10 Ekim 680, Kerbela... Bin 336 yıl önce bugün Hz. Hüseyin ile ehl-i beyt insanoğluna zalim ve onun zulmüne karşı başkaldırının mesajını verdi. Günümüzde ise Kerbela’dan bahseden her söz, her cümle o büyük fedarkarlığı anlatmakta yetersiz kaldı.
ŞENOL KALUÇ/ YAZI DİZİSİ - 10
Buyurmuştur dahi bir kez Hüseyn benden
Hüseyn’den ben
Bunu seven sever Hakk’ı pes anı sevdiler evtâd”
Yazıcıoğlu
İmam Hüseyin Şehid-i Deşt-i Kerbela Hazretleri’ni pek çok şekilde tarif etmek mümkün! Ancak nasıl tarif edersek edelim, ister Resulü Ekrem Efendimiz’in torunu, ister İmamlar Serveri İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu, ister On İki İmamların üçüncüsü, isterse Yezid’e karşı çıkan hâk güneşi, her tarif Hüseyin’in kıyamının büyüklüğü karşısında eksik ve mahcup kalır.
Öyle bir kıyam (başkaldırı) ki verdiği mesaj sadece Ehl-i İslam’a değil tüm insanlığadır. O ve ehl-i beyti zalime ve zulmüne karşı başkaldırının sembolüdür. Kerbela bir çığlıktır. O çığlık ki kıyametin habercisi ve haşr günü üflenen Sur misalidir, Hüseyin ise o Sur’a üfleyen Mikail mesabesinde. Çıkışı ile kıyametin, şehadeti ile haşr gününün habercisi. O, zalim ve zulmü karşısında ölümü ile insanlığın yeniden dirilişi. O kıyamı ile Allah’ın “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” [1] ayetinin ete kemiğe bürünmüş hali…
“Söyle Hüseyn’e ey saba Kerb ü belaya gelmesün
Gelse düşer bu deştide derd ü belaya gelmesün”
Hurşit Banu Natevan
O bazılarının sandığı gibi dünya saltanatı ve zevk ü sefası peşinde olmadı. O öyle bir sultandı ki isteği dünya nimetleri olsa, Peygamber’in torunu, Ali ve Fatıma’nın evlad-ı güzini olarak hiçbir zalim hükümdar, Yezit bile olsa ona dokunmaya cesaret edemez, onu hoş tutar ve dünya nimetlerine boğardı. Ancak o atası ve babası gibi bu dünyanın zevk ve sefahatinden, insanlık tahtına göz koymuş, hak ile batıl arasındaki kıldan ince kılıçtan keskince çizgiyi açık etmek can-ı cananını kurban kılmıştı.
“Hak yoluna niyet idüp kurban itdü canını
Bendesiyiz her zaman biz vasfederiz şanını”
Muhibbi
O, İbrahim Aleyhisselam’ın Allah’a kurban olarak sunduğu evladından daha evla idi. O Ehl-i Beyt’in hak ve adalet terazisindeki kurbanı idi. Öyle bir kurban ki çarmıhtaki İsa’nın (a.s) fedakârlığı bile bu fedakârlığın yanında ne kadar küçüktü. Kerbela hadisesinin tüm teferruatı bir bilgi kırıntısından ibarettir ve hepsi birer teferruattır. Görünen yüz ile hakikat başka başka. Ve her kelam o büyük kıyamı ve fedakârlığı anlatmaktan aciz…
O ordu ne güzel orduydu. Bir tarafta İmamlar Serveri Ali evlatları, bir tarafta İmam Hasan yadigârları, Akil’in emanetleri ve Ehl-i Beyt kadınlarıyla hizmetkârları… O; “Beni bırakın ve dönün, ben burada kaldığım sürece sizi takip etmezler ve kurtulursunuz” dediğinde aralarında bir tek kuru dal bile yerinden oynamamıştı. Hak uğruna, adalet aşkına şehadet şerbetini kana kana içmeye hazırdılar. Öyle bir ordu ki sanki Allah’ın “(Ey Peygamber) Sana gelen ilimden sonra artık her kim seninle tartışmaya kalkarsa de ki: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı çağıralım, kendimiz ve kendiniz de onlarla bir araya gelelim. Sonra can u gönülden dua edip Allah’ın lanetini yalancıların boynuna geçirelim!” ayetini haykırıyorlardı.
“Düştü Hüseyn atından Sahrayı Kerbela’ya
Cibril var haber ver Sultan-ı Enbiya’ya”
Kazım Paşa
O gün lanet halkası Yezit, Ömer bin Sad ve İbn-i Ziyad’ın boynuna geçerken, kıyamete kadar hangi dinden olursa olsun lanetlenmeyi hak ettiler. O gün zulme, batıla ve zulüm sahiplerine karşı kıyamete kadar inmemek üzere bir sancak açıldı. Öyle ki zulüm sahipleri ne vakit kazandıklarını düşünseler karşılarında bir başka Hüseyin göreceklerdir. O Hüseyin’in adı Hüseyin olmasa da o yine de bir Hüseyin’dir. Müslüman olsa da olmasa da o Hüseyin’in yolunun yolcusudur. Zulmün bayrağını başını verirken bile yere çalandır.
“Taklidimiz bu yolda İmam Hüseyn’dir
Biz Kerbela’yı gamda şehidan-ı gurbetiz”
Namık Kemal
Hüseyin’e Hüseyin’lere selam olsun.
“Hak için kendini
kurban eyleyen
Şah-ı Merdan oğlu
İmam Hüseyin
Cümle erenlere ferman eyleyen
Erenler serdarı İmam Hüseyin
Muhammet Ali’nin
çeşmi çerağı
Erenler yolunun gülşeni bağı
Ciğerler paresi gönül durağı
Gözlerimin nuru
İmam Hüseyin
Ceddi Muhammed’dir atası Ali
Anası Fatıma cihan evveli
Cümle evliyalar ederler beli
Evliyalar piri İmam Hüseyin
Pir Sultan Abdal tutar damanım
Düşmanına düşman ol hanedanın
Dü çeşmi değil mi Şah-ı Merdanın
Erenler hünkarı İmam Hüseyin”
Pir Sultan Abdal
ON İKİ İMAM: 10-İMAM ALİ EL-HÂDİ (Ö. 254/868)
En meşhur lakapları Hâdî ve Nakı’dir. Bunlardan başka Nâsih, Fettâh, Emîn, Murtazâ lakaplarıyla da anılır. Bağdat yakınlarındaki Sâmerrâ şehrinin Asker mahallesinde oturduğu için Askerî nisbesini almıştır. Sâmerrâ’da altı yıl birlikte yaşadığı babası ölünce yaşının küçüklüğüne rağmen imam kabul edildi. Küçük bir grup ise kardeşi Mûsâ’yı imam olarak tanıdı. Aynı zamanda bir fıkıh âlimi olan Ali el-Hâdî, Halife Vâsik ve Mu‘tasım devirlerinde Medine’de ömrünü zühd ve takvâ içinde ilimle uğraşarak, Kur’an, hadis, akaid ve fıkıh dersleri okutarak geçirmiştir. Ancak Mütevekkil döneminde birkaç defa halifeye şikâyet edildi. Ali, halifeye kendisini savunan bir mektup yazdı. Bunun üzerine Mütevekkil Ali’ye inanarak valiyi değiştirdi. Fakat sonraları Şiîler’in halifeye hücum hazırlığı içinde bulundukları haberi gelince, Mütevekkil, Ali’yi Sâmerrâ’ya naklettirdi (848). Hayatının geri kalan kısmını burada gözetim altında geçirdi ve vefat etti.