Alevilikte Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali bir bütün olarak işlenir. Bazı nefeslerde Hz. Ali’ye aşırı övgü ve yüceltmeler bulunur. Ancak tasavvuf ilmine vakıf olanlar, nefeslerdeki Ali’nin Allah’ın isimlerinden biri olduğunu ifade etmektedir.
ŞENOL KALUÇ /YAZI DİZİSİ -2
Alevi nefeslerinde Hz. Muhammed ve Ali birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak işlenirken buna sıklıkla Allah’ın da eklendiği hemen fark edilir. Nefeslerdeki, Hz. Ali ile ilgili aşırı övgü ve ulûhiyet çağrıştıran ya da tanrısallık atfettiği düşünülen mısraların varlığını şairlerin vecd halinde söyledikleri kastı aşmış, aşk ile söylenmiş aşırı ifadeler olarak düşünmek daha doğrudur. Çünkü bu tür ifadeler kullanılsa da Hz. Ali’nin Velayeti-Veliliği daima ön plandadır. Bu tür ifadeler Aleviliğin ilmihali sayılabilecek buyruk metinlerinde görülmez.
Aynalı “Ya Ali Hattı”
Hz. Ali sevenlerini şöyle uyarır: “Benim yüzümden iki kişi helâk olmuştur: Sevip hakkımda ileri giden ve sevmeyip aleyhimde bulunan” Yine bir hutbesinde “Sakının bizim hakkımızda ileri inanca sapmaktan; biz kullarız, yaratılmışız; buna inanın sonra bizim hakkımızda, üstünlüğümüz hakkında dilediğiniz inancı güdün (Ancak Tanrılık, Peygamberlik müstesnâ)” demiştir.
“Muhammed Mustafâ nûr-ı Hudâdur Alîyi sanma kim andan cüdâdur” Yeminî
HER ŞEYİN SIRRI ‘BA’DA
Hz. Ali’nin: “Her ne ki, Kuran’da vardır, Fatihayı şerif’te de vardır. Her ne ki, Fatiha’da vardır, Besmele’de de vardır. Her ne ki, Besmele-i şerif’te vardır, onun “Bâ” harfinde de vardır. O nokta ki “Bâ”nın altındadır. Ben o noktayım.” dediği rivayet edilirken; Resulullah’ın da kendisine; “Kâinat yaratılmadan önce neredeydin?” diye sorulduğunda; “Bâ”nın altındaki noktada gizliydim.” dediği rivayet edilir. Kuran-ı Kerim “Besmele” lafzıyla başlar. İlk harfi “Bâ”dır. Öyle ise her şeyin başı ve sırrı ‘Bâ’nın altındaki noktada gizlidir. Alevi inancına göre Resulullah ile Ali aynı nurdan iki parçadır. Bu nedenle Aleviler “Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisini” Allah ve peygamber inancının bir parçası ve imanın tamamlayıcısı olarak görür. Bu anlayış kendisini “Allah, Muhammed, Ali” tamlaması ile gösterir.
“Cümle bir mürşide demişler belî
Tespihleri Allah Muhammed Alî
Meşrebi Huseynî ismi Alevî
Muhammed Alî’ye çıkar yolları”
Kul Himmet
TEKLEŞTİRME YOKTUR
Ehl-i Sünnet içinde fıkıh ehl-i –buna Şia’da dâhildir- bu tabiri Hristiyanlıktaki teslis inancına benzetir, hâlbuki Hristiyan teolojisindeki Baba-oğul-kutsal ruh (Allah-İsa-Cebrail) anlayışındaki gibi burada bir tekleştirme ve aynileştirme yoktur, sadece aralarındaki ilişkiye bir atıf vardır.
“Ay Ali’dir gün Muhammet
Okunur doksan bin ayet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde” P.S.A.
Bu nefeste de görüldüğü gibi ay nasıl güneş olmadan parlayamaz ve göze gözükemez ise Hz. Ali’de Resululah’tan ayrı düşünülemez.
ALLAH’IN ADI OLARAK ‘ALİ’
Alevi ve Bektaşi nefeslerindeki pek çok kavramlaştırma ancak tasavvuf ilmine vakıf olanlarca anlaşılabileceği için çoğu kez yanlış anlaşılmaya müsaittir. Buna en güzel örnek Mehmet Ali Hilmi Dede Baba’nın: “Âyine tuttum yüzüme, Ali göründü gözüme
Nazar eyledim özüme, Ali göründü gözüme” nefesidir.
Dün de bugün de pek çok kimse durumu zahiri ile algılamış ve yanılgıya düşmüştür. ‘Ali’ kelimesi Hz. Ali’yi ifade etse de aynı zamanda Allah’ın meşhur 99 isminden biridir. Tasavvufla az çok haşır neşir olanlar “Ali göründü gözüme” mısraı ile ‘Hakk’ın nuru ve nişanını fark etme’ ve yine “Onu yapıp ruhumdan kendisine üflediğim zaman; derhal secde edin ona” (Sad/72) ayetine bir telmih olduğunu fark edecektir. Bektaşiliğin bir dönem Hurufilikten de etkilendiğini bilenler Ali kelimesinin Arapça yazılışının yüze yansımasının kastedildiğini ise hemen anlayacaktır.
ON İKİ İMAM 2-HZ. HASAN (Ö. 49/669)
Resulullah’ın torunu, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin büyük oğlu. Medine’de doğmuş, Resulullah Hasan adını ve Ebû Muhammed künyesini vermiştir. Hz. Osman’ın hilâfetinde kardeşiyle birlikte Horasan seferine katılmış, daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz. Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir. Hz. Ali’nin hilafetinde Kûfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gitmiş, Cemel Vak‘ası ve Sıffîn Savaşı’na katılmıştır. Hz. Ali’nin şehadetinin ardından Kûfelilerce halife olarak biat edilir. Muaviye ile girdiği mücadelede Kûfelilere güvenemediği için Hz. Hüseyin’in muhalefetine rağmen anlaşmayı tercih eder ve hilafetten çekilir; Medine’ye döner. Rivayete göre Yezîd ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca‘de tarafından zehirlendi ve 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti.
“Muhammed Mustafâ nûr-ı Hudâdur
Alîyi sanma kim
andan cüdâdur
Muhibb-i hânedân-ı Ahmed olan
Süleymân-ı zamândur ger gedâdur
Muhammed
Mustafâyı
sevmeyenün
Cehennem cânına lâyık sezâdur
Anun evlâdı nûrı
hürmetine
Günâhı mücrimün cümle atâdur
Ehadden nûr-ı
Ahmed fark olunmaz
Yemînî gey hatâdur gey hatâdur” Yemini
YARIN: ALEVİLİK BİR MEZHEP MİDİR YOKSA TARİKAT MI?