Toz duman arasında
Bugün için kafalar karışık demekten daha başka sözler edilecek durumdayız. Suriye ve Ortadoğu dinmeyen fırtınalarla oradan oraya savruluşlarla bunalıyor. Hava, göz gözü görmeyecek kadar sisli. Hal böyleyken bizde yine o kör taraftarlık ve tapınmaya varan fanatizmin görüntüleri hâkim. Onlara bakılırsa, her şey olup bitmiş ve sonuçları da apaçık.
Güç ve meydan onların. Koca memleket, yine bir ağza bakarak slogan bağırıyor. Yılların kurgusu bu ve bir ölçüde işleyeceği açık. Bu oluyor da düşünenlerin sesi boğulmasa. Soru soranı, anlamaya çalışanı hemen bir olumsuz sıfatla yaftalamasak. Daha da önemlisi, düşünenlerimiz, anlayanlarımız her şeye rağmen susmasa.
Türkiye başa getirdiklerimize rağmen büyüktür. Vicdanı büsbütün kaybetmeyeceğimizi iman derecesinde biliyoruz. Olanı biteni tersine çevirecek akıl bir yerde mutlaka devreye girecek. O günlerin tez gelmesi için konuşacağız.
MUHATABINI ARAYAN SORULAR
Bir tarafta zafer çığlıkları, diğer tarafta bugüne kadar yaşadıklarımızdan hareketle derin şüpheler. Yaşananlar konuşulmuyor. Ders alanlar görünmüyor. Kayıplar dağlar kadar. Sebep olanlara sorumluluğun cezasını kesen bir sistem yok. Kendilerinde de ne bir özür, ne bir düzeltme. Bir de “haklı çıktık” demezler mi? Bu aldırmaz, umursamazlara bakarak “kayıplara yenileri eklenmesin!” endişesini söyleyenin köşe bucak muhatap aradığı zamandayız.
Görülmemiş hesaplar memleketindeyiz. Aydınımız da söz gevelemekten kurtulamıyor. Doğruyu arayanın ve söyleyenin başına olmaz işler geliyor. Susmanın çare, işaret edildiği şekilde yuh ve alkışın geçer akçe olduğu yerdeyiz.
İşin aslını esasını bilen varsa da bütün açıklığıyla konuşan yok. Devlet canibinden gelen bilgilerin doğruyu tam aksettirmesi beklenmez. Açık konuşamazlar, konuşmamalıdırlar. Yanlış bilgi ve algı daha da tehlikelidir. Uçtuk, kaçtık edebiyatına benzer bir övünme ve efelenmenin bizi nereye getirdiğini yaşadık ve nereye götüreceğini de az çok biliyoruz. Fakat konuşamıyoruz.
BU ÜLKE BÖYLE MİYDİ?
Dünya düzeninde geçerli olan güçtür. Güçlü daha az güçlüyü, daha da önemlisi bilen bilmeyeni oynatır. On üç yılda kimleri oynattılar. İsrail, önce bilgi gücünü ele aldı. Onunla bilek gücüne de hâkim oldu. Bunu düşünemeyen, olandan bitenden habersiz kalır ve güdülenlerden olur.
Biz bilgiyi ve bileni aramadıkça başımıza gelenleri anlayamaz ve geleceklere engel olamayız.
Son iktidarımıza kadar, Türkiye’de içerde kıyasıya çarpışan siyasi güçler dış siyasette birleşirlerdi. Hiç kimse devlet politikasının aksine tavır almazdı. Türkiye’nin gücü en zayıf zamanlarda bile bu birlik duygusuyla olduğundan kat be kat ilerdeydi. Ne diyeceğine ve nasıl davranacağına bakılır bir ülkeydi.
Artık iç politika dış politika ayrımı yok. Dış politika iç politikaya endekslenince kaçınılmaz kayıplara yollar ardına kadar açılıyor. Olanı bilelim: İsrail muazzam bir planla karşımızda. Amerika ile beraberler. Rusya da mecbur bırakılmış ve -isterseniz öyle deyin- ikna edilmiş görünüyor. İran adım adım devre dışı bırakıldı. Türkiye, planın son safhasında ucundan-kıyısından işin içine çekilmiş görünüyor. Bu durumda rol genişletecek aklı arayacağız. Ümidimiz bu.
KENDİMİZE AİT BİR PLAN YAPABİLECEK HALDE MİYİZ?
Pazarlık gücümüz yanlışlarımızla çok çok azalsa da elbette var. Bari o azı kullanabilsek diyecek haldeyiz. Aklı bir kenara bırakarak çok kaybettik. Irak'ta Türk varlığını harcadık. Suriye'de harcadık. Evet harcadık. Dikkatinizi çekerim, Suriye’de Türk nüfusu Araplardan sonra ikinci sıradaydı. Irakta da öyleydi. Buna rağmen sahada Türklerden bahsedilmiyor. Koca Türkiye’ye rağmen bu olacak iş mi?
O kayıpların bizi nereye getirdiğini daha net görecek yere geldik. Suriye'de bu şartlarda olsun doğruları yapacak akla dönsek. Halep’e kadar Türklerin yaşadığı bölgelerdeki nüfusun hukuku bizim için hayati önemdedir. İsrail’in, Irak’ta Amerika’nın yaptığı gibi tapu kayıt ve nüfus arşivlerini bombalaması bunu değiştirmemelidir.
Durumun özü, özeti böyle. Nutuklara bakmayınız!
PEKİ NE YAPACAĞIZ?
Suriye'de Amerika ve İsrail başroldedir. Komşusu Türkiye de, elbette anahtar rolünde olmalıdır. Bunun yolu, şartları ve yolları bilmekten geçer. Az konuşmak ve çok iş yapmaktan geçer. Hiç ağza alınmayacak laflar ediliyor. Bunlar bugüne kadar gördüğümüz gibi bize fatura çıkarır, elimizi zayıflatır. İlk yapılacak iş, içeriye ölçüsüz mesajların bize kaybettirdiklerini görerek bundan hemen vazgeçmektir.
Bu süreci idare edecek kadrolara ihtiyaç var. Bizde bu kadro var. Yine söylüyorum, Dışişleri’nin emekli diplomatlarından seçilecek on kişi göreve çağrılsa çok şey değişir. Diğer alanlarda bu ülkenin dünya çapında adamları sessiz sedasız çağrılabilir. Ortalıkta görünmezler. Konuşmazlar. Fikir üretirler. İcrayı beslerler. Yönlendirirler. Emin olun, kısa sürede bazı dengeler değişmese de ölçekleri değişir. Sınırlı kazancımız artar.