Erdoğan muhalefette olsa idi...
Tayyip Erdoğan Kasımpaşa sokaklarından gelmiş bir insan.
Mütevazı bir ailenin çocuğu. Eğitimi İmam Hatip. Orası da mütevazı dindar insanların çocuklarının okuduğu bir okul. Yani bütün tırmanış mecrası, dar gelirli toplum kesimleriyle iç içe. Bu toplum kesimi aynı zamanda dindarlığın sistem tarafından dışlanmışlığından da nasibini almış, yani bir tür mazlûmiyeti damarlarında hissetmiş… İstanbul’un arka sokaklarındaki sefaleti, mahrumiyeti, sahipsizliği biliyor.
Siyasetteki yürüyüşü de bu iklimden nasibini alıyor. Refah’ın il başkanlığı, belediye başkanlığına yürüyüş seyri ve tabii, bugünlere tırmanışın en önemli basamaklarından birisi olan Belediye Başkanlığı, siyaset sosyolojisinin “Çevre” diye nitelendirdiği bu toplum alanı ile iç içe geçmişliği yansıtır. Onun sağladığı “Kuvvet”tir onu bugünkü iktidara taşıyan. Bu ilişkinin hem psikolojik anlamda besleyici, tatmin edici niteliği vardır hem de oy potansiyeli.
Oy potansiyelinin her siyasi hareket için önemli bir dayanak olduğu tartışılmaz, ama “psikolojik anlamda besleyicilik, tatmin edicilik” belki de siyasetin en insani olan boyutudur. O, insanın siyasete girdiğine değmesi gibi bir duygudur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” denen şey, “yaratılana hizmeti ibadet telakki ettiren şey”dir.
Muhalefet, toplumdaki sancıların daha çok görüldüğü yerdir. İktidar, güçle buluşulan merhaledir. “Güç insanı bozar” diye bir jargon var malum. Acaba niye bozar? Niye bozsun ki, güce ulaştığınızda onu bütün siyasi hayatınızda gerçekleştirmek istediğiniz hedefler için kullanmak varken, neden bozulma olsun ki?
Bu soru sorulabilir ama, güçle ilişki, hükmetme duygusuna da yakındır. Beklentileri karşılama zorunluluğu, sahip olunan imkanları dağıtma psikolojisi, her türlü “Emanet” i mülk gibi algılama riski vardır. Onun için Osmanlı’da “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye bir gelenek devreye sokulmuştur. Güç zehirlenmesi bazen böyle uyarıların bile duyulmasını engelleyebilir. Güç, bazen “Kader belirleme” gibi duygulara, yani bir tür “kulluk bekleme” hissine yol açar.
Bu duyguların tehlikesinin farkında olan Hazreti Ömer’in her gün kendisine “Ey Ömer ölüm var” diye hatırlatacak bir kişiyi görevlendirdiği rivayet edilir.
Bunların tamamının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bilindiğini düşünürüm. 18 yıldan bu yana iktidarda. Toplumun en azından yarısının desteğine sahip. Ama toplumun yarısı da bir sebepten onu istemiyor. Belki ona destek verenler arasında “Her şeye rağmen destek veren” bir kesimden de söz edilebilir. Yani rezervlerini saklı tutup, başkası olmasın diye, daha iyisi yok diye onun yanında duran kesim…
İktidarın bir dili var. Bunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’da sembolleştiği, bazı bakanların da onun diline öykündüğü söylenebilir. Bu, “her şeyin iyi gittiği” yaklaşımından yola çıkan bir dil. Dile getirilecek her problemin muhalefetin işine yarayacağı varsayımından hareket eden, onun için de insanların yaşadığı sorunların ıskalandığı izlenimi veren bir dil.
Diyelim simit – çay hesabı yapıldığında bile sofra kuramayan insanların varlığı…
Sokağa işsiz çıkıp işsiz dönenler ve evde işsiz kıvrananlar…
Ev kirasını ödeyemeyenler.
Diyelim adalet sisteminden adalet göremeyenler.
Diyelim sosyal medya olmadan çığlıklarını duyuramayanlar…
Diyelim, yanı başında dikilen yolsuzluk anıtlarının iktidar tarafından nasıl görülmediğine, hatta nasıl kollandığına akıl erdiremeyenler…
Say say bitmez bir yanlışlıklar kümesi…
Yazının başlığı neydi?
-Erdoğan muhalefette olsa idi…
Hadi Kasımpaşa, hadi İmam Hatip, hadi Beyoğlu, hadi belediye başkanlığı, Ramazan’da fukara sofraları, hadi çay – simit hesabı, hadi belediye başkanlığından alınıp Pınarhisar’a gönderilme günlerine dönelim. Fukaralığın ve adaletsizliğin (zulmün) yakıcı günlerine ve oradaki duruşa…
Muhalefetin bütün söylemlerini “istismar” gibi görebilirsiniz, samimiyet sorgulaması yapabilirsiniz, inandırıcılığını sorgulayabilirsiniz, başarıları görmeme haline tepki duyabilirsiniz vs…
Onun için diyorum, bir muhalefet gibi bakma pozisyonuna geçilse… “İnsanlar ne halde, bir göreyim bakayım” deyip tebdil-i kıyafetle tebaanın arasına giren eski zaman yöneticileri gibi…. nabzını tutsa halkın… “Aç uyuyanlar” sözü, sadece muhalefet söylemi mi bir baksa…
Muhalefet gibi baksaydı kendi iktidarına neler canını acıtırdı?
(Şu anda İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener tam da bunu yapıyor))
Bu dönemde yanında yöresinde bulunanların iktidar sahiplerine problem niteliğinde hiçbir şeyi gerçek boyutlarıyla söylemeyeceğini dikkate alarak…
Ben burada muhalefete de “iktidarın başarılarını görme” tavsiyesinde bulunabilirim. Keşke memlekette hep kutlanacak başarılar olsa da “muhalefet neden bunları görmüyor” diye yazabilsek… Ama altta kalanlar varsa, bunların miktarı her geçen gün artıyorsa, yangından, önce onların kurtarılması gibi acil bir görev varsa, iktidara şu acıları görün demek kaçınılmaz hale geliyor.