolla Türkiye’ye ‘hükmetme’ amacını gerçekleştirmek istedi. Bu amacı gerçekleştirmek için masum insanları öldürmekten Meclis’i füzelerle bombalamaya kadar uzanan eylemleriyle gözünün kara olduğunu gösterdi.

DEVLETİ DÖNÜŞTÜRMEK

15 Temmuz bize Türkiye için, en başta Hükümet’in ders alması gereken çok önemli, bir o kadar da vahim bir sorunun varlığını gösterdi: Bir ulus devlet olarak kuruluşundan yaklaşık bir asır sonra, çok partili parlamenter demokrasiye geçişinden yaklaşık yetmiş yıl sonra, anayasallık tarihinden iki asır sonra, Türkiye’de devleti ele geçirmek ya da devleti ele geçirerek Türkiye’ye hükmetmek hala mümkün.

Bu, bir tarafta, 2016 yılında hala devletin ele geçirilebilecek bir aygıt, bir aktör, bir kurum olması temelinde hepimiz için bir ayıp, hepimizin utanması gereken bir durum. Türkiye bunu hak etmiyor, hiçbirimiz hak etmiyoruz. Öte yandan bu, çok önemli bir sorunun da işareti: Bir aktör, bir örgüt, o kadar değişim ve dönüşümden sonra bugün bile devletin içine sızarak, devleti ele geçirebilecek konuma ve güce gelebiliyor. Devlet içi iktidar mücadelesiyle devleti ele geçirmek, Türkiye’ye hükmetmek anlamına hâlâ gelebiliyor. 15 Temmuz bize, 14 yıllık AK Parti çoğunluk hükümeti yönetimi ve iktidarına rağmen, Türkiye modernleşmesinin hâlâ bir süreklilik olarak, devlet-merkezci ve “güçlü devlet geleneğine” bağlı bir modernleşme olduğunu gösteriyor. AK Parti, tüm seçimleri kazanarak egemen/hakim parti konumuna geliyor, muhalefet partilerine karşı güçleniyor ama FETÖ-PDY darbe girişimiyle karşılaşıyor. Çünkü siyasi alanda güçlü ve hakim olmak, devlet ve toplum alanlarında güçlü olmak anlamına gelmiyor. Toplum ve siyasette yaşanan kutuplaşma, belki seçim başarılarını getiriyor ama devlet alanındaki gelişmelere ve iktidar savaşlarına karşı güçlü olmak anlamına gelmiyor.

Peki, devletin hala ele geçirebilir olması niye ve ne anlama geliyor? Bu da, güçlü devlet geleneğinde yaşadığımız ikilem: Devlet topluma, bireye, doğaya karşı güçlü ama kolaylıkla da ele geçirebilecek bir kurum/aygıt. Aslında, post modern ve e-darbeye kadar her türlü darbeyi parlamenter demokratik hayatta yaşamamız, devletin güçlü değil zayıf olduğunu göstermiyor mu?

Bir taraftan, toplumun üzerinde ve topluma ve bireye hükmeden bir devlet, diğer taraftan da kolaylıkla ele geçirebilinen bir devlet... İşte devletin bu zayıflığı, onu ele geçirerek topluma hükmetmek isteyen aktörlerin iştahını kabartıyor. Nitekim FETÖ-PDY, 15 Temmuz akşamı devleti ele geçirebilir ve Türkiye’ye hükmetmeye başlayabilirdi. Devleti dönüştürmessek, bu tür tehlikelere her zaman açık oluruz: Demokrasi, çoğulculuk, laik devlet, liyakat, hukukun üstünlüğü bu nedenle bir gereklilik değil mi?

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir