Artık ‘DEM’lenmek iyi bir şey
Kürt sorununun ve terör sorununun Türkiye’ye maliyeti hesaplanabilir mi?
Sarf edilen maddi kaynaklar uğraşılsa hesaplanabilir. Ne kadar mermi, ne kadar bomba atıldı, uçaklar kaç sorti yaptı, bir yerlerde kayıtlıdır, alt alta toplarsın, bulursun bir maliyet. Bir ara dönemin içişleri bakanı Süleyman Soylu 3 trilyon 700 milyar civarında bir rakam telaffuz etmişti.
Biraz uğraşsan açılmayan dükkanların, göç eden insanların, kurulmayan sanayiin, olamayan turizmin maliyeti de çıkartılabilir.
Fakat insanların mutsuzluğunun, korkularının, çektikleri acıların, mahrumiyetlerin, ölümlerin iktisadi bakımdan ölçülmesine imkân yoktur.
Bir damla gözyaşının bile karşısına bir fiyat yazamazsınız.
Ama şu kadarı tahmin edilebilir.
Eğer bu hesap edilebilen ve edilemeyen maliyetlerden bir gün kurtulursak bu kurtuluş bizi ekonomimizin enerji yüzünden verdiği cari açığın kapanmasından daha çok ferahlatır.
İktisadi faydayı bir tarafa bırakalım; herhangi bir çözüm, ülkemizdeki demokrasi açığının kapanmasına da bir miktar fayda eder.
Sadece genel demokratik seviyeden bahsetmiyorum. Kürtler arasındaki demokrasinin kalitesini de yükseltir.
Düşünsenize, terör yok. Daha özgür bir Kürt olmaz mısınız?
Belki zaman içinde ülkemizdeki insaniliğe zararı dokunan ‘ırkçılık fazlası’ndan da biraz kurtuluruz.
Rüya gibi bir şey olur. Başta Kürtler olmak üzere herkesin vatandaşlık kalitesi bir basamak yükselir.
Bunlar şimdilik uzaktaki hayaller.
Ulaşmak için çok zorlu bir sınavı başarmamız gerekiyor.
Üstelik sınavın her aşamasında başladığımız noktaya dönme tehlikesiyle karşı karşıya olacağız.
MHP lideri Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşmasından ve Öcalan’ın Meclis’te PKK’nın lağvedildiğini ilan etmesini istemesinden sonra atılan adımlar ilk adımlar.
Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder İmralı’ya gittiler ve Öcalan’dan müspet bir cevap getirdiler. Getirdikleri cevabı Bahçeli’ye ilettiler.
“Yeni paradigmaya ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunabilirim.”
Tabii ki Bahçeli’ye daha fazlasını söylemişlerdir.
Henüz sürecin içeriğiyle, aşamalarıyla ilgili bir bilgiye sahip değiliz.
Elimizdeki en sağlam veri, sürecin çözüme en uzak olduğu varsayılan MHP’nin lideri Bahçeli tarafından başlatılmış olması.
Öcalan ‘umut hakkı’nı nasıl kullanacak?
Gerçekten TBMM’ye gelip konuşacak mı?
Gerçekten serbest bırakılacak mı?
İmralı’dan çıkınca nerede ikamet edecek?
Bunlar hakkında henüz kimse bir açıklamada bulunmadı.
Bu sorular sorulmadı bile.
Konuşulmaya başlandığında siyasette ne gibi dalgalanmalar olacak?
Konuşulması bir şey değil, Öcalan cezaevinden çıkıp Ankara’ya ya da İstanbul’a geldiğinde siyaset sükunetini muhafaza edebilecek mi?
Türkler yeni durumu nasıl karşılayacak?
Kürtler nasıl karşılayacak?
Bunun sonraki adımları da var.
İktidarın, Türk-Kürt kardeşliğini yeniden tesis etmek için Anayasa’daki vatandaşlık tanımında bir değişiklik yapması gerekecek mi?
PKK terörden vaz geçince PKK’yla iltisaktan veya mensubu olmaktan dolayı mahkûm edilenlerin mahkûmiyet sebepleri ortadan kalkmış olacak mı?
İktidar belediyelerdeki kayyım uygulamasından vaz geçecek mi?
Mahalli idareler yasasında AB normlarına uyulacak mı?
Yoksa çözüm için daha fazlası mı gerekiyor?
Okul müfredatlarında ana dilde eğitim için yeni düzenlemelere gidilecek mi?
Bu aşamaların her biri tartışılırken hop oturup hop kalkacak çok sayıda siyasetçimiz mevcut.
Şu anda DEM Parti’yle en kolay görüşen, görüşmesinde en az sakınca olan, sakınca ne kelime, görüşmesi en çok lüzumlu olan Cumhur İttifakı lider ve yöneticileri.
Yani artık ‘DEM’lenmek birkaç ay önceki kadar kötü değil. Hatta faydalı bir şey.
Peki sürecin başlangıç aşamalarında erken seçimin Ak Parti için en uygun zamanda yapılması konusunda DEM Parti’yle bir uzlaşma aranacak mı?
Ya da Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi için DEM Parti’yle bir sandık dayanışmasına gidecek mi?
Bunlar henüz gerçek değil.
Sadece muhtemel ve mümkün.
Yine de biz sürecin suhuletle sahil-i selamete ulaşmasını temenni edelim.